3 Mayıs 2025 Cumartesi

Zikir Nedir? Nasıl Zikredilir? Zikir Çeşitleri Nelerdir? Kuran Okumak Zikir mi dir?

 


 

Zikir Nedir? Nasıl Zikredilir? Zikir Çeşitleri Nelerdir? Kuran Okumak Zikir mi dir?

Zikir (Arapça: ذِكْر), İslam dininde Allah'ı anmak, hatırlamak ve O'nu yüceltmek amacıyla yapılan bir ibadet şeklidir. Sözlü, kalple veya fiili olarak gerçekleştirilebilir. Zikir, Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde Müslümanlara tavsiye edilen önemli bir ameldir.

Zikir Çeşitleri:

    Lisanî (Dille) Zikir:

        Allah'ın isimlerini (Esma-ül Hüsna) veya belirli duaları tekrar etmek.

        Örnekler:

            "Subhanallah" (Allah’ı tüm eksikliklerden tenzih ederim)

            "Elhamdülillah" (Hamd Allah’a mahsustur)

            "Allahu Ekber" (Allah en büyüktür)

            "La ilahe illallah" (Allah’tan başka ilah yoktur)

    Kalbi Zikir:

        Allah'ı içinden sessizce anmak, O’nun varlığını ve büyüklüğünü düşünmek.

    Fiilî Zikir:

        Namaz kılmak, Kur'an okumak, sadaka vermek gibi ibadetlerle Allah'ı hatırlamak.

Zikirin Önemi:

    Kur'an’da birçok ayette zikir emredilir. Örneğin:

        "Beni anın ki, ben de sizi anayım." (Bakara Suresi, 2:152)

    Peygamber Efendimiz (s.a.v.) sıkça zikir yapmış ve ümmetine de tavsiye etmiştir.

    Zikir, kalbi huzura kavuşturur, günahların affına vesile olur ve manevi dereceyi yükseltir.

Zikir Örnekleri:

    Tesbih Zikiri: "Subhanallahi ve bihamdihi" (Allah’ı hamd ile tespih ederim)

    Tevhid Zikiri: "La ilahe illallah"

    Estağfirullah (Allah’tan bağışlanma dilemek)

Zikir, her zaman ve her yerde yapılabilen bir ibadettir. Müslümanlar, günlük hayatlarında zikire önem vererek Allah ile bağlarını güçlendirmeyi hedefler.

Daha detaylı bilgi için Kur'an ve sahih hadis kaynaklarına başvurabilirsiniz.

###########

Zikrederken abdestli olmak şartmıdır?

Zikir yaparken abdestli olmak şart değildir, ancak bazı zikir çeşitleri için abdestli olmak daha faziletli kabul edilir. İslam alimleri, zikrin genel olarak abdestsiz de yapılabileceğini, fakat bazı durumlarda abdestli olmanın daha uygun olduğunu belirtmişlerdir.
Zikir ve Abdest İlişkisi:

    Genel Zikirler (Kalple veya Dille):

        "Subhanallah", "Elhamdülillah", "Allahu Ekber", "La ilahe illallah" gibi zikirleri abdestsiz de söylemek caizdir.

        Günlük hayatta (yürürken, çalışırken) bu zikirleri yapmak için abdest şartı yoktur.

    Kur'an Ayetleriyle Yapılan Zikir:

        Eğer zikir olarak Kur'an ayetleri (örneğin, Ayet-el Kürsi, Fatiha Suresi gibi) okunuyorsa, abdestli olmak daha faziletlidir.

        Ancak abdestsizken de dua niyetiyle kısa ayetler okunabilir (örneğin, "Bismillah", "Hasbunallah" gibi).

    Namaz Sonrası ve Belirli Vakit Zikirleri:

        Namazdan sonra yapılan tesbihat (33 Subhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahu Ekber) gibi zikirler için abdestli olmak müstehaptır (sevap açısından daha iyidir), fakat abdestsiz de söylenebilir.

    Tasavvufta Göre Zikir:

        Bazı tarikatlarda, özellikle cehri (açıktan) zikir meclislerinde abdestli olmak âdaba uygun görülür.

Sonuç:

    Zikir için abdest şart değildir, ancak Kur'an ayetleriyle yapılan zikirlerde veya namaz sonrası tesbihatta abdestli olmak daha faziletlidir.

    Abdestsizken de Allah'ı anmak, kalpten tesbih etmek ve dua etmek caizdir.

Hadis Kaynağı:
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) her durumda Allah'ı zikretmiştir. Örneğin, bir hadiste şöyle buyurmuştur:
"Müminin her hâli ibadettir: Otururken, yatarken, abdestli veya abdestsiz Allah'ı zikrederse sevap alır." (Buhari, Müslim)

Dolayısıyla, sürekli zikir halinde olmak için abdest şartı aranmaz, ancak Kur'an ayetleri okunacaksa dikkat etmek gerekir.

#########

Kuran'dan belli önemli ayetler tekrar edilerekden de zikir yapılabilirmi?

Evet, Kur'an'dan seçilmiş önemli ayetlerin tekrar edilmesiyle de zikir yapılabilir. Kur'an ayetleri, Allah'ın kelamı olduğu için onları okumak, tekrar etmek ve üzerinde tefekkür etmek en güzel zikirlerden biridir. Ancak bu konuda bazı incelikler vardır:

1. Kur'an Ayetleriyle Zikir Yapmanın Hükmü:

    Caizdir ve sevabı büyüktür. Özellikle "Esma-ül Hüsna" (Allah'ın güzel isimleri), "Ayet-el Kürsi", "Haşr Suresi'nin son ayetleri", "Felak ve Nas sureleri" gibi ayetler sıkça zikir niyetiyle okunur.

    Abdestli olmak müstehaptır (sevap açısından daha iyidir), fakat abdestsiz de okunabilir (özellikle dua niyetiyle).

2. Sıkça Okunan Zikir Ayetleri:

a) Ayet-el Kürsi (Bakara 255):

    "Allahü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm..."

    Faydası: Şeytandan korunma, evin ve kişinin muhafazası, uykusuzluk ve korkuya karşı etkilidir.

b) Haşr Suresi Son 3 Ayet (Haşr 22-24):

    "Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû..."

    Faydası: Sabah-akşam okuyanın imanı kuvvetlenir, bela ve sıkıntılardan korunur.

c) İhlas Suresi (Tevhid Suresi):

    "Kul hüvallahü ehad..."

    Faydası: 3 defa okumak Kur'an'ın üçte birine denk sevap kazandırır.

d) Felak ve Nas Sureleri:

    "Kul eûzü birabbil felak..." & "Kul eûzü birabbin nas..."

    Faydası: Nazar, büyü ve kötülüklerden korunma.

e) "La havle vela kuvvete illa billah" (Güç ve kuvvet ancak Allah iledir):

    Faydası: Sıkıntı anında teskin edici, tevekkül zikridir.

3. Kur'an Ayetleriyle Zikir Yaparken Dikkat Edilecekler:

    Niyet önemlidir: Ayetleri sadece okumak değil, Allah'ı anma (zikir) niyetiyle tekrar etmek gerekir.

    Abdestli olmak daha faziletlidir, ancak abdestsiz de okunabilir (özellikle dua maksadıyla).

    Manasını düşünerek okumak zikrin bereketini artırır.

4. Hadislerde Kur'an ile Zikir:

    Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
    "Kim bir gecede 'Kul hüvallahü ehad' (İhlas Suresi) on defa okursa, Allah ona cennette bir köşk bina eder." (Ahmed b. Hanbel)

    Ayet-el Kürsi için:
    "Her kim farz namazın ardından Ayet-el Kürsi'yi okursa, cennete girmesine ölümden başka bir engel kalmaz." (İbn Hibban)

Sonuç:

Kur'an ayetlerini zikir niyetiyle tekrar etmek hem caiz hem de çok sevaptır. Özellikle korunma, rahmet ve tevhid içeren ayetler, en güçlü zikirlerdendir. Abdestli olmak daha iyidir, fakat abdestsiz de okunabilir.

Önemli Tavsiye:

    Sabah-Akşam Virdi: Her sabah ve akşam Felak-Nas, Ayet-el Kürsi ve İhlas Suresi gibi ayetleri okuyarak düzenli bir zikir virdi oluşturabilirsiniz.

    Tefekkürle Okumak: Ayetlerin manasını düşünerek okumak, zikrin etkisini artırır.

Daha detaylı bilgi için Tefsir kitaplarına ve sahih hadis kaynaklarına başvurabilirsiniz.

###########

Zikir Çeşitleri Nelerdir?

ZİKİR ÇEŞİTLERİ

Zikir, Allah'ı anmanın farklı yollarıdır. İslam geleneğinde zikir çeşitleri şekil, içerik ve usul bakımından çeşitlilik gösterir. İşte başlıca zikir türleri:

1. ŞEKİLLERİNE GÖRE ZİKİR ÇEŞİTLERİ

a) Lisanî (Dille) Zikir

    Allah’ın isimlerini (Esma-ül Hüsna) veya belirli duaları sesli veya sessiz tekrar etmek.

    Örnekler:

        "Sübhanallah" (33 defa)

        "Elhamdülillah" (33 defa)

        "Allahu Ekber" (33 defa)

        "La ilahe illallah" (Kelime-i Tevhid)

b) Kalbî (Gönülden) Zikir

    Allah’ı içinden geçirerek, derin bir huşu ile anmak.

    Örnek:

        "Allah, Allah" diyerek kalbi meşgul etmek.

c) Fiilî (Amelî) Zikir

    İbadet ve salih amellerle Allah’ı hatırlamak.

    Örnekler:

        Namaz kılmak,

        Kur’an okumak,

        Sadaka vermek,

        İlim öğrenmek.

2. İÇERİKLERİNE GÖRE ZİKİR ÇEŞİTLERİ

a) Tevhid Zikri (Kelime-i Tevhid)

    "La ilahe illallah" (Allah’tan başka ilah yoktur).

    Fazileti: Hadiste, "En üstün zikir 'La ilahe illallah'tır." (Tirmizî) buyrulmuştur.

b) Tesbih Zikri

    "Sübhanallah" (Allah’ı tüm noksanlıklardan tenzih ederim).

    Fazileti: Günahları siler, sevap kazandırır.

c) Tahmid Zikri

    "Elhamdülillah" (Hamd Allah’a mahsustur).

    Fazileti: "Duanın özü 'Elhamdülillah'tır." (İbn Mâce)

d) Tekbir Zikri

    "Allahu Ekber" (Allah en büyüktür).

    Fazileti: Namazlarda ve bayramlarda sünnettir.

e) İstiğfar Zikri

    "Estağfirullah" (Allah’tan bağışlanma dilerim).

    Fazileti: Günahların affına vesiledir.

f) Hasbî Zikir

    "Hasbunallahu ve ni’mel vekîl" (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir).

    Fazileti: Sıkıntı anında okunur.

3. USULÜNE GÖRE ZİKİR ÇEŞİTLERİ

a) Bireysel Zikir

    Kişinin kendi başına yaptığı zikir.

    Örnek: Sabah-akşam virdleri.

b) Cemaatle Zikir

    Toplu halde yapılan zikirler (Mevlid, hatim, tasavvufî zikir halkaları).

    Örnek: Tarikatlardaki "cehri zikir" meclisleri.

c) Vird ve Evrad Zikirleri

    Belli vakitlerde düzenli okunan dualar.

    Örnek:

        Sabah-Akşam Duaları (Felak-Nas, Ayet-el Kürsi),

        Hizbül-İmam en-Nevevî gibi dua mecmuaları.

4. KUR’AN VE SÜNNET’TE GEÇEN ÖZEL ZİKİRLER

a) Ayet-el Kürsi (Bakara 255)

    "Allahü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm..."

    Fazileti: "Her kim farz namazdan sonra okursa, cennete girmesine ölümden başka engel kalmaz." (İbn Hibban)

b) Haşr Suresi’nin Son 3 Ayeti

    "Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû..."

    Fazileti: Sabah-akşam okuyanın imanı kuvvetlenir.

c) İhlas Suresi

    "Kul hüvallahü ehad..."

    Fazileti: "Kim bu sureyi 10 defa okursa, Allah ona cennette bir köşk bina eder." (Ahmed b. Hanbel)

SONUÇ: HANGİ ZİKİR DAHA FAZİLETLİ?

    En faziletli zikir, ihlasla ve devamlı yapılandır.

    Gizli zikir riyadan uzak, cehri zikir cemaat ruhunu canlandırır.

    Kur’an ayetleriyle zikir yapmak en sevaplı olanlardandır.

Hadis:
"Allah’ı zikredenlerle zikretmeyenlerin farkı, diri ile ölü gibidir." (Buhari)

Tavsiye:

    Sabah-Akşam Virdi: Felak-Nas, Ayet-el Kürsi, İhlas Suresi gibi ayetleri düzenli okuyun.

    Günlük Hayatta: "La havle vela kuvvete illa billah" gibi kısa zikirleri sıkça tekrar edin.

Zikir, kalbi diri tutan bir ibadettir; hangi çeşidini yaparsanız yapın, samimiyetle devam etmek en önemlisidir.

#########

Gizli zikir mi faziletlidiri cehri zikir mi faziletlidir

Zikirin gizli (hafî) veya açıktan (cehrî) yapılması konusu, İslam alimleri arasında tartışılan bir konudur. Her iki şeklin de faziletleri vardır ve farklı hadislerle desteklenir. Ancak niyet, ihlas ve zikrin amacı en önemli kriterdir.

1. Gizli (Hafî) Zikirin Fazileti:

    Kalbî ve sessiz zikir, riyadan (gösterişten) uzaktır.

    "Rabbinizi içinden, yalvararak ve sessizce zikredin." (A'râf Suresi, 7:55)

    Peygamberimiz (s.a.v.) gizli zikri teşvik etmiştir:
    "En hayırlı zikir, hafî (gizli) olandır." (Beyhaki, Şuabü'l-İman)

    Özellikle riya endişesi olan durumlarda gizli zikir daha güvenlidir.

2. Açıktan (Cehri) Zikrin Fazileti:

    Toplu zikir meclislerinde (örneğin, cemaatle hatim, mevlid, tevhid zikirleri) cehri zikir sünnettir.

    Peygamberimiz (s.a.v.) bazen açıktan zikir yapmıştır:
    "Allah’ı açıktan zikredenler, sadakayı açıktan verenler gibidir; gizli zikredenler ise gizli sadaka verenler gibidir." (Tirmizî)

    Başkalarına örnek olmak ve manevi atmosfer oluşturmak için cehri zikir teşvik edilmiştir.

3. Hangisi Daha Faziletli?

    Kişinin durumuna ve niyetine göre değişir.

        Riya korkusu varsa → Gizli zikir daha faziletlidir.

        Cemaatle ibadet ve tebliğ niyeti varsa → Cehri zikir daha faziletlidir.

    İhlas önemlidir: Allah katında en makbul zikir, samimi olanıdır.

4. Önemli Tavsiyeler:

✔ Gündelik hayatta: Kalbî zikir (gizli) daha kolay ve süreklidir.
✔ Cemaatle zikirlerde: Açıktan zikir sünnete uygundur.
✔ Nefis muhasebesi: Riya karışma ihtimaline karşı gizli zikir daha güvenlidir.

Sonuç:

    Tevazu ve ihlasla yapılan her zikir değerlidir.

    Gizli zikir riyadan uzak, cehri zikir ise cemaat ruhunu canlandırır.

    Peygamberimiz (s.a.v.) her iki şekli de uygulamıştır.

Hadis Kaynağı:
"Allah’ı gizlice anan kişi, ateş içinde altın bir define saklayan kimse gibidir." (Deylemî)

Dolayısıyla, "Hangi zikir daha faziletli?" sorusunun cevabı:
? "İhlaslı olan daha faziletlidir." şeklinde özetlenebilir.

###########

Nasıl Zikredilir? Zikiretmenin  Edeb ve Adabları Nelerdir?

NASIL ZİKİR EDİLİR? ZİKİR ÂDABI VE EDEPLERİ

Zikir, Allah’ı anmanın en güzel yoludur. Ancak zikrin sevabını ve bereketini artırmak için bazı edeplere dikkat etmek gerekir. İşte zikir usulü ve âdabı:

1. ZİKİR ÖNCESİ EDEPLER

✔ Abdestli Olmak (Müstehaptır)

    Özellikle Kur’an ayetleriyle zikir yapılacaksa abdestli olmak daha faziletlidir.

    Ancak abdestsiz de genel zikirler (Sübhanallah, Elhamdülillah gibi) yapılabilir.

✔ Temiz Bir Yerde ve Kıbleye Dönerek Zikretmek

    Zikir için temiz ve sakin bir mekân seçmek edeptendir.

✔ Niyet ve İhlas

    "Allah rızası için zikir yapıyorum" diye niyet etmek.

    Riyadan (gösterişten) uzak durmak.

2. ZİKİR ESNASINDA UYULACAK EDEPLER

✔ Gözlerini Yummak veya Hafifçe Kapamak (Tevazu İçin)

    Kalbi daha iyi toplamaya yardımcı olur.

✔ Yavaş ve Huşû İle Zikretmek

    Acele etmeden, her kelimenin manasını düşünerek zikretmek.

✔ Düzenli Sayı Tutmak (Vird Haline Getirmek)

    Örnek: Sabah-akşam 33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahu Ekber.

✔ **Zikri Parmak Uçlarıyla veya Tesbihle Saymak

    Peygamberimiz (s.a.v.) parmaklarıyla zikir sayardı. (Ebû Dâvud, Tirmizî)

✔ Kur’an Ayetleriyle Zikir Yapılıyorsa Manasını Düşünmek

    Ayet-el Kürsi, Haşr Suresi son ayetler gibi.

3. ZİKİR SONRASI EDEPLER

✔ Dua Etmek

    Zikir sonunda "Allahümme salli alâ Muhammed" gibi salavat getirmek.

    Kendi dilinizle dua etmek.

✔ Zikrin Kabulü İçin Allah’a Yalvarmak

    "Rabbim, bu zikrimi kabul eyle, kalbimi nurlandır."

✔ Devamlılık Sağlamak

    Zikri günlük vird haline getirmek önemlidir.

4. ZİKİR ÇEŞİTLERİNE GÖRE ÖZEL EDEPLER

a) Gizli (Hafî) Zikir Âdabı

    Kalpten sessizce zikretmek.

    Riyadan korunmak için tercih edilir.

    "Rabbinizi içinden, yalvararak ve sessizce zikredin." (A’râf Suresi, 7:55)

b) Açıktan (Cehri) Zikir Âdabı

    Cemaatle yapılıyorsa uyum içinde zikretmek.

    Başkalarını rahatsız etmemek.

    Peygamberimiz (s.a.v.) bazen açıktan zikir yapardı. (Buhari, Müslim)

c) Toplu Zikir Meclislerinde Dikkat Edilecekler

✔ Gıybet, dedikodu ve haram konuşmalardan uzak durmak.
✔ Şeytanın vesvesesine kapılmamak.
✔ Aşırı coşkuyla (kendinden geçerek) zikretmemek.

5. EN ÇOK YAPILAN HATALAR (ZİKİRDE KAÇINILACAK DAVRANIŞLAR)

❌ Gösteriş için zikir yapmak (riya).
❌ Mekanik bir şekilde, manasını düşünmeden zikretmek.
❌ "Ben çok zikir yapıyorum" diye kibirlenmek.
❌ Zikri belli bir sayıya ulaşmak için aceleyle yapmak.

6. PEYGAMBERİMİZ’İN (S.A.V.) ZİKİR SÜNNETLERİ

✔ Sabah-Akşam Zikirleri:

    "Sübhanallahi ve bihamdihi" (100 defa). (Buhari, Müslim)
    ✔ Yatmadan Önce:

    Ayet-el Kürsi okumak. (Buhari)
    ✔ Namazlardan Sonra:

    33 Sübhanallah, 33 Elhamdülillah, 33 Allahu Ekber. (Müslim)

SONUÇ: EN GÜZEL ZİKİR NASIL YAPILIR?

    Abdest al (mümkünse).

    Sessiz ve sakin bir yere çekil.

    Kalbinle, huşû ile Allah’ı an.

    Manasını düşünerek zikret.

    Düzenli bir vird haline getir.

    Zikirden sonra dua et.

Hadis:
"Allah’ı zikreden mümin ile zikretmeyenin farkı, diri ile ölü gibidir." (Buhari)

Tavsiye:

    "La ilahe illallah" zikrini günde 100-200 defa çekmeye çalış.

    Sabah-akşam Felak-Nas, İhlas Suresi ve Ayet-el Kürsi oku.

Zikir, kalbin şifasıdır; ihlasla ve edepli yapıldığında ruhu arındırır, Allah’a yakınlaştırır.



############


Zikir ile ilgili Ayetler


Âl-i İmrân / 191. Ayet
اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ

O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken dâimâ Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!” derler.

A'râf / 63. Ayet
اَوَعَجِبْتُمْ اَنْ جَٓاءَكُمْ ذِكْرٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَلٰى رَجُلٍ مِنْكُمْ لِيُنْذِرَكُمْ وَلِتَتَّقُوا وَلَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

“Allah’ın azabını hatırlatarak sizi uyarması, böylece günahlardan sakınıp ilâhî merhamete nâil olabilmeniz için, içinizden biri vasıtasıyla size Rabbinizden bir uyarı ve nasihat gelmesine mi şaşıyorsunuz?”

Nahl / 43. Ayet
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَۙ

Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başkası değildi. Eğer bilmiyorsanız bilenlere sorun.

Tâ-Hâ / 99. Ayet
كَذٰلِكَ نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ اَنْبَٓاءِ مَا قَدْ سَبَقَۚ وَقَدْ اٰتَيْنَاكَ مِنْ لَدُنَّا ذِكْرًاۚ

Rasûlüm! İşte böylece sana daha önce yaşanmış önemli hâdiselerden bir kısmını anlatıyoruz. Şüphesiz sana tarafımızdan bir zikir verdik.


Enbiyâ / 7. Ayet
وَمَٓا اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ اِلَّا رِجَالًا نُوح۪ٓي اِلَيْهِمْ فَسْـَٔلُٓوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

Rasûlüm! Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de, kendilerine vahyettiğimiz bir kısım adamlardan başkası değildi. Bilmiyorsanız, bilenlere sorun!


Enbiyâ / 42. Ayet
قُلْ مَنْ يَكْلَؤُ۬كُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ مِنَ الرَّحْمٰنِۜ بَلْ هُمْ عَنْ ذِكْرِ رَبِّهِمْ مُعْرِضُونَ

De ki: “Eğer gece veya gündüz size azap göndermek istese sizi Rahmân’a karşı kim koruyabilir?” Buna rağmen, korkup O’na yönelecekleri yerde, Rablerinin zikrinden ve kitabından yüz çeviriyorlar.

Enbiyâ / 50. Ayet
وَهٰذَا ذِكْرٌ مُبَارَكٌ اَنْزَلْنَاهُۜ اَفَاَنْتُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ۟

İşte bu Kur’an da bizim indirdiğimiz çok şerefli, her bakımdan bereket yüklü, öğüt kaynağı bir kitaptır. Hal böyleyken siz onu inkâr mı ediyorsunuz?

Enbiyâ / 84. Ayet
فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِه۪ مِنْ ضُرٍّ وَاٰتَيْنَاهُ اَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةً مِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرٰى لِلْعَابِد۪ينَ

Biz de onun duasını kabul buyurduk; bütün dert ve sıkıntılarını giderdik; katımızdan bir rahmet ve bize kulluk yapanlara bir ders olmak üzere ona aile efradını ve bir o kadarını daha bağışladık.

Enbiyâ / 105. Ayet
وَلَقَدْ كَتَبْنَا فِي الزَّبُورِ مِنْ بَعْدِ الذِّكْرِ اَنَّ الْاَرْضَ يَرِثُهَا عِبَادِيَ الصَّالِحُونَ

Yemin olsun ki biz Zikir’den sonra Zebûr’da da: “Yeryüzüne ancak sâlih kullarım vâris olacaktır” diye yazdık.

Hac / 35. Ayet
اَلَّذ۪ينَ اِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَالصَّابِر۪ينَ عَلٰى مَٓا اَصَابَهُمْ وَالْمُق۪يمِي الصَّلٰوةِۙ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ

Onlar ki, yanlarında Allah anıldığı zaman kalpleri derin bir saygıyla ürperir, başlarına gelen musibetlere sabreder, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bir kısmını Allah yolunda harcarlar.

Furkan / 29. Ayet
لَقَدْ اَضَلَّن۪ي عَنِ الذِّكْرِ بَعْدَ اِذْ جَٓاءَن۪يۜ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِلْاِنْسَانِ خَذُولًا

“Vallahi, ikaz ve öğütlerle dolu olan Kur’an tam da bana ulaş­mış­ken, beni onu anlayıp gereğini yapmaktan o uzaklaştırdı.” Şeytan insanı işte böyle uçuruma sürükler, işte böyle yapayalnız yüzüstü bırakır.


Ahzâb / 9. Ayet
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا وَجُنُودًا لَمْ تَرَوْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًاۚ

Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani o zaman düşman orduları sizi kuşatmıştı; biz de onların üzerine şiddetli bir rüzgâr ve sizin göremediğiniz ordular göndermiştik. Allah, ne yapıyorsanız hepsini çok iyi görüyordu.

Sâffât / 3. Ayet
فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًاۙ

Zikir okuyanlara ki,

Sâffât / 168. Ayet
لَوْ اَنَّ عِنْدَنَا ذِكْرًا مِنَ الْاَوَّل۪ينَۙ

“Öncekilerin kitapları gibi bizim de elimizde bir kitap olsaydı”,


Sâd / 1. Ayet
صٓ وَالْقُرْاٰنِ ذِي الذِّكْرِۜ

Sãd. Öğüt ve uyarı dolu o şerefli Kur’an’a yemin olsun ki, tek kurtuluş yolu İslâm yoludur!

Sâd / 8. Ayet
ءَاُنْزِلَ عَلَيْهِ الذِّكْرُ مِنْ بَيْنِنَاۜ بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ مِنْ ذِكْر۪يۚ بَلْ لَمَّا يَذُوقُوا عَذَابِۜ

“Tuhaf! Aramızda başka kimse bulunamamış da kitap Abdülmuttalib’in yetîmine mi inmiş?” Hayır, hayır! Gerçek şu ki, onların senin doğruluğun aleyhinde söyleyecekleri hiçbir şey yok. Fakat onlar benim kitabımdan tam bir şüphe içindeler. Doğrusu onlar henüz azabımı tatmadılar!

Sâd / 87. Ayet
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ

“Bu Kur’an, bütün insanlığa sadece bir öğüt, bir hatırlatmadır.”

Mü'min / 54. Ayet
هُدًى وَذِكْرٰى لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِ

Gerçek akıl sahipleri için bir doğru yol rehberi ve bir öğüt olan o kitaba.

Fussilet / 41. Ayet
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِالذِّكْرِ لَمَّا جَٓاءَهُمْۚ وَاِنَّهُ لَكِتَابٌ عَز۪يزٌۙ

Gerçek şu ki, kendilerine tebliğ edilen bu Kur’an’ı inkâr edenler, dünyada da âhirette de zillet ve perişanlıktan kurtulamayacaklar! Çünkü o, gerçekten çok şerefli, çok değerli, mağlup edilemez bir kitaptır.

Zuhruf / 44. Ayet
وَاِنَّهُ لَذِكْرٌ لَكَ وَلِقَوْمِكَۚ وَسَوْفَ تُسْـَٔلُونَ

Şüphesiz bu Kur’an hem senin için hem de kavmin için bir hatırlatmadır ve bir şereftir. Yakında ona uyup uymadığınızdan sorguya çekileceksiniz.

Kaf / 8. Ayet
تَبْصِرَةً وَذِكْرٰى لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ

Bütün bunları, Allah’a yönelecek her bir kula, kalp gözünü açıp ilâhî kudretin büyüklüğünü gösterecek bir delil ve ders alınacak bir öğüt olması için yaptık.

Talâk / 10. Ayet
اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًا فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِۚۛ اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚۛ قَدْ اَنْزَلَ اللّٰهُ اِلَيْكُمْ ذِكْرًاۙ

Allah onlar için âhirette de şiddetli bir azap hazırlamıştır. Öyleyse ey iman etmiş akıl sahipleri! Allah’a gönülden saygı besleyip O’na karşı gelmekten sakının. Gerçek şu ki, Allah size neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiren ve size öğüt veren bir kitap indirdi.

Tekvir / 27. Ayet
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَۙ

Oysa Kur’an, bütün şuurlu ve sorumlu varlıklar için bir öğüt, bir uyarıdır.

##############


ZİKRİN ÖNEMİ VE FAZİLETİNİ BİLDİREN ÂYET-İ KERİMELER

“Beni zikrediniz, anınız ki, ben de sizi anayım. Bana şükredin ve küfre sapmayın.” (Bakara Sûresi / 152)

“Allah’ı çok zikret ve gece gündüz onu tesbih et.” (Âl-i İmran Sûresi / 41)

“Allah’ı nefsinde, içinde huşû ve korku ile an, gece gündüz açık gizli onu zikret, sakın gâfillerden olma.” (Â’râf Sûresi / 205)

“…Kalpleri, Allâh’ı zikretmek husûsunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun; işte bunlar apaçık dalâlettedirler.” (ez-Zümer, 22)

“İman edenlerin kalbleri ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur. Kalbler ancak Cenâb-ı Hakkı anmakla mutmain olurlar.” (Ra’d Sûresi / 28)

“Namaz kılınız, muhakkak ki namaz, insanları kötülüklerden ve inkara sapmaktan korur. Allah’ı anmak en büyük ibâdettir.” (Ankebût Sûresi / 45)

“Allah’ın azabından korkarak, Rabbının rahmetini umarak gecenin (ilerleyen) saatlerinde secdeye kapananlar, ayakta durur hâlde tâat ve ibâdet eden kimseler, Allah’ın rahmet ve mağfiretine nâil olurlar.” (Zümer Sûresi / 9)

"Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)

"Namazı bitirdiğinizde, Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin. Artık 'güvenliğe kavuşursanız' namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz, mü'minler üzerinde vakitleri belirlenmiş bir farzdır." (Nisa Suresi, 103)

"Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah'ı çokça zikredin. Ki kurtuluş (felah) bulasınız." (Enfal Suresi, 45)

"Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resûlü'nde güzel bir örnek vardır." (Ahzab Suresi, 21)

"Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin." (Ahzab Suresi, 41.)

"Allah, kimin göğsünü İslam'a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerinedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah'ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay haline. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler." (Zümer Suresi, 22)

"Andolsun Biz Kur'an'ı zikr (öğüt alıp düşünmek) için kolaylaştırdık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?" (Kamer Suresi, 32)

"Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel." (Müzzemmil Suresi, 8.)

"Ve sabah, akşam Rabbinin adını zikret." (İnsan Suresi, 25. ayet)

“Ey îmân edenler! Sakın mallarınız ve evlâtlarınız, sizi Allâh’ı zikretmekten alıkoymasın! Kim böyle yaparsa, işte onlar hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.” (el-Münâfikûn, 9)

“Öyle erler vardır ki, onları ne ticaret ne de alışveriş Allâh’ı zikretmekten, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin (dehşetten) allak bullak olduğu bir günden (kıyâmetten) korkarlar.” (en-Nûr, 37)

“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl! Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı zikretmek, şüphesiz en büyük iştir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (el-Ankebût, 45)


##############

ZİKRULLAH (ZİKİR) İLE İLGİLİ HADİSLER

    "Herkesten Üstün Olacağınız Bir Şeyi Haber Vereyim mi?"

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Mekke'den Medine'ye hicret eden Müslümanların fakirleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gelerek şöyle dediler:

– Varlıklı Müslümanlar cennetin en yüksek derecelerini ve ebedî nimetleri alıp götürdüler. Bizim kıldığımız namazları onlar da kılıyorlar. Tuttuğumuz oruçları onlar da tutuyorlar. Fazla malları olduğu için hac ve umre yapıyorlar, cihad ediyorlar ve sadaka veriyorlar, biz veremiyoruz.

Bunun üzerine Resûl–i Ekrem onlara:

"Sizden önde gidenlere yetişebileceğiniz, sizden sonra gelenleri geçebileceğiniz, sizin yaptığınızı yapanlar dışında herkesten üstün olacağınız bir şeyi haber vereyim mi?" diye sordu.

"Evet, söyle yâ Resûlallah!" dediler.

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Her namazın ardından otuz üçer defa Allah’ı tesbih eder, O’na hamdeder ve tekbir getirirsiniz.”

Hadisi Ebû Hüreyre’den rivayet eden Ebû Sâlih’in söylediğine göre, sahâbîler bu zikirleri nasıl okuyacaklarını sorunca Resûl–i Ekrem şöyle buyurdu:

“Her birinden otuz üçer defa olmak üzere sübhânallah, elhamdülillah, Allâhü ekber, dersiniz."[14]

Müslim’in bir rivayetinde şu ilâve vardır:

Birkaç gün sonra fakir muhâcirler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e tekrar gelerek:

"Zengin kardeşlerimiz bizim yaptığımız zikirleri duymuşlar. Aynını onlar da yapıyorlar." dediler.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ne yapalım! Artık bu Allah'ın bir lütfudur, Allah lütfunu dilediğine verir." (Müslim, Mesâcid 142.)

    En Hayırlı En Değerli En Kazançlı Amel

Ebü’d–Derdâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâbına:

“Size en hayırlı, Allah katında en değerli, derecenizi en fazla yükseltecek, sizin için sadaka olarak altın ve gümüş dağıtmaktan daha kazançlı, düşmanla karşılaşıp da sizin onların boynunu vurmanızdan, onların da sizi öldürmesinden daha çok sevap getirecek amelin ne olduğunu haber vereyim mi?” diye sordu. Onlar da:

"Evet, söyle." dediler. Resûl–i Ekrem de:

“Allah Teâlâ’yı zikretmektir.” buyurdu. (Tirmizî, Daavât 6. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 53.)

    Peygamberimizin Sahabiye Tavsiyesi

Abdullah İbni Büsr radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e hitâben:

"Yâ Resûlallah! İslâmiyet’in emirleri çoğaldı. Bana sıkı sıkıya yapışacağım bir şey söyle." dedi. O da:

“Dilin hep Allah’ı zikretsin!” buyurdu. (Tirmizî, Daavât 4. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 53.)

    Kulun Allah'a En Yakın Olduğu Yer

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın!” (Müslim, Salât 215. Ebû Dâvûd, Salât 148;)

    Rabbini Zikreden Ve Etmeyenin Farkı

Ebû Mûsâ el–Eş‘arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” (Buhârî, Daavât 66.)

Müslim ise bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:

“İçinde Allah’ın anıldığı ev ile Allah’ın anılmadığı evin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir." (Müslim, Müsâfirîn 211.)

    Zikreden Bir Kul Olmak İçin Okunacak Dualar

“Ey Allahım! Bana seni zikretme, sana şükür ve güzelce ibadet etme konusunda yardımcı ol.” Hz. Peygamber (s.a.s) Muaz İbn Cebel’e her namazda veya her namazın sonunda bu duayı yapmasını tavsiye etmiştir. (A. İbn Hanbel, V, 247.)

“Rabbim! Beni sana çokça şükreden, seni çokça zikreden, senin azabından çekinen, sana hakkıyla itaat eden, sadece senin için eğilen, daima sana yalvarıp yönelen bir kişi eyle! (İbn Mâce, Duâ, 2.)

    Namazda Allah'ı (c.c) Zikretmektir

"Sizden biri uyku sebebiyle veya unutma yüzünden bir farz namazı kılmazsa, hatırladığı zaman onu hemen kılsın. Çünkü Allah Teâlâ; "Beni zikretmek için namaz kıl (Tâhâ, 20/14.)”, buyurmuştur.” (Müslim, Mesâcid, 316Tirmîzî, Salât, 16, Mâce, Salât, 10.)

    Melekler Zikir Meclislerinde Ne Yapıyorlar

Peygamber (s.a.v)' naklen rivayet etti. Şöyle buyurmuşlar :

Şüphesiz ki : Allah Tebareke ve Teâla'ntn bir takım seyyar fazla me­lekleri vardır. Bunlar zikir meclislerini araştırırlar. İçerisinde zikir olan bir meclis buldular mı onlarla beraber otururlar. Ve kanatlarıyla birbirlerini kuşatırlar. Ta ki kendileriyle alt semanın arası dolar. Cemaat dağıldıkları vakit yükselir ve gökyüzüne çıkarlar.

Allah (Azze ve Ce'le) onları bildiği halde kendilerine : "Nereden geldiniz?" diye sorar.

Onlar da : Senin yer­yüzündeki bazı kullarının yanından (geldik), onlar sana teşbih ediyor, tek­bîr, tehlilde bulunuyor, sana hamdediyor ve senden istiyorlar, cevabını ve­rirler.

Teâla Hazretleri : Benden ne istiyorlar? diye sorar : "Senden cenne­tini istiyorlar, derler. Onlar benim cennetimi gördü mü? der. Hayır yâ Rab-bî! cevabını verirler. Acaba cennetimi görmüş olsalar ne yaparlar? der.

Melekler : Senden eman dilerler, derler. Benden neden eman dilerler? Diye sorar.  Senin  cehenneminden  yâ  Rabbi!  diye cevap verirler.  Onlar benim cehennemimi görmüşler mi? der. Hayır! cevabını verirler. Acaba cehennerıimi  görmüş  olsalar  ne  yaparlar?  der.  Senden  mağfiret  dilerler,  derler. O da : Ben onları mağfiret ettim, ne diledilerse kendilerine verdim. Ve on­ları eman diledikleri şeyden kurtardım, buyurur.

Bunun üzerine melekler : Ya Rabbİ! İçlerinde filân var, günahı çok bir kul. O ancak oradan geçer­ken onlarla beraber oturdu, derler.

Teâla Hazretleri : Onu da affettim. On­lar öyle bîr cemaat ki, onlarla düşüp kalkan şakı'olmaz, buyurur.»(Müslim 2689/25)

    Peygamberimiz (s.a.v) Hutbede Sesleniyor!

“Ey insanlar!

Ölmeden önce tevbe edin; fırsat elde iken sâlih ameller işlemeye bakın! Gizli-açık bolca sadaka vermek ve Allâh’ı çok çok zikretmekle Rabbinizle aranızı düzeltin! Böyle yaparsanız, rızıklandırılır, yardım görür ve kaçırmış olduğunuz şeyleri elde edersiniz." (İbn-i Hişâm, I, 118-119, Beyhakî,Delâil, II, 524)

    Tüm Mahlûkat Allah'ı (c.c) Zikrediyor

“Hayvanlarınıza, onları yormadan güzelce binin ve (kullanmadığınız zaman da) güzel bir şekilde istirahat ettirin. Onları yollardaki ve sokaklardaki konuşmalarınız için kürsü edinmeyin (sırtlarında durarak sohbet etmeyin). Nice binilen hayvan vardır ki, sırtına binenden daha hayırlıdır ve Allah Tebâreke ve Teâlâ’yı ondan daha çok zikretmektedir.” buyurdu. (Ahmed, III,439)

    Kalplerin Cilâsı Nedir?

Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:

“–Kalpler, demirin paslandığı gibi paslanır.” buyurmuştu.

Sahâbe-i kirâm:

“–Onun cilâsı nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular.

Allah Rasûlü (s.a.v):

“–Allâh’ın kitâbını çokça tilâvet etmek ve Allâh’ı çok çok zikretmektir.” cevâbını verdi. (Ali el-Müttakî, II, 241)

    Cennet Ehli Dünyada Neye Hasret Duyar?

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, vefât etmiş olan sâlih mü’minlerin duyduğu hasret ve pişmanlığı şöyle ifâde buyururlar:

“Cennet ehli, başka hiçbir şeye değil, sâdece, dünyâda Allâh’ı zikretmeksizin geçirmiş oldukları anlara hasret ve nedâmet duyarlar!” (Heysemî, X, 73- 74)

    Allah (c.c) İçin Biraraya Gelenlerin Mükafatı

“Bir topluluk Allâh’ı zikretmek üzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allâh’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekînet iner ve Allâh Tealâ onları yanında bulunanlar arasında zikreder.” (Müslim, Zikir,39)

    Allah'ı (c.c) Sevmenin Alameti

Allah Rasûlü (s.a.v) şöyle buyurur:

“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allâh’ı zikretmeyi sevmektir.” (Süyûtî, II, 52)

    Dünyada Kıymetli Olan Üç Şey

Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“Dünya ve onun içinde olan şeyler değersizdir. Sadece Allâh’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen talebe bundan müstesnâdır.” (Tirmizî, Zühd, 14)

    Her İbadetten Daha Üstündür

"Allâh’ı zikir, zikirsiz olan her ibadetten üstündür.” (İhyâ, I, 847)

Sırf dil ile zikretmek kolaydır. Lâkin Rabbimiz’in biz kullarından asıl murâdı; zikrin feyziyle dolarak dâimâ Allah ile beraberliğin şuur ve idrâki içinde bulunan, rakik, hassas ve ârif bir kalptir.


Kaynak

Deepsek ve Raşit Tunca

Schrems, 25.04.2025

19 Nisan 2025 Cumartesi

Tasaavufda Tasarruf Nedir ve Allah`ın insan`a Verdiği Tasarruf Yetkisi Nedir?

 

Tasaavufda Tasarruf Nedir ve Allah`ın insan`a Verdiği Tasarruf Yetkisi Nedir?

Tasavvufta "tasarruf" kavramı, kelime anlamı olarak "serbestçe kullanma, yetki sahibi olma, çekip çevirme" gibi manalara gelir. Tasavvufi bağlamda ise bu kavram daha derin ve özel anlamlar taşır.

Kur'an Ayetleri Işığında Tasarruf:

Casiye Suresi'nin 12-13. ayetlerinde geçen "Allah, denizi sizin emrinize verdi ki gemiler O'nun emriyle onda yüzsün ve lütfundan arayasınız diye. Umulur ki şükredersiniz. Göklerde ve yerde olanların hepsini kendi katından (bir lütuf olarak) sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." buyrukları, Allah'ın kainatı insanın istifadesine sunduğunu açıkça ifade eder. Bu, Allah'ın insanlığa bahşettiği bir izin ve yetki çerçevesindeki bir tasarruftur. İnsan, aklı, ilmi ve Allah'ın koyduğu sınırlar dahilinde bu kainatı kullanma, ondan faydalanma ve onu şekillendirme imkanına sahiptir. Bu tasarruf, mülkiyet anlamında mutlak bir tasarruf değildir, zira asıl malik Allah'tır. İnsan, emanetçi sıfatıyla bu kainatta tasarrufta bulunur ve bu tasarrufundan dolayı sorumludur.

Şeyhin Müridi Üzerindeki Tasarrufu:

Bir şeyhin müridlerini "tasarruf altında tutması" ifadesi, Kur'an'daki kainatın insana musahhar kılınmasıyla aynı anlamda bir hükmetme veya mülkiyet ilişkisi değildir. Tasavvufta şeyhin müridi üzerindeki tasarrufu daha çok manevi bir rehberlik, terbiye ve himaye anlamını taşır. Bu tasarruf şu şekillerde tezahür edebilir:

Kalbi Yönlendirme (Teveccüh): Şeyh, manevi enerjisi ve duasıyla müridinin kalbini Allah'a yönlendirmeye çalışır. Bu, müridin manevi ilerlemesi için önemli bir etkendir.
Nefis Terbiyesi: Şeyh, müridinin nefsini kötü huylardan arındırması, ahlaki olgunluğa erişmesi için yol gösterir, nasihat eder ve manevi egzersizler (zikir, riyazat vb.) önerir.
Manevi Destek (Himmet): Şeyhin Allah'a yakınlığı vesilesiyle müridine manevi yardım ve destek ulaşabilir. Bu, müridin karşılaştığı zorluklarla başa çıkmasına yardımcı olabilir.
İrşad ve Rehberlik: Şeyh, müridine tasavvuf yolunun inceliklerini öğretir, doğru anlayışa ulaşmasına yardımcı olur ve karşılaşabileceği tehlikelere karşı uyarır.

Şeyhin Uzaktayken Müridini Görmesi ve Manevi Hükmü:

Tasavvufi anlayışa göre, kalpler arasındaki bağ ve manevi enerji mekan ve zaman sınırlarını aşabilir. Bu nedenle, bazı şeyhler, Allah'ın izniyle, uzaktaki müridlerinin manevi hallerini sezebilir, onların ihtiyaçlarını hissedebilir ve onlara manevi destek gönderebilirler. Bu "görme" fiziksel gözle görme şeklinde değil, kalbi bir müşahede, bir tür manevi idrak olarak anlaşılmalıdır.

Şeyhin müridi üzerinde manevi yollardan hükmetmesi ise, zorlayıcı, iradeyi yok sayan bir tahakküm anlamına gelmez. Bu daha çok manevi bir nüfuz, kalbi bir etkileme ve irşadi bir yönlendirme şeklindedir. Şeyhin manevi gücü, müridin kalbine ilhamlar, düşünceler ve duygular yoluyla etki edebilir, onu doğru yola sevk edebilir. Ancak bu etki, müridin kendi iradesini tamamen ortadan kaldırmaz. Mürid, yine kendi seçimiyle bu etkiye uyup uymamakta serbesttir.

Özetle:

Tasavvufta tasarruf, Allah'ın kainatı insana istifade için sunması gibi bir izin ve yetki çerçevesinde anlaşılır.
Şeyhin müridi üzerindeki tasarrufu, manevi rehberlik, terbiye ve himaye anlamlarını taşır, mülkiyet veya zorlayıcı bir hükümranlık değildir.
Şeyhin uzaktayken müridini "görmesi" kalbi bir müşahede, manevi hükmü ise kalbi bir etkileme ve irşadi bir yönlendirme olarak kabul edilir. Bu durum, Allah'ın izni ve manevi bağların gücüyle mümkün olabilir.

Ancak bu konular, tasavvufun derin ve hassas meseleleridir ve farklı tarikatlarda ve anlayışlarda çeşitli yorumlara sahip olabilir. Bu nedenle, bu bilgileri bir rehber niteliğinde kabul etmek ve daha derinlemesine bilgi için ehil kişilere başvurmak önemlidir.

Tasavvufta tasarruf, bir mürşidin manevi yetkisiyle müridlerini terbiye etmesi, onları ruhani olarak yönlendirmesi ve koruması anlamına gelir. Bu kavram, Allah'ın evren üzerindeki mutlak hâkimiyetiyle ilişkilendirilir.
Câsiye Suresi 45/12-13 ve İnsanın Tasarrufu

Ayetlerde şöyle buyrulur:

"Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi sizin emrinize verendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." (Câsiye, 45:13)

Bu ayetler, Allah'ın kâinatı insanın hizmetine sunduğunu ve ona bir çeşit tasarruf yetkisi verdiğini gösterir. Ancak bu yetki, mutlak değil, sorumluluk ve şükürle sınırlıdır. İnsan, bu nimetleri Allah'ın rızası doğrultusunda kullanmalıdır.

Şeyhin Müridler Üzerindeki Tasarrufu

Tasavvufta şeyhin tasarrufu, manevi bir rehberlik ve terbiye sürecidir. Bunun dayanağı şu şekilde açıklanır:

Allah'ın İznine Dayalıdır

Şeyh, kendi başına bir güce sahip değildir. Tasarrufu, Allah'ın izni ve lütfuyla gerçekleşir.

"Allah’ın dilediğine verdiği bir lütuftur." (Hadid, 57:21)

Manevi Eğitim ve Ruhani Terbiye

Şeyh, müridin kalbini kötülüklerden arındırır, onu ahlaki olarak yetiştirir.

"Mürşid, müridin kalbine Allah'ın izniyle tasarruf eder." (İmam Gazali)

Vesilelik ve Rabıta

Mürid, şeyhine bağlanarak (rabıta) onun manevi feyzinden istifade eder.

Bu, tıpkı bir öğrencinin hocasından ilim alması gibi manevi bir intisaptır.

Koruma ve Yardım

Şeyh, müridini manevi tehlikelere karşı korur, dualarla destekler.

Ancak bu, şeyhin gaybı bildiği anlamına gelmez; sadece Allah'ın lütfuyla olur.

Tasarrufun Sınırları

Şeyh, asla ilah değildir; sadece bir rehberdir.

Mürid, şeyhi Allah'a ulaşmada bir vesile olarak görmelidir.

Tasarruf, körü körüne itaat değil, şuurla bağlanmayı gerektirir.

Sonuç

Allah, kâinatı insanın hizmetine sunmuştur; şeyh de müridini manevi olarak yetiştirir. Ancak her tasarruf, Allah'ın izni ve rızasıyla gerçekleşir. Bu nedenle tasavvuftaki tasarruf anlayışı, sorumluluk, edep ve tevhid inancı çerçevesinde değerlendirilmelidir.


Bir Şeyh uzaktayken de müridini görebilir mi? manevi yollardan ona hükmedebilir mi?

Tasavvufta şeyhin müridi üzerindeki manevi tasarrufu, fizikî mesafeyle sınırlı değildir. Birçok sufî geleneğinde, şeyhin ruhanî nüfuzunun zaman ve mekân aşan bir boyutta olduğu kabul edilir. Ancak bu durum, doğru anlaşılması gereken ince bir konudur.

1. Şeyh, Müridini Uzaktan "Görebilir" mi?

Manevi Keşif (Kashf) ve Firâset:

Tasavvufta "keşf" (kalp gözüyle hakikati görmek) ve "firâset" (ilahi ilhamla doğruyu sezmek) kavramları vardır.

Olgun bir şeyh, Allah'ın lütfuyla müridinin manevi halini (kalp durumunu, sıkıntılarını, imtihanlarını) hissedebilir. Bu, fizikî gözle görmek değil, ruhanî bir idraktir.

Örneğin, bazı velîlerin, uzaktaki müridinin sıkıntıda olduğunu bilip ona dua ettiği rivayet edilir.

Rabıta Yoluyla İrtibat:

Mürid, şeyhine rabıta (kalben bağlanma) yaparak onun manevi feyzinden istifade eder.

Şeyh de müridinin bu bağlılığına ruhanî bir cevap verebilir. Bu, bir nevi kalpler arası iletişim olarak düşünülebilir.

2. Şeyh, Uzaktan Müridine "Hükmedebilir" mi?

Tasarruf, Zorlama Değil İnayettir:

Şeyh, müridine "emir vermekle" onu fizikî olarak kontrol edemez. Ancak mürid, şeyhine tam bir teslimiyetle bağlanmışsa, onun manevi etkisi altına girer.

Bu, "hükmetmek" değil, rehberlik etmektir.

Manevi Etki Nasıl Olur?

Şeyh, müridinin kalbine dua ve niyazla tesir edebilir.

Örneğin, bir mürid yanlış yola saparsa, şeyhinin duası onu koruyabilir veya içine bir huzursuzluk düşerek tövbe etmesine vesile olabilir.

Bu, "Allah'ın izniyle" gerçekleşen bir durumdur; şeyh kendi gücüyle değil, vesilelik makamıyla hareket eder.

3. Bunun Dayanağı Nedir? Kur'an ve Sünnette Var mı?

Kalplerin Birbirine İlhamı:

Hadislerde, "Müminin ferasetinden sakının, çünkü o Allah'ın nuruyla bakar." (Tirmizî) buyrulur. Bu, manevi sezginin mümkün olduğunu gösterir.

Ayrıca, velîlerin kerameti İslam inancında kabul edilen bir konudur.

Allah'ın Velî Kullarına İmdadı:

"Allah’ın velî kulları için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." (Yunus, 10:62)

Bu ayet, Allah'ın velî kullarını özel bir himayeye aldığını ve onların da müridlerine bu himayeden pay verebileceğini gösterir.

4. Sınırlar ve Uyarılar

Şeyh İlah Değildir:

Hiçbir şeyh, müridinin hayatını doğrudan kontrol edemez. Bu, şirke girer.

Tasarruf, Allah'ın izniyle ve sadece manevi terbiye amaçlıdır.

Körü Körüne İtaat Yoktur:

Mürid, şeyhin her dediğini yapmak zorunda değildir. Dinin sınırları aşılmamalıdır.

"Allah’a isyanda kula itaat yoktur." (Hadis)

Sonuç

Evet, tasavvufta şeyh, müridini manevi olarak uzaktan hissedebilir, ona dua ve kalp yoluyla tesir edebilir. Ancak bu, fizikî bir kontrol değil, ruhanî bir bağ ve ilahî bir lütuftur. Mürid, şeyhini bir vesile bilmeli, asıl gücün Allah'tan geldiğini unutmamalıdır.

Tasavvufta Tasarruf Yetkisi Nedir?

Kâinâtın Hâlık’ı ve Mâlik’i olan Allah Teâlâ, kendi varlığını bilmesi, ibâdet ve tâatte bulunması ve yeryüzünü îmar etmesi için mahlûkâtın en şereflisi olarak insanı kendisine halîfe tâyin etti. Âyet-i kerîmede bu gerçek:

“Hatırla ki Rabbin meleklere: «–Ben yeryüzünde bir halîfe yaratacağım.» buyurmuştu…” (el-Bakara, 30) şeklinde beyân edilmiştir.

Burada insanın “halîfe” kılınması şu mânâlara gelmektedir:

“Kendi irâdemden, kudret ve sıfatımdan ona bâzı salâhiyetler vereceğim; o Bana izâfeten, Bana vekâleten mahlûkâtım üzerinde birtakım tasarruflara sâhip olacak; Ben’im nâmıma ahkâmımı icrâ edecek; o bu hususta asil olmayacak; kendi zâtı ve şahsı adına asâleten ahkâmı icrâ edecek değil, ancak Ben’im bir nâibim ve vekîlim olacak. İrâdesiyle Ben’im irâdelerimi, Ben’im emirlerimi, Ben’im kanunlarımı tatbike memur bulunacak. Sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı vazîfeyi icrâ edecek olanlar bulunacak, «O (yüce Allah) sizi yeryüzünde halîfeler kıldı.» (el-En’âm, 165) sırrı zâhir olacak.” (Elmalılı, Hak Dini, I, 299-300)

Tasarruf, iki Türlüdür

Biri ilâhî yardımla tabiî şartları aşarak insanlar üzerinde birtakım olağanüstü işlere muvaffak olmaktır. Gerçek ve yegâne tasarruf sâhibi Allah’tır. Ancak Cenâb-ı Hakk bâzı kullarını bu tasarrufa mazhar kılabilir. Tasarrufun ikincisi nefsin hayâl gücüyle îzâh edilen türüdür. Bu bir cem-i himmet ve konsantrasyondur. Bu tür bir tasarruf gücü, insanda idmanla geliştiren sportmenlik kâbiliyeti gibidir. Bâzı insanlar böyle bir kâbiliyetle yaratılır. Bu kâbiliyet riyâzat ile gelişir. Bu tasarruf gücü ulvî maksadlar için kullanılırsa faydalıdır. Fakat kötü emeller için kullanılacak olursa makbûl olmaz.

Bu tür bir tasarruf gücü, dînî yüceliklerden sayılmaz, Allah nezdinde yakınlığa delîl olmaz. Tasarrufun birinci türü bir bakıma vehbî olduğu için murâd-ı ilâhîye göre ölümden sonra da devam edebilir. Ancak kesbî olan ve insanların birtakım temrinlerle geliştirdikleri tasarruf gücü ise hayât ile sınırlı olmalıdır.

Tasavvufa göre tasarruf, Allah'ın velî kullarına (şeyh, mürşid, kutup vb.) lütfettiği manevi yetki ve etki alanıdır. Bu yetki, şeyhin müridlerini terbiye etmesi, onlara ruhani rehberlik yapması ve bazı durumlarda gaybî yollarla yardımda bulunabilmesi anlamına gelir. Ancak bu yetki, mutlak değil, Allah'ın izni ve takdiriyle sınırlıdır.

1. Tasarruf Yetkisinin Kaynağı

Allah'ın İzniyle Gerçekleşir:

Hiçbir şeyh veya velî, kendi başına tasarruf sahibi değildir. Bu yetki, "Allah'ın velî kullarına bir ikramı" olarak kabul edilir.

"Allah’ın velî kulları öyle kimselerdir ki, onlar ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı kimselerdir." (Nur, 24:37)

Keramet ve İlâhî Lütufla İlişkilidir:

Tasarruf, velîlerin kerametlerinden biridir. Keramet, Allah'ın sevdiği kullarına verdiği olağanüstü hallerdir (peygamber mucizesi değildir).

2. Tasarruf Yetkisi Nasıl İşler?


A) Müridin Terbiyesi ve Manevi Eğitim

Şeyh, müridinin kalbini kötülüklerden arındırır, nefsini terbiye eder.

"Mürşid, müridin kalbine Allah’ın izniyle tasarruf eder." (İmam Gazâlî)

B) Gaybî Yardım ve İlham

Şeyh, fiziken uzakta olsa bile müridinin manevi durumunu hissedebilir.

Örnek: Bazı velîlerin, uzaktaki müridinin sıkıntıda olduğunu bilip ona dua ettiği nakledilir.

C) Ruhanî Himaye ve Koruma

Mürid, şeyhinin manevi himayesi altında olduğuna inanır. Bu, şeyhin duası ve manevi nüfuzuyla gerçekleşir.

"Evliyanın himmeti, müridine bir kalkandır." (Tasavvufî öğreti)

3. Tasarrufun Sınırları

Allah'ın İrade ve Takdirine Bağlıdır:

Şeyh, sadece bir vesiledir; asıl güç Allah'ındır.

"De ki: Allah’ın dilemesi dışında ben kendime bile bir fayda veya zarar veremem." (A’raf, 7:188)

Müridin İradesi ve Teslimiyeti Önemlidir:

Tasarruf, müridin samimiyeti ve bağlılığı ölçüsünde etki gösterir.

"Mürid, şeyhine ne kadar teslim olursa, feyiz o kadar artar."

Dinî Hükümlerin Dışına Çıkamaz:

Şeyh, asla haramı helal, helali haram kılamaz.

"Allah’a isyanda kula itaat yoktur." (Hadis)

4. Yanlış Anlaşılan Yönleri

Şeyh "Gaybı Bilmez", Sadece Allah'ın Bildirdiği Kadarını Bilir:

"Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez." (En’am, 6:59)

Şeyh İlâh Değildir, Sadece Bir Rehberdir:

Tasavvufta şeyh, müridi Allah’a götüren bir yol göstericidir, kendisine tapılacak bir varlık değildir.

Sonuç: Tasarruf, İlahî İzinle Sınırlı Bir Rehberliktir

Tasavvuftaki tasarruf yetkisi, Allah'ın velî kullarına bahşettiği manevi bir lütuftur. Şeyh, bu yetkiyi müridini terbiye etmek ve Allah yolunda ilerletmek için kullanır. Ancak bu, mutlak bir güç değil, dinin sınırları içinde kalan bir rehberlik sistemidir.

"Hakikî mürşid, seni kendine değil, Allah’a götürendir."

Tasavvufta "tasarruf yetkisi", Allah'ın bazı özel kullarına (evliya) bahşettiğine inanılan manevi bir etkileme ve yönlendirme gücü olarak tanımlanır. Bu yetki, zahiri (görünen) sebeplerin ötesinde, manevi yollarla varlıklar ve olaylar üzerinde etkide bulunabilme kapasitesini ifade eder.

Tasarruf Yetkisinin Anlamları:

Olağanüstü İşler Yapabilme: Tasarruf sahibi olduğuna inanılan kişiler, keramet olarak adlandırılan, normalde gerçekleşmesi mümkün olmayan bazı olaylara vesile olabilirler. Bu, bir nesneyi hareket ettirme, hastayı iyileştirme gibi çeşitli şekillerde tezahür edebilir.
Kalpleri Etkileme ve Yönlendirme (Teveccüh): Şeyhlerin müridlerinin kalplerini Allah'a yönlendirme, onların manevi ilerlemelerine yardımcı olma yeteneği olarak kabul edilir. Bu, müridin iç dünyasında huzur, muhabbet gibi olumlu değişikliklere yol açabilir.
Manevi Himaye ve Yardım (Himmet): Şeyhin veya velinin, manevi enerjisi ve duasıyla, zor durumda olanlara yardım etmesi, sıkıntılarını gidermesi şeklinde anlaşılır.
İrşad ve Terbiye: Şeyhin, müridini manevi yolda doğru bir şekilde yönlendirme, nefsini terbiye etmesine yardımcı olma gücü olarak da yorumlanır.

Tasarruf Yetkisinin Kaynağı ve Sınırları:

Tasavvufi anlayışa göre, tasarruf yetkisinin asıl sahibi Allah Teala'dır. Bu yetki, Allah'ın lütfu ve izniyle, O'na yakın olan, nefislerini terbiye etmiş ve Allah'ın rızasını kazanmış kullarına bahşedilir. Bu nedenle, tasarruf sahibi olduğuna inanılan kişiler, bu yetkiyi kendi güçleriyle değil, Allah'ın izniyle kullandıklarına inanırlar.

Önemli Hususlar:

Asıl Fail Allah'tır: Tasavvufta, tasarrufun zahirde kul eliyle gerçekleşse bile, gerçek failin Allah olduğuna inanmak esastır. Aksi takdirde bu, şirke yol açabilecek bir sapma olarak görülür.
Veli Olmanın Şartı Değildir: Tasarruf sahibi olmak, veli olmanın zorunlu bir şartı değildir. Veli olmanın temel ölçütleri zühd, takva ve Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) sünnetine uymaktır.
İmtihan Vesilesi Olabilir: Tasarruf yetkisi, bazı durumlarda hem tasarruf sahibi olan kişi hem de ona inananlar için bir imtihan vesilesi olabilir. Bu yetkinin doğru ve hikmetli bir şekilde kullanılması önemlidir.

Sonuç:

Tasavvufta tasarruf yetkisi, Allah'ın seçkin kullarına bahşettiğine inanılan, manevi etkileme ve yönlendirme gücüdür. Bu yetki, kerametler, kalbi yönlendirme, manevi yardım ve irşad gibi çeşitli şekillerde tezahür edebilir. Ancak bu yetkinin asıl sahibinin Allah olduğu ve bu yetkinin O'nun izniyle kullanıldığına inanmak temel bir prensiptir.

“Tasarruf” Nedir?

“Tasarruf” olayı ne?..

“Tasarruf” dediğimiz şey, görevli velîlerin yapılar üzerinde onları diledikleri tarza yönlendirme özelliğidir.

“Tasarruf” kelimesi ile kastedilen şey, genelde anlamı iyi bilinmediği için “nüfuz” ile karıştırılarak aynı şeymiş gibi anlaşılır... Nasıl ki, “Fetih” ve “Keşif” iki ayrı özellikse, “nüfuz” ve “tasarruf” diye de iki ayrı özellik vardır.

Bütün velîlerde ortak olan özellik, “nüfuz”dur. Yani, “kişisel güç”!..

Beyin gücü veya ruh gücü dediğimiz olay!... Herhangi bir olayı veya herhangi bir meseleyi çözmek için karşısındakine bir şey verebilmek için, kendi “nüfuz”unu kullanır.

Yani, bu demektir ki, kendi beyin gücünü kullanarak, karşısındakinin beyninde belli bir kapasite açılımı yapar. Yani ona feyiz verir. Bu kapasite açılımının neticesinde de onda belli bir idrak oluşturur. İşte bu olay “nüfuz” kullanmadır...

Ancak ne var ki, o kişinin daha sonra belli çalışmalarla bu beyin kapasitesini takviye etmesi ve artırması şarttır. Yoksa, belli bir süre sonra orada kapanma, gerileme olur.

“Tasarruf” ise, herhangi bir velînin görevi gereği olarak, kendi emrine verilmiş melekleri veya cinleri kullanarak herhangi bir olayı oluşturmasıdır... Görevi gereği, emrindeki melek veya cinleri kullanarak o olayı oluşturması, “tasarruf” denen şeydir.

Tasarruf eden bu tasarrufunun farkındadır, değil mi, diye sorulursa...

Farkındadır tabii!.. Farkında olmadan yapıyorsa, o tasarruf değildir!

Zaten, görevli velîler, genellikle tasarruf sahibidirler ve farkındadırlar yaptıklarının...

Onun dışındakiler, yani görev dışındaki olaylar, kişisel nüfuz olayıdır!.. Onlar, göreve taalluk etmez!.. Yani, bir velînin, çevresindeki belli kişilere yardımcı olmak gayesi ile kendi beyin gücünü kullanmasıdır “nüfuz” olayı ki, bunu tekrar belirtiyorum “tasarruf”la hiçbir alâkası yoktur!..

Peki, 124 bin velî için de geçerli mi bu? 124 bin velî için de “nüfuz” dediğimiz, “kişisel nüfuz” dediğimiz olay, geçerlidir.

Başka bir soru; 124 bin velî de tasarruf sahibi olduğunu bilir mi? Tasarruf sahibi değil!.. Nüfuz sahibi!.. Karıştırmayın!..

Tasarruf, sadece görevli velîlere has bir olaydır.


Tasarruf

"Tasarruf" sözlükte; yetkiyi kullanarak iş yapma, sahip olma, kullanma, idare etme, serbest davranma, çekip çevirme gibi anlamlara gelir. Tasavvuf terimi olarak ise olağanüstü yollardan iş yapmak ve tesir etmek, insanlara ve eşyaya hükmetmek, Allah’ın eşyayı ve bütün varlıkları genelde tüm insanlara, özelde ise peygamber ve veli kullarına boyun eğdirmesi gibi anlamlar taşır.


Mutlak Tasarruf

İslam âlimlerinin ortak görüşüne göre, varlık üzerinde mutlak tasarruf hakkı yalnızca Allah’a aittir. Mutlak tasarruf iki şekilde anlaşılabilir:

Cenab-ı Hak, hiçbir aracıya veya yardımcıya ihtiyaç duymadan, sınırsız bir şekilde yarattığı varlık üzerinde dilediği tasarrufu yapabilir. İradesi tecelli ederse bunu gerçekleştirmeye kadirdir ve kimse engel olamaz. Ancak –haşâ– ölçüsüz davranmaz, zira O adalet, hikmet gibi sıfatlara sahiptir ve iradesi bu sıfatlara uygun olarak tecelli eder.

İnsanın fiilleri de dâhil olmak üzere her türlü tasarrufun gerçek sahibi Allah’tır. Ancak Allah, bu tasarrufu melekler ve insanlar gibi vasıtalar aracılığıyla gerçekleştirir.

Örnekler:

"Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü. Attığın zaman sen atmadın, Allah attı." (Enfal, 8/17)

"Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, fakat Allah dilediğini doğru yola iletir." (Kasas, 28/56)

Bütün varlıklar arasında yalnızca insana (ve kısmen cinlere), sorumluluğun temelini oluşturan bir irade, meyil ve "kesb" yeteneği verilmiştir. Âlimler bu ikinci tür tasarruf konusunda farklı görüşler belirtmiş olsalar da, Mutezile dışındaki tüm ekoller, Allah’tan başka hiçbir varlığın mutlak tasarruf sahibi (örneğin fiilinin yaratıcısı) olamayacağında ittifak etmişlerdir.

Tasavvuf ehli bu durumu, maşayla sobadan ateş alan bir adamın haline benzetir: "Ateşi alan maşa mıdır yoksa adam mı?" Bu misalde gerçek fail Allah, insan ise maşa hükmündedir.

İnsanların çoğu bu hakikatin farkında olmadığı için kendilerini mutlak tasarruf sahibi zanneder. Ancak nefis terbiyesiyle kemale eren ve irfan seviyesine ulaşan kişi böyle düşünmez. Bir kudsî hadiste belirtildiği gibi, o kimse artık Allah’ın "işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı" olduğunu idrak eder ve meyil düzeyindeki iradesini de O’na teslim eder.

İnsanın Tasarrufu

Giriş paragrafında da belirtildiği gibi, Allah (cc) yarattığı varlıklar arasında insanı kendisine halife olarak seçmiş ve bütün varlığı onun emrine vererek, belirlediği esaslar çerçevesinde tasarruf yetkisi bahşetmiştir. Zira "insan, şu kâinat ağacının en son ve en kapsamlı meyvesi; Hakikat-ı Muhammediye (sav) cihetiyle çekirdek-i aslîsi; kâinat Kur'an'ının âyet-i kübrası ve ism-i azamı taşıyan âyetü'l-kürsîsi; kâinat sarayının en mükerrem misafiri ve o saraydaki diğer sakinler üzerinde tasarrufa yetkili en faal memurudur."

Allah şöyle buyurur:
"Allah, emriyle denizde gemilerin akıp gitmesi, O'nun lütfundan (rızkınızı) aramanız ve şükretmeniz için denizi sizin hizmetinize verendir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendi katından (bir lütuf olarak) size âmâde kılmıştır." (Câsiye, 45/12-13)

Elmalılı'nın Tefsiri:
"Emriyle gemilerin akıp gitmesi için –sizin menfaatinize olsa da sizin emrinizle değil, O'nun emriyle– denizi musahhar kıldı. 'Emir'den maksat, iradesi ve ona delalet eden tabii kanunlardır. Bu, hem geminin suyla olan hacim ilişkisini, hem hareket ettirici kuvvetler arasındaki dengeyi, hem de çevre şartlarının uygunluğunu kapsar. Yoksa insanlar, Allah'ın koyduğu kanunları uygulamadan sırf kendi istekleriyle denizde tasarruf edemezler."
İnsanın Tasarruf Yetkisinin Sınırları

Allah'ın kâinata yerleştirdiği –insanoğlunun henüz keşfedemediği– tabiat kanunlarını uygulayan her insan, belirli sınırlar içinde yere, göğe ve içindekilere hükmedebilir. Bilim ve teknolojinin ilerlemesiyle yıldızlararası seyahatler, kara deliklerin aşılması veya maddenin farklı boyutlarının keşfi gibi gelişmeler, insanlığın karşılaşacağı yeni tabiat kanunlarını şimdiden kestiremeyeceğimiz gibi; ruh dünyasına yönelik araştırmalar derinleştikçe de ne tür hakikatlerle yüzleşeceğimiz meçhuldür. Kur'an'da bu durum şöyle ifade edilir:
"Onlara delillerimizi hem âfâkta (dış evrende) hem kendi nefislerinde göstereceğiz; ta ki Kur'an'ın mutlak hakikat olduğu onlar için de ayan beyan ortaya çıksın." (Fussilet, 41/53)

Bu, insana verilen bir imtiyazdır ve onun yeryüzündeki hilafet sıfatından kaynaklanır.


Olağanüstü Tasarruflar

Bazı seçkin kişiler –başta peygamberler olmak üzere– tabiat kanunlarını aşan (Batılıların supernatural activity dediği) özel bir tasarruf yetkisine sahiptir. Örneğin Hz. Süleyman (as):
"Rüzgârı onun emrine verdik; istediği yere onunla kolayca giderdi. Her türlü bina ustası ve dalgıç şeytanları da zincirlere vurulmuş halde onun hizmetine sunduk." (Sâd, 38/36-38)

Diğer peygamberlerden de benzer tasarruflar nakledilir. Hz. Muhammed (sav), namazda kendisine musallat olan bir ifriti yakalayıp mescidin direğine bağlamayı düşünmüş, ancak Hz. Süleyman'ın "Allah'ım, bana benden sonra kimseye nasip olmayacak bir mülk ver" (Sâd, 38/35) duasını hatırlayarak vazgeçmiştir.

İbn Arabî'nin Yorumu:
"Bu hadise gösteriyor ki, Resulullah (sav) dileseydi cinlere hükmedebilirdi. Ancak Süleyman (as)'ın duasına hürmeten bundan imtina etti. Bu durum, o duayla çelişmez; zira Süleyman'ın mülkü mutsaktı, başkalarının özel tasarruflarını engellemez."
Tasavvufta Hilafet ve Tasarruf

Abdülkerim el-Cilî'ye göre:
"Halife, temsil ettiği varlığın tüm sıfatlarını taşır. Allah mutlak tasarruf sahibiyse, O'nun halifesi olan veli de bu yetkiye sahip olmalıdır. Tasarruf edemeyen halife, hakiki halife değildir. Mutlak hilafet, İnsan-ı Kâmil olan Muhammedî Hakikat'indir. Nebi ve velilerin hilafeti ise bu hakikatin suretine mazhar olmalarındandır."

Tasarrufun Oluş Şekli

Verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, tasarruf değişik şekil ve vasıtalarla cereyan etmektedir. Tasavvuf ehli bu konuda şu açıklamayı yapar:
“Tasarruf; cem’iyet-i kalb (kalp konsantrasyonu), himmet, ervah-ı felekiyyenin muaveneti (astronomik dengeler ve semavî varlıkların yardımı), havass-ı umûr-ı tabiiyye (tabii şartlar, kanunlar ve özellikler), esma-i ilahiyye (Allah’ın isimleri okunarak) ve bizzat emir ile meydana gelir.”

Buradan şu neticeler çıkarılabilir:

Emir ile yapılan tasarruf: Buna mucize denir ve sadece peygamberler eliyle meydana gelir. “Rüzgâr, onun emriyle istediği yere tatlı tatlı eserdi.” (Sâd, 38/36) ayeti buna işaret etmektedir. En üstün ve kâmil tasarruf ve teshir budur.

Emir dışında sayılan diğer yollarla yapılan tasarruf: Bunu dört gruba ayırmak mümkündür:
a. Allah dostlarının eliyle meydana gelen kerâmet: Bu da yine Allah’ın izni, dilemesi ve yardımı ile olur. Mucize ile yakın benzerlik gösterir. Sadece emre dayanmadığı gibi, sadece nefsin egzersizle geliştirilen bazı güçleriyle de meydana gelmez.
b. Allah düşmanlarının eliyle meydana gelen istidrac.
c. Yogi, sihirbaz, medyum vb. adlarla anılan kişiler eliyle meydana gelen olaylar: Bir kısmı göz boyama ve el çabukluğuna dayandığı için harikulade sayılmayan bazı değişik davranış ve olaylardır.
d. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler yoluyla meydana gelen icatlar: Herkesin anlayamayıp, işin uzmanları tarafından anlaşılan hususlardır. “Evet, (Kur’an) mucizat-ı enbiyayı zikretmesiyle fen ve sanat-ı beşeriyyenin nihayet hududunu çiziyor. En ileri gayatına parmak basıyor. En nihayet hedeflerini tayin ediyor. Beşerin arkasına dest-i teşviki vurup o gayeye sevk ediyor.” ifadesi, insanoğlunun kıyamete yakın bir dönemde bilimsel metotlarla mucizeye yakın bir seviyede kâinatta tasarruf edebileceğini zımnen belirtmektedir.

Himmet ve Tasarruf

Himmet; azim, enerji, istek, meyil, şevk gibi anlamlara gelir. Terim olarak, kulun bir şeyi elde etmek için kalbinin bütün gücü ile Hakk’a yönelmesine; ermiş kişilerin maksadı hasıl eden, iş bitiren ve dilediklerini yerine getiren manevî gücüne himmet denir.

Himmet kavramı, erken dönemlerden itibaren tasavvuf kültüründe yerini almış ve dikkat, yoğunlaşma, ilgi, yöneliş gibi anlamların yanı sıra manevî/kalbî bir güç olarak da görülmüştür. Nitekim yaklaşık Hicrî 250’de vefat eden Ebû Abdullah b. Cellâ, “Himmeti bütün varlığın üstüne çıkan kişi, varlığı var edeni bulur. Himmeti ile başka bir şeye yönelen kişiden Hakk vazgeçer. Zira kendisine ortak koşulmasından hoşlanmaz.” diyerek bu noktaya dikkat çekmiştir. İbrahim Kassâr (ö. 316 H.), “Her insanın değeri himmeti ölçüsündedir. Himmeti dünya ise bir değeri yoktur, himmeti Allah rızası ise ona değer biçilmez.” sözleriyle himmetin önemini dile getirmiştir.

Günümüzde yaygınlık kazanan Uzak Doğu kökenli akımların üzerinde durduğu zihin/bilinç konsantrasyonu, himmetin bir noktaya veya işe yoğunlaşması şeklinde yorumlanabilir. Bu durum, himmetin çok daha önceden insanlık tarafından bilindiğine işaret etmektedir.

Verilen anlamların yanı sıra, daha sonraki dönemlerde himmetin anlamı üç yönde genişleme göstermiştir:

Yardım ve manevî destek anlamında himmet: Yaygın bir şekilde, yardım etme, yönlendirme, kalbi kötü duygu, düşünce ve meyillerden temizleme, manen yükseltme, kalbe feyiz verme gibi anlamlarda kullanılmıştır. Bu anlamıyla şeyhten müride himmet eli (şeyhin manevî gücü ve onda bulunan manevî enerji) uzatılır. Gerek maddeten darda kaldığı zaman, gerekse manen engellerle karşılaştığı veya yükselmesi gerektiği zaman bu himmet müridin yardımına yetişir. “Medet ya şeyh, medet ya gavs!” gibi çağrılar, bu himmet anlayışının ifadesidir. Mürşidin himmeti olmadan bazı müridlerin yetişmesi, yani kalplerinin önce tasfiye edilip sonra feyizle dolması neredeyse mümkün değildir. Ancak bu himmet her mürşitte aynı seviyede olmadığı gibi, her müride de aynı derecede himmet edilemez. Zira, teşbihte hata olmasın, himmet yüksek gerilim hattı gibidir ve her mürid bunu kaldıramaz. Onun için mürid yetiştirmede en son başvurulan yöntemlerden biri olarak görülmüştür.

Müridin himmeti: Müridin teveccüh ve nazarıyla birlikte, bütün himmetini şeyhine, verilen derse ve ihvana hizmete yönlendirmesi, onun manen yükselmesinin temel şartıdır. Bu anlamda himmet, müridin mâsivâ ile irtibatını koparıp Hakk’a yönelmesini sağlayan enerji ve güç olarak anlaşılır.

İbn Arabî’ye (ö. 638/1240) göre himmet: O, himmete yeni anlamlar yüklemiş ve onu, özellikle insan-ı kâmilde (yetkin insan) var olan olağanüstü ilahî bir güç olarak açıklamıştır. Buna Toshihiko İzutsu’nun ifadesiyle “yoğunlaştırılmış ilahî enerji” demek de mümkündür. Burada himmet iki anlamda kullanılmıştır:

Geçici olarak yaratma gücü,

Bilgi edinme metodu ve gücü.

"Geçici Olarak Yaratma"

Bir ârif isterse, bütün ruhani enerjisini üzerine yoğunlaştırmak suretiyle herhangi bir nesneye etki edebilir; hatta halen mevcut olmayan bir nesneyi dahi varlığa büründürebilir. Yani bir ârif, herhangi bir şeyi kendi iradesine mahkûm edebilir. Zira onda teshir (etkileme) kudreti bulunmaktadır.

İbn Arabî’nin konuyla ilgili ifadeleri şöyledir:
“Her insan, bu dış âlemde değil de yalnız kendi hayalinde var olabilen şeyi vehim ve hayal gücüyle (kendi zihninde) yaratır. Ârif ise bunu himmetiyle zihninin dışında da yaratır. Fakat ârifin himmeti, o şeyin varlığını ancak bu himmet devam ettiği sürece korur. Yaratılmış olan şeyin korunması ona ağır gelmez. Ama bu yarattığı şeyin korunması hususunda ârifi ne zaman bir gaflet basacak olsa, o zaman bu yarattığı şey de yok olup gider.”

İbn Arabî üzerinde yıllarca çalışan El-Afifî, onun bu konudaki görüşlerini şöyle özetlemektedir:
“Hayatının ilk yıllarında İbn Arabî, himmeti, vukuunda Allah’ın şeyleri yarattığı bir sebep şeklinde izah eder. Yoksa himmetin kendisi yaratıcı değildir. Himmeti aynı şekilde hipnotik bir kudret ya da kendine telkin gibi bir şey olarak görür. Daha sonra İbn Arabî himmeti küllileştirmiş ve onu âlemdeki her hareket ve değişikliğin nedeni olan gizli bir kudret saymıştır.”

Afifî, İbn Arabî’nin şerhlerinden de yararlanarak, başka bir yerde himmetle ilgili şu açıklamayı yapmaktadır:
“Sûfîlerdeki yaratma kuvvetini iki şekilde anlamak mümkündür:

a. Fenâ hali diye isimlendirdikleri özel bir halde sûfî, haricî âlemde istediği herhangi bir şeyi yaratabilir ve meydana getirebilir. Şu anlamda ki, Allah, sûfîlerin istediği bu şeyi onun vasıtasıyla yaratır. Bu durumda fiil, Hakk’ın fiilidir; fakat beşerî sıfatlarından fani olup ilahî sıfatlarla baki olan ve onlar ile tahakkuk eden ârifin vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Bu nazariyeye göre ârifin payı, Allah katındaki yaratma kuvvetini izhar etmede vasıta olmaktan ibarettir.

Bu yorum, Eş’arîler’in kulun fiillerini yaratması görüşüne benzediği gibi, Malebranche’ın insan fiillerinin ve diğer fiillerin meydana gelişi hakkındaki teorisine de benzemektedir. Bu teori, çağdaş felsefede ‘şartlar’ veya ‘vesilecilik’ nazariyesi olarak bilinmektedir. Bunun anlamı şudur: Bütün fiiller gerçekte Allah’a aittir, fakat bu fiiller belirli şartlar –insanla ilgili veya insan dışında– gerçekleştiğinde zuhur eder. Bu durumda, fiili bu şartların yarattığı zannedilir; gerçekte ise onu yaratan sadece Allah’tır.

İbn Arabî’nin nazariyesinde bu özelliğin ârife tahsis edilmesi ise şöyle açıklanabilir: İnsana ait yaratma, cem’-i himmete muhtaçtır; cem’-i himmet, en ulvî ve en saf hallerinde insanın ruhî kuvvetleriyle yaratmak veya değiştirmek istediği şeye bütünüyle yönelmesidir. Bu da ancak ‘ârif’ veya ‘insan-ı kâmil’ için mümkün olabilir.

b. Ârifin yaratmasını anlamanın ikinci yönü ise, müellifin ‘hazarât-ı hams’ı açıklama sadedindeki izahıdır. Burada aynı zamanda ârifin yaratılmış şeyleri nasıl koruyacağı da açıklanmaktadır. Buna göre var olan her şey, beş mertebenin biri veya birkaçında var olmaktadır… Bu mertebeler, bazı açılardan Platonik ‘feyizler’e benzer ve bunlar aşağıya doğru düzenlenmiştir. Şöyle ki, herhangi bir mertebeye kendi üstündeki mertebede bulunan şeyler yansıdığı gibi, kendisinde bulunan şeyler de bir altındaki mertebeye yansır. Bazen eşyanın sadece ulvî mertebelerde varlığı bulunur, aşağı mertebelerde varlığı bulunmaz; bazen de herhangi bir şeyin bütün mertebelerde varlığı bulunabilir. ‘Ârif himmetiyle herhangi bir şeyi yaratır’ cümlesinin anlamı, ârifin daha üst bir âlemde bilfiil varlığı olan bir şeyi his âleminde izhar etmesi demektir; yoksa daha önce var olmayan bir şeyi varlığa çıkarması değildir. O halde ârif, himmetini herhangi bir mertebede eşyanın suretinde yoğunlaştırmakla, o şeyi mahsus bir suret içinde haricî varlık alanına çıkarabilir; herhangi bir şeyin suretini herhangi bir ulvî mertebede korumakla da, süflî mertebelerde onun suretini korumuş olur. Bunun aksi de doğrudur.”

Fusûs Şârihi Ahmed Avni Konuk ise bu yaratma işini şöyle açıklamaktadır:
“Himmetin mânâsı budur ki, ârif huzûr-i kalb ile hatırını ve kuvvetini toplayıp, vehmiyle ve fikriyle kendi nefsini, halk ve takdir edeceği şeyin icadına musallat kılar. Ve o şey dahi mahall-i himmet olan kalbin haricinde gölge gibi mevcut olur. Ve bu keyfiyet-i halk, ârifte kuvve-i kudsiyye ve nisbet-i ilâhiyye bulunduğu içindir. Ârifin gayrı olan avâm, kalplerinde tahayyül ve vehm ile bir şeyi ihdas etseler bile, ruhlarında kuvve-i kudsiyye olmadığından o suver-i muhayyeleye vücûd-i hissî verip hariçte izhar etmeğe muktedir değillerdir.”

Sadeleştirilerek metnin özeti şöyle verilebilir:
İnsanlar bazı şeyleri hayal ederler; ârif olan ise hayal ettiği şeyi himmet gücüyle dış dünyada da görünür hale getirir. Himmet, bu şeyin ruhu mesabesindedir; diğer insanların hayalleri ise sadece zihinlerinde kalır.

Bilgi Edinme

Izutsu, İbn Arabî’nin himmete yüklediği ikinci anlamı şöyle açıklamaktadır:
“Pratikteki veçhesi bakımından eşyanın teshir altına alınması demek olan himmet, bilgi edinmeye yönelik veçhesi bakımından, varlığın esrarına nüfûz etme ama aklın hükümran olduğu bölgenin ötesinde kalan bir kudret olma özelliğine sahiptir. Bu bakımdan İbn Arabî’nin Fusûs’unun bir pasajında, varlığın gerçek hakikatinin ancak himmetle teçhiz edilmiş bir kul tarafından bilinebileceğini beyan etmesinin de çok anlamlı olduğunu söyleyelim. Himmet aslî olarak, bir ârifin bütün ruhanî güçlerini belirli bir noktaya teksif etmesinden ve bu güçlerin yoğunlaştığı kalbinin de belirli bir istikamete yönlendirilmesinden ibarettir.”

İrfan ve Tasarruf İlişkisi

Genelde sûfîler, velayet makamıyla tahakkuk edip kurbiyet makamına ulaşan âriflerin, himmetlerini istedikleri şeye yöneltip tasarruf edebildiklerini ifade ederler. Ancak başta İbn Arabî olmak üzere bazıları, marifetin seviyesine göre tasarrufun ters orantılı olarak değiştiğini söylerler. Bu durum hem tasarrufun cereyan şekli, hem Allah’la münasebet, hem de insan iradesi ve ihtiyarı ile ilgilidir. Konuyu maddeler hâlinde şu şekilde ele almak mümkündür:

“Bir şeyde himmetle tasarruf etmek için kuvve-i zâhire ve bâtınenin heyet-i mecmuasını o şeye huzur-ı tam ile ve teveccüh-ı küllî ile yöneltmeli ve o şeyin gayrısına kalpte ittisâ olmamalı, yani başka şeye gönül müteveccih olmamalı. İşte himmet böyle bir cemiyetle müessir olur. Marifet ise ârifi bu cemiyetten ayırır; zira himmetini sarf edeceği şeye külliyetle teveccüh edip onu kalbine idhal etmekle, marifet-i Hakk’ı kalbinden çıkarmak lâzım gelir. Binaenaleyh marifeti tamamlayan ârif, tasarruftan ârî ve gayet acz ü zaaf ile zâhir olur.”

Ârifin tasarrufa kâdir olamamasının diğer nedeni de şudur: Ârifin acizlik ve eksikliğinin farkında olması, elindeki eşyada tasarruf etme kudretinin ona ait olmadığını ve kendisini Hakk’ın elinde bir araç olduğunu idrak etmesi, kalbinde bu cemiyetin sağlanmasına engeldir. Bu gerçekleşmeyince de tasarruf edemez.

“Muvahhid-i müstağrak o kimsedir ki, derya onda tasarruf eder ve onun derya üzerinde bir tasarrufu yoktur. Yüzen kimse ile gark olan kimsenin her ikisi de deryadadırlar, fakat müstağrakı su götürür ve mahmûldür; yüzen kimse ise kendi kuvvetinin hâmilidir ve kendi ihtiyarı iledir. Binaenaleyh müstağraktan sâdır olan her bir hareket ve her bir fiil ve kavil o sudan hâsıl olur, kendisinden değildir. Onun vücudu ortada bir bahanedir. Meselâ duvardan bir sadâ işitirsen, bilirsin ki duvardan değildir, duvarı söyleten bir kimse vardır. İşte evliya da böyledir; ölümden önce ölmüşler ve duvar hükmüne girmişlerdir, onlarda bir kıl ucu kadar varlık kalmamıştır. Hakk’ın kudret elinde bir kalkan gibidirler ve kalkanın hareketi kendinden değildir. İşte ‘ene’l-Hakk’ın’ anlamı budur.”

“Nasıl ki insan, diğer insanların mutasarrıf olduğu şeyi terk edince onların muhabbetini kazanır, aynen öyle de, Allah’ın tasarrufunda olan kendi nefsini ve kendinden zâhir olan fiilleri kendi nefsine izafe etmeyip Hakk’a terk ettiği vakit, O’nun yanında da böyle olur. Yani emr-i tasarrufta Hakk’a iştirakten vazgeçtiği için Hak Teâlâ ona muhabbet eder. Kendi nefsini ve fiillerini tecelliyât-ı Hakk’tan ibaret bildiği ve bu marifetle kesreti nefyetmiş olduğu için tevhid üzerinde râsid olur.”

Ârif, ubûdiyet makamında tahakkuk etmiştir; kendiliğinden tasarruf etmez. Efendisi (Allah) ne derse onu yapar. İradesini, Efendisi’nin iradesinde fânî kılmıştır. Mutlak irade sahibi O’dur. Onun için ârif, kendisinde hissettiği ârızî iradeyi kullanmanın Allah karşısında cehalet ve edebe aykırı olduğunu bilerek tasarrufu gerçek sahibine bırakır ve mutlak acziyet hâline döner. Bu, İbn Arabî’nin, “Allah sizi zayıflıktan yarattı, sonra size zayıflığın ardından kuvvet verdi, sonra kuvvetin ardından tekrar zayıflık ve ihtiyarlık verdi.” (Rûm, 30/54) âyetine verdiği felsefî-sûfî yorumdur.

Vahdet-i vücûd anlayışına göre, varlık birdir. Dolayısıyla ârif, kimin veya neyin üzerinde tasarruf edecektir? Zira O’nun vücudundan başka varlık göremez. Ârifin bu marifet ve müşahedesi onu tasarruftan alıkoyar.

Âriflerin tasarruftan el çekmelerinin başka bir sebebi daha vardır: Onlar, varlıktaki her şeyin ezelde sabit olduğu hâle göre zuhûr ettiğini idrak ederler. Başka bir ifadeyle onlar, olayların ezelde takdir edilip belirlendiğini ve kudret elinin yazmış olduğu bir tek kelimeyi ortadan kaldırabilecek hiçbir varlığın bulunmadığını idrak ederler. O hâlde, neyde ve niçin tasarruf edeceklerdir?

Yukarıda verilen bilgilerden şu sonucu çıkarmak mümkündür: Bu konuda iki makam bulunmaktadır: Birincisi bekâ, yani tasarruf makamıdır. İkincisi ise fenâ, yani tasarrufu terk makamıdır.

Tasarruf–Şirk İlişkisi

Tasarruf, cezbedici ve nefsin hoşuna giden bir olaydır. Onun için, sadece tasarruf etmek yani eşya ve olaylara söz geçirmek ve yönlendirmek amacıyla tasarruf metodunu ve pratiklerini uygulamaya kalkışmanın yanlışlığına, hatta şirk olduğuna şu ifadelerle dikkat çekilmiştir:

“Havas ile iştigal ve bu vasıta ile Allah’ın yaratıkları üzerinde tasarruf, Allah dostlarının nazarında şirktir; zira kâinatta mutasarrıf ancak Hak’tır. Onun için kulun tasarrufa kalkışması Hakk’ın tasarrufuna iştirak sayılır. Bilhassa sülûk ehli için böyle bir gaye ile Allah’ın isimlerine devam etmek, onu yolda bırakır.”

Mutasavvıf olmamakla birlikte tasavvufî konularda geniş bilgiler veren İbn Haldun da bu konuya değinmekte, tasarrufun bir yönüyle sihre benzediğine dikkat çekmekte, ancak onu şu ifadelerle ayırmaktadır:

“Âlemde tasarruf etme ve gaybı bilme nevinden olmak üzere mutasavvıflar için hâsıl olan hususlar, bizzat değil, bilârızdır (Allah tarafından, onlar istemeden, dolaylı olarak verilir). Bu durum işin başında kastedilmiş değildir. Çünkü bu husus kastedilmiş olarak ona yönelmek, Allah’tan başkasına yönelmek olur. Bu ise eşyada tasarruf etmeyi ve gaybı bilmeyi gaye etmekten başka bir şey değildir. Bu da şirk olur. Sûfîlerden biri, ‘İrfan sahibi olmak için irfanı tercih eden, ikinci bir ilâha kâil olmuş olur’ demiştir. Onun için sûfîler teveccühleriyle Mabud’u kasdederler, O’ndan başka hiçbir şeyi gaye edinmezler. Bu esnada onlara bir şey hâsıl olsa, bizzat değil, bilârız hâsıl olur. Onların çoğu da önlerine böyle bir şey çıksa, ondan kaçar ve değer vermez.”

Ancak, gaye yapılmadan tasarruf etmenin mubah olduğu ve seçkin bazı mutasavvıflar tarafından da başvurulduğu bilinen bir gerçektir. Onun için tasarrufta dikkat edilmesi gereken bazı hususları kayıt altına alan âlimler şu noktalara dikkat çekmişlerdir:

Amaç ve araç mubah olmalıdır.

Dıştan ve içten bu tasarruf dolayısıyla kibir ve kendini beğenme hâli oluşmamalıdır. Tedbir olarak bu sırada sürekli dua etmelidir.

Tasarrufla gereğinden fazla uğraşmamalıdır. Zira böyle hâlleri olan kişi tehlikededir. Fitnelerin en büyüğü ise avam halkın bunu kemâlât zannetmeleridir. Bu durum ancak zaruret olursa başvurulabilir. Onun için bazı büyükler, “Eğer hiçbir zikir müride etki etmezse, o zaman şeyhi teveccüh yapsın” demişlerdir.35

Ölümden Sonra Tasarruf

Genel olarak tasavvuf ehli, ruhun bedenden ayrıldıktan sonra daha serbest ve etkin bir şekilde hareket imkânına kavuştuğunu düşünür ve bu anlayışın bir neticesi olarak bazı kişilerin ölümlerinden sonra da tasarruf edebileceklerini söylerler. Şu dörtlük bu anlayışı özetlemektedir:

İki alemde tasarruf ehlidir ruh-i veli,
Deme ki bu mürdedir, bunda nice derman ola,
Ruh şemşir-i Huda’dır, ten gılaftır ona,
Dahi a’la kâr eder bir tiğ ki uryan ola.
(Lâedri)

Şu ayırıma da dikkat çekilmiştir: Peygamber ve veli kulların tasarrufu, bir nevi vehbî olduğundan, ölümden sonra da devam edebilir. Ancak bir nevi kesbî olan diğer tasarruf şekilleri ölümden sonra devam edemez. Kelam ağırlıklı eserler kaleme almasına rağmen Bediüzzaman Said Nursî (ö. 1960) de ölümden sonra velilerin tasarruf edebileceğine şu örneği vererek katılmaktadır:

“Hazret-i Mevlâna Hindistan’dan Tarîk-ı Nakşî’yi getirdiği vakit, Bağdat dairesi Şah-ı Geylânî’nin ba’de’l-memat hayatta olduğu gibi taht-ı tasarrufunda idi. Hazret-i Mevlâna’nın (Hâlid-i Bağdâdî) mânen tasarrufu -bidâyeten- câ-yi kabul göremedi. Şah-ı Nakşibend ile İmam-ı Rabbânî’nin ruhaniyetleri Bağdat’a gelip Şah-ı Geylânî’nin ziyaretine giderek rica etmişler ki; ‘Mevlâna Hâlid senin evlâdındır, kabul et!’ Şah-ı Geylânî, onların iltimaslarını kabul ederek Mevlâna Hâlid’i kabul etmiş. Ondan sonra Mevlâna Hâlid birden parlamış. Bu vâkıa; ehl-i keşifçe vâki ve meşhud olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin bir kısmı müşahede etmiş, bazıları da rüya ile görmüşler.”

Ölümlerinden sonra tasarruf sahibi olan kişilere şu isimler örnek verilmektedir: Akîlü’l-Münbecî (ö. ?), Ebü’l-Hasan Harakânî (ö. 425/1034), Abdülkâdir-i Geylânî (ö. 562/1166), Şeyhü’l-Harrânî (ö. 581/1185) ve İmâm-ı Rabbânî (ö. 1034/1624).

————————————–
DİPNOTLAR

* Prof. Dr. , Yüzüncü Yıl Üniv. İlahiyat Fakültesi.

1 İnsanın Allah’ın halifesi olduğu ile ilgili bir çok ayet vardır. Misal olarak şu ayetlere bakılabi-lir: Bakara, 2/30; En’am, 6/165; Neml, 27/62; Yunus, 10/14.
2 Geniş bilgi için bk. İbn Haldun, Mukaddime, haz.: S. Uludağ, İstanbul 1988, c. I, ss. 358-360, 392-399; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ts., c. VIII, s. 5403.
3 Cevheri, es-Sıhah, c. V, s. 2019.
4 Asım Efendi, Kamus Tercümesi, yy, ts., c. III, s. 548.
5 Bk. Sadettin Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 61.
6 Şu kaynaklara bakılabilir: S. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 365; Münavî, Feyzu’l-kadir, c. IV, s. 280; Abdurrahman es-Sülemi, Ariflerin Yolu, çev.: Süleyman Ateş, Ankara 1981, s. 11; Sühreverdi, Avarifu’l-Maarif, çev.: İ. Gündüz, H. K. Yılmaz, İstanbul 1990, s. 158; E. Cebecioğlu, Tasavvuf Terimler ve Deyimleri Sözlüğü, s. 717; E. A. et-Tahanevî, Hadislerle Tasav¬vuf, haz.: Z. Davudî, A.Yıldırım, İstanbul 1995, s. 239. Müridin nazar ve teveccühü için de şu kaynaklara bakılabilir: Esat Sahib, Nûru’l-hidaye ve’l-irfan fi sırrı’r-rabıta ve’t-teveccüh ve hatm-i Hacegân, Kahire 1311h.; A.Z. Gümüşhanevî, Camiu’l-Usûl, Mısır 1319h.; İrfan Gündüz, Gümüşhanevî Ahmed Ziyauddin ve Halidiye Tarikatı, İstanbul 1994.
7 Buharî, Rikak, 38.
8 B. S. Nursî, Şualar, s. 218; a.mlf, Tarihçe-i Hayat, s. 309; a.mlf, Asa-yı Musa, s. 36.
9 Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ts., c. VI, s. 4312.
10 Cinler Hz. Süleyman (s)’a ister istemez itaat ediyorlardı. Demek ki, onları itaate kodlayacak bir şifre vardı. Nebide bu bir mucize idi… Bizde maharet ve ledünniyata açılma olabilir. O şifre elde edildiğinde, cinler muti birer nefer haline gelebilirler. İhtimal, geleceğin insanını en çok uğraştıracak konulardan biri, bu şifreyi elde etme olacaktır. Belki de yıldız savaşları asıl o zaman başlayacaktır.
11 Buharî, Salât, 75, Enbiya, 40; Müslim, Mesacid, 39; Müsned, II, 298.
12 İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, (A. A. Konuk şerhiyle birlikte), c. III, s. 219. Ayrıca bk. E. Afifî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, İstanbul 2000, s. 340.
13 Geniş bilgi ve kaynaklar için bk. A. Kartal, Abdülkerim Cilî, Hayatı, Eserleri, Tasavvuf Felsefesi, İstanbul 2003, ss. 260-262.
14 Aynı eser, s. 261.
15 İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, (A. A. Konuk şerhiyle birlikte), c. III, ss. 246-247; İbn Haldun, Mu¬kaddime, haz.: S. Uludağ, c. I, s. 392; c. II, s. 1199; Afifî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, s. 340.
16 B. S. Nursî, Sözler, s. 254.
17 S. Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 227; E. Cebecioğlu, Tasavvuf Terimler ve Deyimleri Söz¬lüğü, s. 363.
18 Abdurrahman es-Sülemî, Tabakatu’s-Sûfiyye, s. 179.
19 Sülemî, age, 319. Ayrıca bk. H. el-Muhasibî, er-Riaye li Hukukillah: Kalb Hayatı, çev.: A. Yüce, İzmir 2000, s. 64.
20 T. İzutsu, İbn Arabî’nin Fusus’undaki Anahtar Kavramlar, çev.: Ahmet Yüksel Özemre, İstanbul 1998, s. 385.
21 İzutsu, age, s. 385. Ayrıca bk. İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, (A. A. Konuk şerhiyle birlikte), c. II, s. 121.
22 İbn Arabî, Mevakiu’n-nucûm, s. 85’ten naklen Afifi, Muhyiddin İbn Arabi’de Tasavvuf Felsefesi, çev.: M. Dağ, İstanbul 1998, s. 246.
23 Afifî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, ss. 167-168, 264-268.
24 İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, (A. A. Konuk şerhiyle birlikte), c. II, s. 122.
25 İzutsu, Anahtar Kavramlar, s. 391.
26 İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, (A..A. Konuk şerhiyle birlikte), c. III, s. 63.
27 Afifî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, s. 264.
28 Mevlana , Fihi Ma Fih, çev.: A.A. Konuk, haz.: S. Eraydın, İstanbul 1994, s. 69.
29 İbn Arabî, Tedbirât-ı İlahiyye, çev. ve şerh.: A. A. Konuk, haz.: M. Tahralı, İstanbul 1992, s. 189; İbn Haldun, Mukaddime, haz.: S. Uludağ, c. II, s. 1117.
30 İbn Arabî, Fususu’l-Hikem, (A. A. Konuk şerhiyle birlikte), c. III, s. 59; Afifî, Fusûsu’l-Hikem Okumaları İçin Anahtar, s. 264.
31 Bk. İbn Arabî, aynı yer; Afifî, aynı yer.
32 Bk. Afifî, age, s. 264.
33 Mevlana , Fihi Ma Fih, s. 244.
34 İbn Haldun, Mukaddime, c. I, s. 392; c. II, s. 1199.
35 Tahanevî, Hadislerle Tasavvuf, s. 175.
36 Bk. Şa’ranî, Tabakat, Kahire 1954, c. I, s. 153.
37 Bk. H. K. Yılmaz, Soru ve Cevaplar, (el-Luma’ tercümesinin sonuna eklenen bölüm), İstanbul 1996, s. 529.
38 B. S. Nursî, Barla Lahikası, s. 165.


Rasit Tunca

Schrems,18.04.2025


Kaynaklar

Deepsek
Gemini
islamveihsan
Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat,
Ahmed Hulusi
Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 6 [2005], sayı: 15, ss. 37-49.

Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında

 Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında