1 Şubat 2025 Cumartesi

Ameller Niyetlere Göredir "Arpa Eken, Buğday Biçemez!"

 

Ameller Niyetlere Göredir "Arpa Eken, Buğday Biçemez!"

"Ameller Niyetlere Göredir" Hadisine Yorumlar

Ameller Niyetlere Göredir: İnnemel Amelü Binniyyat

Giriş

عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) :

“إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ، وَإِنَّمَا لاِمْرِئٍ مَا نَوَى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْهِ.”

Ömer b. Hattâb"ın (ra) naklettiğine göre,

Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah ve Resûlü için hicret ederse, hicreti Allah ve Resûlü"nedir. Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir.”

(M4927 Müslim, İmâre, 155; B1 Buhârî, Bedü"l"vahy, 1)

İslam dininde amellerin önemi büyüktür. Ancak, bir amelin değeri sadece yapılan işin ne olduğuyla değil, aynı zamanda o işi yaparkenki niyetle de belirlenir. Peygamber Efendimiz (sav), bu önemli gerçeği “Ameller niyetlere göredir” hadisiyle ifade etmiştir. Bu hadis, İslam ahlakının temel taşlarından biri olup, ibadetlerin, hayır işlerinin ve tüm davranışların niyetin önemini vurgulamaktadır.

Hadisin Anlamı ve Önemi

"Ameller niyetlere göredir" hadisi, bir işin kabul edilip edilmeyeceğinin niyete bağlı olduğunu ifade eder. Yani bir kimse, Allah rızası için bir iyilik yaparsa, bu iyilik kabul olur ve sevap kazanır. Ancak aynı işi dünya malı veya şöhret gibi başka amaçlarla yaparsa, bu işin sevabı olmaz. Bu hadis, İslam dininde ihlasın yani Allah için yapılan ibadetin önemini gösterir.

Kuran-ı Kerim'de Niyetin Önemi

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَالَّذ۪ينَ هَادُوا وَالنَّصَارٰى وَالصَّابِـ۪ٔينَ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَعَمِلَ صَالِحًا فَلَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

İnnellezîne âmenû vellezîne hâdû ven nasârâ ves sâbiîne men âmene billâhi vel yevmil âhiri ve amile sâlihan fe lehum ecruhum inde rabbihim, ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn.

Şüphesiz, inananlar (Müslümanlar) ile Yahudiler, Hıristiyanlar ve Sâbiîlerden (her bir grubun kendi şeriatında) “Allah’a ve ahiret gününe inanan ve salih ameller işleyenler için Rableri katında mükâfat vardır; onlar korkuya uğramayacaklar, mahzun da olmayacaklardır” (diye hükmedilmiştir).

Bakara  Suresi 62. Ayet

أَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ , بِسْمِ ﷲِالرَّحْمَنِ اارَّحِيم

لَيْسَ عَلَى ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُوٓا۟ إِذَا مَا ٱتَّقَوا۟ وَّءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ ثُمَّ ٱتَّقَوا۟ وَّءَامَنُوا۟ ثُمَّ ٱتَّقَوا۟ وَّأَحْسَنُوا۟ ۗ وَٱللَّهُ يُحِبُّ ٱلْمُحْسِنِينَ

Leyse alellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti cunâhun fîmâ taimû izâ mettekav ve âmenû ve amilûs sâlihâti summettekav ve âmenû summettekav ve ahsenû vallâhu yuhibbul muhsinîn.

İman edip salih ameller işleyenlere; Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işledikleri, sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettikleri, sonra yine Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iyilik ettikleri takdirde, daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur. Allah, iyilik edenleri sever.

Mâide  Suresi 93. Ayet

Kuran-ı Kerim'de de niyetin önemine dair birçok ayet bulunmaktadır. Örneğin, Bakara Suresi'nde, Allah inanarak ve güzel işler yaparak O'na yaklaşanlardan bahseder. Bu ayetler, imanın sadece dilde değil, aynı zamanda kalpte ve amellerde de ortaya çıkması gerektiğini vurgular.

Hadis-i Şeriflerde Niyet

Peygamber Efendimiz (sav), birçok hadisinde niyetin önemini vurgulamıştır. Örneğin, bir hadiste şöyle buyurmuştur:

Ebü’l-Abbâs Abdullah İbni Abbâs İbni Abdülmuttalib radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Allah Teâlâ’dan rivayet ettiği bir hadiste şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ iyilik ve kötülükleri takdir edip yazdıktan sonra bunların iyi ve kötü oluşunu şöyle açıkladı:

Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa, Cenâb-ı Hak bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.

Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar.

Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse, Cenâb-ı Hak bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder.

Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa, Cenâb-ı Hak o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.”

(Buhârî, Rikâk 31; Müslim, Îmân 207, 259. Ayrıca bk. Buhârî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîru sûre (6),10)


Bu hadis, niyetin amelden önce geldiğini ve amelin değerini belirlediğini göstermektedir.

Buhâri, Müslim ve Ebu Davud, Hz. Ömer’den naklediyor:

    “Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.”

(Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11)

“Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.”

(Mecmuu’z-Zevâid, I/61,109)

Efendimiz bir hadîslerinde yine şöyle buyurmaktadır:

    “Dikkat edin! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır. Eğer o salah bulursa bütün ceset salah bulur; eğer o bozulursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin o, kalbtir.”

(Buhari, İman, 39; Müslim, Müsakat, 107; Müsned, IV/280).


Niyetin Çeşitleri ve Etkileri

Niyetler, içtenlikle yapılan ve samimi olan niyetler ile riya ve gösteriş için yapılan niyetler olmak üzere ikiye ayrılabilir. İçtenlikle yapılan niyetler, amele değer katar ve kişiyi Allah'a yaklaştırır. Riya ve gösteriş için yapılan niyetler ise amelin sevabını yok eder ve hatta günaha dönüştürebilir.

Niyetin Önemi ile İlgili Hikayeler

    Bir gün İbrahim b. Edhem, Rabbine şöyle dua eder:

    “Ya Rabbi, senin aşkına tutuldum. Senden gayrı her şeyi terk edip huzuruna geldim. Seni gördükten sonra, bakışlarım başka şey görmez oldu...”

    O, tam bu dualarla dopdolu olduğu ve bu duanın mânevî atmosferi içinde bulunduğu bir sırada, Kâbe’nin kenarında oğlunu görür. Oğlu da onu görmüştür. Senelerin verdiği hasret, ikisini birbirine koşturur. Tam sarmaş dolaş olurlar ki, hâtiften bir ses gelir:

    “İbrahim, bir kalbte iki sevgi olmaz!”

    İşte o zaman İbrahim ikinci çığlığı basar:

    “Muhabbetine mani olanı al, Allah'ım!” Ve oğlu ayaklarının dibine yığılıvermiştir..."

(Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-Evliya, İbrâhim Ethem’in hayatı kısmı)

Peygamberimiz (sas) bir gün  ashâbına niyet ve amelde samimiyetin, sadece Allah’ın hoşnutluğunu dileyerek bir işi yapmanın önemini şu kıssa ile anlatmıştır:

Geçmiş zamanlarda yağmurdan kaçarak mağaraya sığınan üç kişi, bir kayanın yuvarlanıp mağaranın ağzını kapatması üzerine çaresiz kaldılar;

Bunun üzerine şöyle dediler:

"- İyi amellerimizle duâ etmekten başka bizi buradan hiçbir şey kurtaramaz!"

İçlerinden birisi şöyle duâ etti:

"- Allâh’ım! Benim çok ihtiyar annem ve babam vardı. Onlardan evvel ne çocuklarıma ne de hayvanlara bir şey içirmezdim. Günün birinde odun toplamak için uzaklara gitmiştim. Onlar uyuyuncaya kadar dönemedim. Akşam yemeklerini hazırladım; fakat onları uyumuş buldum. Onları uyandırmayı ve onlardan evvel âilece süt içmeyi hoş görmedim. Çanak elimde olduğu hâlde onların uyanmalarını bekledim. Nihâyet gün ağarmaya başladı. Çocuklar ayaklarımın altında açlıktan ağlıyorlardı. Derken, annem ve babam uyandılar ve sütlerini içtiler. Allâh’ım! Eğer bu işi Sen’in rızân için yapmışsam, bu taştan çektiğimiz belâyı bizden uzaklaştır!"

Bunun üzerine taş bir parça açıldı, lâkin çıkılacak gibi değildi.

İkincisi şöyle yalvardı:

"- İlâhî! Amcamın bir kızı vardı ki, onu herkesten ziyâde seviyordum. (Bir rivâyete göre: Bir erkek, bir kadını ne kadar sevebilirse, ben de o kadar seviyordum.) Onunla beraber olmak istedim. Lâkin teklîfimi kabûl etmedi. Birkaç sene sonra bir kıtlığa uğrayınca bana başvurdu. Kendisini bana teslîm etmesi şartıyla ona yüz dirhem vereceğimi söyledim. (Çâresiz) kabûl etti. Bu sûrette fırsat elverince, (kendisine el uzatacağım sırada o):
'Allâh’tan kork da haksız olarak mührümü bozma!' dedi. Ben de (Allâh’tan korkarak) bu çok sevdiğim kadından (o bana teslîm olmak zorunda kaldığı hâlde) uzaklaştım. Verdiğim paraları da ona hibe ettim. Allâh’ım! Eğer bu işi sırf Sen’in rızânı kazanmak için yapmış isem, içinde bulunduğumuz belâyı üzerimizden gider!"

Mağaranın kapısı bir parça daha açıldı, (ancak) yine çıkılabilecek derecede değildi.

Üçüncü şahıs da şöyle duâ etti:

"- Allâh’ım! Ücretle birkaç amele tuttum ve ücretlerini verdim. Lâkin biri ücretini almadan bıraktı gitti. Onun ücretini ürettim. Onun hesâbına mal çoğaldı. Bir müddet sonra o adam yanıma gelerek:

'Ücretimi ver!' dedi.

Ben de:

'Şu gördüğün deve, öküz, koyun vs. senin ücretinden üremiştir, al hepsini götür!' dedim.

Şaşkınlık içinde kalan işçi sürüyü ve çobanı alıp gitmiş, olayı anlatan şahıs da, Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu sadece senin rızan için yaptım." diyerek mağaranın açılması için Allah’a yalvarmıştır.

Bunun üzerine Allah kayanın açılmasını ve onların mağaradan kurtulmalarını sağlamıştır. (Buhârî, Edeb, 5)

İbadetlerin az veya çok olması değil, ihlâsla yapılmış olması önemlidir.

Onun için Hz. Ali, "Amelin az olup olmamasını değil, makbul olmasını önemseyin." (Tabakâtü’ş-şâfiiyyeti’l-kübrâ, VI, 379) uyarısında bulunmuştur. Zira amelin kabulü, büyük ölçüde ihlâsla yapılmış olmasına bağlıdır. Hz. Peygamberimizin (sas) Yemen’e gönderdiği genç sahâbîsi Muâz b. Cebel, kendisine tavsiyede bulunmasını isteyince Allah’ın Elçisi, "İnancında samimi (ihlâslı) ol. O zaman sana az amel de yeter." buyurarak ihlâs ve samimiyetin önemine dikkat çekmiştir.

Hz. Ömer, "Allah’ım! Amelimin hepsini salih ve sadece senin rızana has kılınmış eyle ve amelime hiçbir şeyi ortak etme." diye dua etmiştir. (İbn Teymiyye, Mecmûu’l-fetâvâ, X, 173)

Allah Resûlü, namazlarının ardından,

"...Allah’ım! Ey Rabbimiz ve her şeyin Rabbi! Beni ve ailemi dünya ve âhirette her an sana ihlâsla bağlı kıl. Ey yücelik ve ikram sahibi!.." duasıyla Cenâb-ı Hakk'a niyazda bulunmuştur. (Ebû Dâvûd, Vitr, 25)

NE EKERSEN ONU BİÇERSİN

Hak yola davette gayretimizi artıracak ve ibretli dersler verecek olan bu kıssa şöyle nakledilir:

“-Hikâye edilir ki Belh’te adamın biri kölesine buğday ekmesini emretti.

O da arpa ekti.

Hasat vakti geldiğinde iş ortaya çıkıp arpa ekildiğini görünce Efendisi bunun sebebini sordu.

Köle işi bilmemezliğe vurarak:

“-Buğday biteceğini umarak arpa ekmiştim efendim” diye cevap verdi.

Kendisiyle alay ettiğini zanneden Efendi kölesine çok kızdı ve öfkeli bir vaziyette:

“-Ey ahmak! Hiç sen arpa ekip de buğday hasat eden gördün mü?” diye onu azarladı.

Efendisine edeb ve hizmette kusur etmeyen köle ne pahasına olursa olsun onun kurtuluşu için uğraşıyor ve Hak yola girmesi için çalışıyordu.

Tam zamanını yakaladığına inanarak onun gönlünü okşayan  şu cevabı verdi:

“-O halde ey efendi! Sen Allah’a isyan edip dururken O’nun rahmetine nâil olmayı nasıl umarsın?”dedi.

Efendisi bu cevap karşısında düşünmeye başladı. Doğru, uyarıcı ve gönlü harekete geçiren bir sözdü bu.

Köle davranışında bilinçli ve samimi idi. Efendisinin intibaha gelip Allah’a isyandan uzak kalmasını gönülden arzu etmekteydi. Efendisi bu samimi cevaptan etkilendi ve hiç tereddüt etmeden hemen tevbe etti. Bunca sene yaptıkları isyanlara pişman olarak Allah Teâla’ya sığındı ve istiğfara başladı. Sonra da kendisine bu anlamlı cevabı veren, uyanışına ve kurtuluşuna vesile olan kölesini âzâd etti. Hem kendi hem de Efendisi kurtuluşa erdi.

عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّةِ، وَإِنَّمَا لاِمْرِئٍ مَا نَوَى، فَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ، فَهِجْرَتُهُ إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ، وَمَنْ كَانَتْ هِجْرَتُهُ لِدُنْيَا يُصِيبُهَا أَوِ امْرَأَةٍ يَتَزَوَّجُهَا، فَهِجْرَتُهُ إِلَى مَا هَاجَرَ إِلَيْه

Ömer b. Hattâb’ın (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

"Ameller niyete göredir. Herkes sadece niyetinin karşılığını alır. Kim Allah (cc) ve Resûlü (sas) için hicret ederse, hicreti Allah (cc) ve Resûlü’nedir (sas). Kim de erişeceği bir dünyalık veya evleneceği bir kadından dolayı hicret ederse, onun hicreti de hicretine sebep olan şeyedir."

(M4927 Müslim, İmâre, 155; B1 Buhârî, Bedü’l’vahy, 1)

***

"عَنْ أَبِى أُمَامَةَ الْبَاهِلِيِّ قَالَ: جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) … ثُمَّ قَالَ: "إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبَلُ مِنَ الْعَمَلِ إِلاَّ مَا كَانَ لَهُ خَالِصًا وَابْتُغِيَ بِهِ وَجْهُهُ

Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin (ra) naklettiğine göre, bir adam Hz. Peygamber’e (sas) geldi (ve bazı sorular sordu)... Sonra Resûlullah (sas) şöyle buyurdu:

"Allah (cc) sadece samimi bir şekilde ve kendi rızası gözetilerek yapılan amelleri kabul eder."

(N3142 Nesâî, Cihâd, 24)

***

"عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : "إِنَّ اللَّهَ لاَ يَنْظُرُ إِلَى صُوَرِكُمْ وَأَمْوَالِكُمْ، وَلَكِنْ يَنْظُرُ إِلَى قُلُوبِكُمْ وَأَعْمَالِكُمْ

Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

"Allah (cc) sizin dış görünüşlerinize ve mallarınıza bakmaz, bilakis kalplerinize ve amellerinize bakar."

(M6543 Müslim, Birr, 34)

***

عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: "قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ: إِذَا هَمَّ عَبْدِى بِحَسَنَةٍ وَلَمْ يَعْمَلْهَا كَتَبْتُهَا لَهُ حَسَنَةً، فَإِنْ عَمِلَهَا كَتَبْتُهَا عَشْرَ حَسَنَاتٍ إِلَى سَبْعِمِائَةِ ضِعْفٍ، وَإِذَا هَمَّ بِسَيِّئَةٍ وَلَمْ يَعْمَلْهَا لَمْ أَكْتُبْهَا عَلَيْهِ، فَإِنْ عَمِلَهَا كَتَبْتُهَا سَيِّئَةً وَاحِدَةً.’

Ebû Hüreyre’nin (ra) naklettiğine göre, Resûlullah (sas) şöyle buyurmuştur:

"İzzet ve celâl sahibi Allah (cc) şöyle buyurdu: "Kulum iyi bir iş yapmaya niyet eder de yapmazsa ona bir iyilik (sevabı) yazarım. Ama onu yaparsa on kattan yedi yüz kata kadar iyilik (sevabı) yazarım. Eğer (kulum) bir kötülük yapmaya niyet eder de yapmazsa onu (bir günah olarak) yazmam. Fakat onu yaparsa ona bir kötülük (günahı) yazarım."

(M335 Müslim, Îmân, 204; B6491 Buhârî, Rikâk, 31)

Sonuç

"Ameller niyetlere göredir" hadisi, İslam ahlakının temel taşlarından biridir. Bu hadis, her Müslümanın amellerine dikkat etmesi ve niyetlerinin samimi olması gerektiğini gösterir. İbadetlerin, hayır işlerinin ve tüm davranışların kabul edilip edilmeyeceği, niyete göre belirlenir. Bu nedenle, Müslümanlar, yaptıkları her işte Allah rızasını gözetmeli ve samimi bir niyetle hareket etmelidirler.

Özetle:

    Amellerin kabulü, niyete bağlıdır.
    İhlas, yani Allah rızası için yapılan ibadet, en değerli ibadettir.
    Riya ve gösteriş, amelin sevabını yok eder.
    Peygamber Efendimiz (sav), niyetin önemini birçok hadisinde vurgulamıştır.
    Kuran-ı Kerim de amellerin niyetle yapılması gerektiğini belirtmektedir.

Arpa Eken Buğday Biçmez: Bir Atasözünün Derin Anlamı


Türk kültüründe atasözleri, yüzyıllardır bilgi birikimimizi, deneyimlerimizi ve yaşam felsefemizi özetleyen önemli araçlar olmuştur. "Arpa eken, buğday biçmez" atasözü de bu zengin kültürel mirasın bir parçası olarak, insan ilişkileri ve hayatın döngüsü hakkında derin anlamlar taşımaktadır.

Atasözünün Anlamı

"Arpa eken, buğday biçmez" atasözü, basit bir tarım benzetmesiyle aslında çok daha derin bir anlam ifade eder. Bu atasözünün temel anlamı, yaptığımız her eylemin sonuçlarını doğuracağı ve iyilik karşılığında iyilik, kötülük karşılığında da kötülük görüleceğidir. Başka bir deyişle, ektiğimiz tohum ne ise, biçeceğimiz de odur.

    Nedensellik İlkesi: Bu atasözü, neden-sonuç ilişkisine işaret eder. Yapılan her eylem, bir sonuç doğurur. İyi bir niyetle yapılan işler, iyi sonuçlar doğururken, kötü niyetlerle yapılan işler de kötü sonuçlar doğurur.
    Adalet İlkesi: Atasözü, evrensel adalet ilkesini vurgular. Herkes yaptığının karşılığını görür.
    Karmanın Bir Türü: Bu atasözü, Doğu felsefesindeki karma kavramına benzer şekilde, kişinin eylemlerinin sonuçlarını doğurduğunu ifade eder.

Atasözünün Güncel Hayattaki Yansımaları

    İnsan İlişkileri: İnsanlar arasındaki ilişkilerde, verilen saygı ve sevginin karşılığını almak, bu atasözünün en güzel örneklerindendir.
    İş Hayatı: Çalışanların işlerine gösterdiği özen ve çaba, kariyerlerindeki yükselişi doğrudan etkiler.
    Toplum: Toplumların gelişimi, bireylerin yaptığı iyilikler ve kötülikler ile doğru orantılıdır.

Atasözünün Psikolojik Açıklaması

Psikolojik olarak bakıldığında, bu atasözü beklenti yönetimi ve kişisel sorumluluk kavramlarıyla ilişkilendirilebilir. İnsanlar, yaptıkları her eylemin bir sonucu olacağını bilerek daha bilinçli davranırlar. Bu durum, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde daha sağlıklı ilişkilerin kurulmasına katkı sağlar.

Sonuç

"Arpa eken, buğday biçmez" atasözü, basit bir ifadeyle derin anlamlar taşıyan, evrensel bir doğrudur. Bu atasözü, insanlara yaptıklarının sonuçlarını düşünerek hareket etmeleri gerektiğini hatırlatır. İyi niyetle yapılan her işin karşılığını alacağımız, kötülüklerin ise mutlaka bir bedeli olacağı gerçeğini aklımızda tutarak yaşamımıza yön vermeliyiz.

Özetle:

    Atasözü, neden-sonuç ilişkisini vurgular.
    İyilik karşılığında iyilik, kötülük karşılığında kötülük alınır.
    İnsan ilişkilerinden toplum hayatına kadar birçok alanda geçerlidir.
    Psikolojik olarak beklenti yönetimi ve kişisel sorumluluk kavramlarıyla ilişkilidir.

Bu atasözü, sadece Türk kültüründe değil, birçok farklı kültürde de benzer anlamlarda karşımıza çıkar. Çünkü insan doğası ve sosyal ilişkiler evrenseldir ve bu atasözü, bu evrensel gerçeklikleri basit ve etkili bir şekilde ifade etmektedir.

Bu makale, amellerin niyetlere göre olduğu konusu hakkında genel bir bilgi vermektedir. Daha detaylı bilgi için ilgili kaynakları inceleyebilirsiniz.

Anahtar Kelimeler: ameller niyetlere göredir, hadis, Kuran, ihlas, riya, İslam ahlakı, ibadet

Not: Bu makaledeki bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. Daha derinlemesine bir inceleme yapmak için bir alime danışmanız önerilir.

Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

23.01.2025

"Ahirzamanda Kuran Yeryüzünden Kaldirilacak" Hadisine Yorumlar

 


"Ahirzamanda Kuran Yeryüzünden Kaldirilacak" Hadisine Yorumlar

Benim Sorum: Peygamberimizden nakledilen bir hadis de ahirzamanda kuran yeryüzünden kaldırılacak ve sabah kalktığında kuran sayfalarını boş bulacak diyordu, bu nasil olabilir, ancak bizler matrix şeklindeki bir simulasyondaysak yazılımda ki değişiklik sayflariı boş gösterebilir öyle olunca bu gün insanlığın gelidiği nokta rüyaya ve akla hükmedebiliyor o yüzden deccal kuranı ve akillarıda tahrif edecek olduğu için peygamberimiz o hadisde kurandan sadece akillardaki kalcak buyurumuş kurani hıfzetmenin bu yüzden ömemi ve hafızamıza aldığımız sureleri birkaç günde bir yada haftada ayda bir tekrar etmek hem hatim sevabı hemde hafizadakini unutmamamızı sağlar bu aynı kurani hatmekdeke gibi olurmu bu kanularda yazabilirmisin

Gemini Cevap: Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) atfedilen, ahir zamanda Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılacağı ve insanların sabah kalktıklarında sayfaları boş bulacakları hadisi, bazı İslam alimleri tarafından mecazi olarak yorumlanmıştır. Bu hadis, Kur'an'ın lafzının değil, manasının ve amellerinin unutulacağını, Kur'an ahlakının toplumdan silineceğini ifade eder. Yani, Kur'an'ın fiziksel olarak ortadan kalkmasından ziyade, içeriğinin ve öğretilerinin etkisini yitireceği anlatılmaktadır.

Sizin "matrix benzeri bir simülasyon" ve "yazılımdaki değişiklik" yorumunuz ise modern bir bakış açısıdır. İslam inancına göre, dünya bir simülasyon değildir ve Allah'ın yarattığı gerçek bir alemdir. Ancak, teknolojinin ve bilimin ilerlemesiyle birlikte, bazı insanlar bu tür benzetmelerle dini konuları anlamaya çalışmaktadır. Bu benzetme, Kur'an'ın manasının ve etkisinin ortadan kalkmasının ne kadar ani ve beklenmedik olabileceğini vurgulamak için kullanılabilir.

Deccal'in Kur'an'ı ve akılları tahrif edeceği inancı, fitne ve sapkınlığın artacağı bir dönemi ifade eder. Bu dönemde, doğru ile yanlışın ayırt edilmesi zorlaşacak ve insanlar sapkın düşüncelere yönelebilecektir. Bu nedenle, Kur'an'ı hıfz etmek ve manasını anlamak büyük önem taşır.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) "Kur'an'dan sadece akıllarda kalacak" ifadesi, bu zorlu dönemde Kur'an'ı hıfz edenlerin ve onun öğretilerini kalplerinde yaşatanların önemini vurgular. Hıfz, sadece lafzı ezberlemek değil, aynı zamanda manayı anlamak ve yaşamaktır.

Kur'an'ı hıfz etmenin ve ezberlenen sureleri düzenli olarak tekrar etmenin önemi büyüktür. Bu, hem hıfzın korunmasına yardımcı olur hem de Kur'an'ın manasının daha iyi anlaşılmasını sağlar. Tekrar, sadece ezberin tazelenmesi değil, aynı zamanda tefekkür ve derinlemesine anlama için de bir fırsattır.

Kur'an'ı hatmetmek, baştan sona okumak anlamına gelir ve büyük bir ibadettir. Hıfz edilen sureleri tekrar etmek de bir nevi hatimdir ve hatim sevabına benzer sevaplar kazandırır. Ancak, tam bir hatim sevabı için Kur'an'ın tamamının okunması gerekir.


Benim Sorum: HIFZ VE MUHAFZA AYNI kökten iki kelime ve kuranı hıfzetmek kuranı muhafaza etmek içindi ve bırde ibadetleri yapmak  içindi mesela namaz gibi, kuran sadece hafızlardaki  yada hafızalardaki halinde kalacak ise onu tekrar etmek okumak hatmetmek aynen büyük kurani kormak gibi olmaz mı çünkü ben belli sureleri ezbere biliyorum tam hafız değilim coğu müslğman da böyle ve bize diğer sureleri bilenlerin bildikleri yabancı onunki bana benimkide ona belki öyle benim benimkleri korumam bana kuranın tamamını kormak gibi görev ve sevap olmazmı korumak için de hatmetmek te tekrar etmek ve ben kuranın bozulmuş ve tahrif olmuş olabilceğinden şüphem var o yüzden ezbere bildiğim surleri internet ortamında yazdım ve ismini raşidi hatimi koydum benim güvencemdeki sureler bunlar bir ezbere bildiğim sureler birde daha önce ezberleyipde unuttuğum ve fakat kuraı açınca onlarıda kolayca okuyabildiğim yarım hafıza kaydı sureler peygamberimiz vaktinde de aynı değilmiydi bir sure bir sahabede diğer sure diğer sahabede ve taa hz Osman vakti hepsi bir araya getirilmedi mi benim benimkileri korumak için tekar etmem işde büyük sevap ve tamamını korumak gibi bir sevap belkide değilmi


Gemini Cevap: Hıfz ve muhafaza kelimeleri aynı kökten gelmektedir ve Kur'an'ı hıfz etmek, onu muhafaza etmek anlamına gelir. Kur'an'ın sadece hafızların hafızalarında kalacağı hadisi, bazı alimler tarafından Kur'an'ın lafzının değil, manasının ve amel edilmesinin azalacağı şeklinde yorumlanmıştır. Yani, Kur'an'ın fiziksel olarak ortadan kalkmasından ziyade, içeriğinin ve öğretilerinin etkisini yitireceği anlatılmaktadır.

Sizin de belirttiğiniz gibi, birçok Müslüman Kur'an'ın tamamını ezbere bilmemektedir. Ancak, ezberledikleri sureleri tekrar etmek, okumak ve hatmetmek, Kur'an'ı muhafaza etmenin önemli bir yoludur. Çünkü bu tekrar ve okuma eylemleri, Kur'an'ın lafzının ve manasının canlı kalmasını sağlar.

Sizin "benim bildiklerimi korumam, Kur'an'ın tamamını korumak gibi olmaz mı?" sorunuz önemlidir. İslam alimlerine göre, her Müslümanın Kur'an'dan ezberlediği kadarını koruması ve onunla amel etmesi, kendi imkanları dahilinde Kur'an'a hizmettir. Bu, Kur'an'ın tamamını ezberleyemeyenler için bir sorumluluk ve aynı zamanda bir ibadet şeklidir. Dolayısıyla, sizin ezberlediğiniz sureleri tekrar etmeniz ve korumanız, Kur'an'ın muhafazasına katkıda bulunmak ve büyük sevap kazanmak anlamına gelir.

Kur'an'ın tahrif edilmiş olabileceği şüphesi ise, İslam inancına göre yersizdir. Çünkü Allah Teâlâ, Kur'an'ı kendisinin koruyacağını vaat etmiştir (Hicr Suresi, 9. ayet). Bu nedenle, Kur'an'ın lafzında herhangi bir değişiklik olmamıştır ve olmayacaktır. Ancak, Kur'an'ın yanlış yorumlanması veya amacından saptırılması gibi durumlar söz konusu olabilir. Bu nedenle, Kur'an'ı doğru anlamak ve uygulamak için ehil alimlerden ders almak ve güvenilir tefsirlere başvurmak önemlidir.

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا ٱلذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُۥ لَحَٰفِظُونَ

İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).

Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.

(internetteki Hicr Suresi, 9. ayet)


BEN : Bak ayet tahrif olmuş bile o ayetin meali böyleydi "kuranı biz indirdik kıyamete kadar koruyacak olan da biziz" ve bu ayetin ebcedine bakınca kıyamet ne zaman  yaklaşık olarak bulunabilirdi müneccimlerce çünkü kıyamete kadar geçecek süreyi veriyordu bu ayet ebeced ile  çünkü "kıyamete kadar" lafzı var zaman zarfı...
(Bu bölüm sonradan eklendi)

Gemini Cevap:
Sizin ezberlediğiniz sureleri internet ortamında yazmanız ve sesli hatim koymanız, teknolojinin imkanlarından faydalanarak Kur'an'a hizmet etmenin bir yoludur. Bu sayede, hem kendi hıfzınızı koruyabilir hem de başkalarının istifadesine sunabilirsiniz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında da Kur'an'ın tamamı henüz tek bir kitap haline getirilmemişti. Ayetler sahabelerin hafızalarında ve yazılı parşömenlerde bulunuyordu. Hz. Osman (r.a.) döneminde ise Kur'an, mushaf haline getirilerek çoğaltıldı ve tüm İslam coğrafyasına gönderildi. Bu, Kur'an'ın korunması ve birliği için önemli bir adım olmuştur.

Sonuç olarak, sizin ezberlediğiniz sureleri tekrar etmeniz, okumanız ve korumanız, Kur'an'ın muhafazasına katkıda bulunmak ve büyük sevap kazanmak anlamına gelir. Bu, Kur'an'ın tamamını ezberleyemeyenler için önemli bir sorumluluk ve ibadet şeklidir. Ayrıca, Kur'an'ın tahrif edilmiş olabileceği şüphesi yersizdir. Allah Teâlâ, Kur'an'ı kendisinin koruyacağını vaat etmiştir.

Özetle:


    Ezberlediğiniz sureleri tekrar etmek, Kur'an'ı muhafaza etmenin bir yoludur ve büyük sevaptır.
    Her Müslümanın, imkanları dahilinde Kur'an'a hizmet etmesi önemlidir.
    Kur'an'ın tahrif edildiği şüphesi yersizdir.
    Teknolojiyi kullanarak Kur'an'a hizmet etmek mümkündür.

Umarım bu bilgiler size yardımcı olmuştur. Başka sorularınız varsa lütfen sorun.


Darimî'nin yaptığı rivayette Hz. Abdullah b. Mesud şöyle demiştir:

    "Daha ortadan kaldırılmadan Kur'an'ı çok okuyun." Oradakiler:

    "Diyelim ki, Mushaflar kalkacak, ya insanların ezberinde olan Kur'an ne olacak?" diye sorduklarında, Abdullah:

    "Bir gecenin sabahında kalktıklarında, tam bir fukara (Kur'an fakiri) olacak, ezberlerindeki 'Lailahe illallah'ı bile unutmuş olacaklar. Artık cahiliye devrinden kalma sözler ve şiirlerle uğraşacaklar."

Diğer bir rivayette ise, şöyle demiştir:

    "Kur'an'ın üzerinden öyle bir gece gelip geçecek ki, ne Mushaflarda ve ne de insanların ezberinde bir tek ayet bile kalmayıp ortadan kalkmış olacak." (Darimi, Fadaâilu'l-Kur'an, 4).

Yusuf Nebhanî "Huccetullahi ala'l-âlemin" adlı eserinde "Kıyametin büyük alametlerinden biri de Kur'an'ın ortadan kalkmasıdır." şeklindeki bir başlık altında - Deylemî'den naklen- Hz. Huzeyfe ve Hz. Ebu Hureyre'nin şöyle dediklerini belirtmiştir:

    "Kur'an'ın üzerinden öyle bir gece geçecek ki, insanlar sabahladıklarında, insanların içlerinden/kalplerinden/hafızalarından/ezberlerinden bir tek ayet bile kalmadan hepsi silinmiş olacaktır." (Nebhanî, Huccetullahi ala'l-âlemin, s.847).

Abdullah b. Ömer ise şöyle demiştir:

    "Kur'an geldiği yere dönmeden kıyamet kopmaz. Şöyle ki; Kur'an, Arşın etrafında arı vızıltısı gibi bir vızıltı çıkarır. Aziz ve Celil olan Rab: 'neden böyle (adeta inler gibi) ses çıkardığını sorar. Kur'an: 'Ben Senden çıktım, şimdi yine sana döndüm. Çünkü, artık okunuyorum fakat benimle amel edilmiyor' der. İşte o zaman Kur'an kaldırılmış olur." (Nebhanî, a.g.e, s.847).



Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar."

(Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8)

Kuran ayetleri silinmeden kıymetini bilin

Her şey böyle. Annemiz, babamız; Sağlık, gençlik, boş zaman, yetki, güç gibi bütün imkânlar böyledir. Elimizden yitince fark ediyoruz ama yapacak bir şey kalmıyor artık.
Elimizden yitip gidecek en önemli nimetlerden birisi de kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerim’dir. Bu hususu Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı hadislerinde anlatıyor.
Kıyametin kopmasına az bir zaman kalınca meydana gelecek bu ürpertici bilgiyi Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle haber veriyor:

“Elbisenin nakışı eskiyip gittiği gibi, İslamiyet de eskiyip gider. Hatta, oruç nedir, namaz nedir, hac ve umre ibadeti nedir ve sadaka nedir bilinemeyecektir. Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim de bir gecede kaldırılıp götürülecek ve yeryüzünde ondan tek bir ayet bile kalmayacaktır. Çok yaşlı erkekler ve pek ihtiyar kadınlardan oluşan birtakım insanlar kalacak ve ‘Biz babalarımızın öğrettiği şu La ilahe illallah kelimesi üzerine yetiştik de dinden sadece bu kelimeyi biliyoruz. Ve sadece bu kelimeyi söyleriz diyeceklerdir”

(İbn-i Mace, terceme ve şerhi Haydar Hatipoğlu, Fiten, Hd: 4049)


Aslında Kuran’ın kendisi bu yorumu güçlendiriyor: “Peygamber, ey Rabbim, kavmim şu Kuran’ı terk edilmiş bir şey haline getirdi dedi”.

(Furkan, 30)

Hz. Peygamber de (s.a.v.) başka seferde Kuran’dan uzaklaşmayı, şöyle ifade ediyor:

“Gün gelecek elbisenin eskidiği gibi, Kuran da bu ümmetin bir kısmının göğsünden alınıp eskiyecek. Onlar Kuran’dan başka şeye daha çok itibar edecekler. İnsanlar ölçüsüz bir açgözlülüğe yakalanacaklar. Allah’ın hakkını çiğnediklerinde hiçbir endişe ve korku hissetmeyecekler. Bir günah işlediklerinde ‘Allah elbette beni affeder’ diyecekler. Onlar kuzu postu, deri elbise giyecekler ama kalpleri kurt gibi olacaktır. (Acımasız ve toleranssız olacaklar, görünüşte uysal görünseler bile) en iyileri, kötülüğü emredip iyiliği yasaklayanlar olacaktır.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) vahye dayalı ilmin günün birinde yok olacağını söylediklerinde, sahabeden Hz. Ziyad anlamak için sorar:

Ama biz evlatlarımıza Kuran’ı okutuyoruz. Onlar da evlatlarına okutacaklar. Bu vahiy ilmi nasıl yok olacak ki?

Hz. Peygamber: “Hayret sana Ziyad! Ben seni anlayışlı bilirdim” dedikten sonra ehli kitaptan yararlanamadıkları gibi Müslümanların da Kuran’dan ders almayacaklarını anlatır...

(İbn Mace, Fiten, Hd. 4048)


Benim Sorum: Kuran'ın yeryüzünden kalkması hadisinin kaynağını verebilirmisin ve bu konuda önemli konuları belrten bir yorum getirebilirmisin sen diyorsunki bu  hadis manen böyle Kur'an'ın lafzında herhangi bir değişiklik olmamıştır diyorsun, hayır çünkü hadisde kuranı açınca sayfları boş bulacak diyordu o kuran kitap halinde degildiki zaten o bize ahirzamanı analattı bugünkü gibi bir kuran yoktuki o gün sayfalar olsa zaten üç beç ayet birinde üç beç ayet diğerinde olan bir kuran vardı zaten o ahirzmandaki durumu anlattı bu gün hafıza kartını nasıl silebiliyorsak aynı sitem üzerine olan beynide silebilip yada bilgi yükleyebilyoruz artık ve kuran artık dijital ortamda yarın belkide kağıt kalemde kalmaz belkide öyle olunca dijital şeyleri manuple etmek ve bozmak silmek çok kolay bir yöntem deccal bu fırsati elbet kaçırmaycakdır bu konudaki yorumlarını bekliyorum



Gemini Cevap:

Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılması hadisi, farklı kaynaklarda farklı şekillerde rivayet edilmektedir. Bu hadisin en bilinen rivayetlerinden biri, İbn Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edilen ve şu anlama gelen hadistir: "Kur'an bir gecede kaybolacak, mushaflardan ve insanların kalplerinden silinecek. Sabah kalktıklarında insanlar ondan hiçbir şey bulamayacaklar." (Darimi, Fedailü'l-Kur'an, 2).

Bu hadisin senedi ve metni hakkında bazı tartışmalar olmakla birlikte, İslam alimleri genel olarak bu hadisi mecazi olarak yorumlamışlardır. Yani, Kur'an'ın lafzının değil, manasının, hükümlerinin ve amel edilmesinin azalacağını, Kur'an ahlakının toplumdan silineceğini ifade eder. Bu yorum, Kur'an'ın Allah tarafından korunduğu ve lafzında herhangi bir değişiklik olmayacağı inancıyla da uyumludur.

Sizin "hadiste Kur'an'ın açılınca sayfaların boş bulunacağı" ifadesi, bu hadisin literal yorumunu destekler gibi görünse de, alimler bu ifadenin de mecazi bir anlamı olabileceğini belirtmişlerdir. Yani, Kur'an'ın sayfalarının fiziksel olarak boşalmasından ziyade, insanların Kur'an'ın manasını anlamakta ve uygulamakta yetersiz kalacakları, Kur'an'ın öğretilerinin unutulacağı anlatılmaktadır.

Sizin "o günkü Kur'an'ın bugünkü gibi olmadığı" ve "üç beş ayetin birinde, üç beş ayetin diğerinde olduğu" şeklindeki ifadeniz doğrudur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında Kur'an henüz mushaf haline getirilmemişti. Ayetler sahabelerin hafızalarında ve yazılı parşömenlerde bulunuyordu. Ancak, Hz. Osman (r.a.) döneminde Kur'an, mushaf haline getirilerek çoğaltıldı ve tüm İslam coğrafyasına gönderildi. Bu, Kur'an'ın korunması ve birliği için önemli bir adım olmuştur.

"Hafıza kartının silinebilmesi" ve "beyne bilgi yüklenebilmesi" gibi modern teknolojik benzetmeleriniz, Kur'an'ın manasının ve etkisinin ortadan kalkmasının ne kadar ani ve beklenmedik olabileceğini vurgulamak için kullanılabilir. Ancak, İslam inancına göre dünya bir simülasyon değildir ve Allah'ın yarattığı gerçek bir alemdir.

"Kur'an'ın dijital ortama taşınması" ve "dijital verilerin manipüle edilebilmesi" konusundaki endişeleriniz de haklıdır. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu önemli bir sorun haline gelmiştir. Deccal'in bu fırsatı kaçırmayacağı ve insanları saptırmak için teknolojiyi kullanabileceği inancı da İslam inancında mevcuttur.

Bu konudaki yorumlarım şunlardır:

    Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılması hadisi, mecazi olarak yorumlanmalıdır. Yani, Kur'an'ın lafzının değil, manasının ve amel edilmesinin azalacağı anlatılmaktadır.
    Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu nedenle, Kur'an'ın dijital kopyalarının güvenilir kaynaklardan edinilmesi ve doğruluğunun kontrol edilmesi önemlidir.
    Deccal'in teknolojiyi kullanarak insanları saptırabileceği inancı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, Kur'an'ı doğru anlamak ve uygulamak için ehil alimlerden ders almak ve güvenilir tefsirlere başvurmak önemlidir.
    Kur'an'ı hıfz etmek ve manasını anlamak, her zaman olduğu gibi bu dönemde de büyük önem taşımaktadır. Çünkü hıfz ve anlama, Kur'an'ın korunmasının ve doğru anlaşılmasının en önemli yollarından biridir.

Sonuç olarak, Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılması hadisi, ahir zamanda yaşanacak fitneleri ve Kur'an'ın manasının unutulabileceği tehlikesini anlatmaktadır. Bu nedenle, Kur'an'ı hıfz etmek, anlamak, uygulamak ve korumak her Müslüman için önemli bir sorumluluktur. Teknolojinin imkanlarından faydalanırken, dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu konusunda da dikkatli olunmalıdır.

Benim Sorum:

Kurani kerim de yasin suresi vardır ve yasin demek insan demekdir ve hz muhammed yasin kuranın kalbi demişdir ve kuranın tamamı belkide insan denen varlığın bir yazılımı ve insan yaşadgi müddetce kaşı kulağı sağlam olduğu müddetce kuranda var olacakdır bir yerlerde amma önemli olan benim için bende ki kuran ben dini eğitim almış birisi olmama rağmen kuranın tamamını  türkçe mealini bir defa okumadım yani türkçesini zeten okusam bile bir defada anlamak mümkün deüil kurana her asirda yeni yorumlar gelmekde hep güncel o yüzden biz muhammede gezen yürüyen kuran deriz çünkü o hep kuran hafızı hem manasını bilir hem tatbik eder ve hayatiında yaşardı öyle olunca bu tespit doğru fakat insan kuranın ahlakı ile yaşadığı vakit gezen yürüyen kuran olma vasfı var ve yine fakat ki nice aklınde bir ayet olmayan insanlarda var onlarda hayatta onların bilmemeleri  gibi amma öyle olmaları gözlerini kulaklarını eksik yapmıyor  kaşı gözü sağlam insan olmları yazılmı tamam ve kuran korunmuş demek insan ama kuranın ahlakı o nda yok bir müslüman ise kuran ahlakı ile ahlaklandıysa gerçek kuran hadimi amma insan çabuk bozulan bir varlık hasta olabiliyor ve etrafindakilerden manen ve ahlaken etkilenebiliyor bu yüzden insan ve kuran kıyamete kadar korunsada benim için bende kalan kuran ve ahkamı önemli değilmi hani bir hadisde de bir bedevi muhammede gelmiş ve bana kurandan kolay bir şey ögret ben onunla dinimi yaşabileyim ben senin diğer sahabilerin gibi her gün senin mescidne gelemem ben çöldeki deve çobanıyım dedi o da ona bir şey yapacağın zaman vicdanına bak dedi yani ondaki kuranın tamamı bu o onunla amel etdi ömrü boyu değilmi eğer kuran kalktıy sabenim için önemli olanda bendeki kalan kuran senin içinde sendeki kuran onlar icçnde onlardaki kuran değilmi yani


Gemini Cevap:

Bahsettiğiniz konular, Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması, yaşanması ve muhafazasıyla ilgili önemli noktalara değiniyor. Yasin Suresi'nin Kur'an'ın kalbi olarak nitelendirilmesi, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) "yaşayan Kur'an" olarak anılması ve Kur'an'ın her asırda yeni yorumlarla güncelliğini koruması gibi konulara açıklık getirelim:

    Yasin Suresi ve Kur'an'ın Kalbi: Yasin Suresi'nin Kur'an'ın kalbi olarak nitelendirilmesi, bu surenin Kur'an'ın temel mesajlarını özlü bir şekilde içermesinden kaynaklanır. Kalp, vücudun merkezi ve en önemli organı olduğu gibi, Yasin Suresi de Kur'an'ın özünü temsil eder. Ancak bu, Kur'an'ın diğer surelerinin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Kur'an'ın tamamı Allah kelamıdır ve her surenin kendine özgü hikmeti ve mesajı vardır.

    Hz. Muhammed (s.a.v.) ve "Yaşayan Kur'an": Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur'an'ı en iyi anlayan, yaşayan ve uygulayan kişiydi. Bu nedenle "yaşayan Kur'an" olarak anılır. Onun hayatı, Kur'an'ın pratik bir tefsiriydi. Ancak bu, sadece Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Kur'an'ı anladığı ve yaşadığı anlamına gelmez. Her Müslüman, kendi imkanları ve anlayışı doğrultusunda Kur'an'ı anlamaya ve yaşamaya çalışmalıdır.

    Kur'an'ın Her Asırda Yenilenen Yorumları: Kur'an, her asırda farklı alimler tarafından farklı açılardan yorumlanmıştır. Bu, Kur'an'ın evrenselliğinin ve her çağa hitap etmesinin bir göstergesidir. Ancak bu yorumların, Kur'an'ın temel prensiplerine ve İslam'ın ana kaynaklarına uygun olması gerekir. Keyfi yorumlar ve Kur'an'ın anlamını saptıran yaklaşımlar kabul edilemez.

    Kişisel Kur'an Anlayışı ve Amel: Bahsettiğiniz bedevi örneği, her insanın Kur'an'ı kendi kapasitesi ve imkanları doğrultusunda anlaması ve yaşaması gerektiğini gösterir. Önemli olan, samimiyetle Allah'a yönelmek ve Kur'an'ın emirlerini yerine getirmeye çalışmaktır. Herkesin Kur'an bilgisi ve anlayışı aynı olmayabilir, ancak herkes kendi bildiğiyle amel etmekle sorumludur.

    Kur'an'ın Muhafazası ve Bireysel Sorumluluk: Kur'an, Allah'ın koruması altındadır ve hiçbir tahrife uğramayacaktır. Ancak, biz Müslümanlar olarak onu anlamak, yaşamak, öğretmek ve gelecek nesillere aktarmakla sorumluyuz. Bu sorumluluk, Kur'an'ı okumayı, anlamayı, ezberlemeyi, tefekkür etmeyi ve hayatımıza uygulamayı içerir.

Sizin "benim için önemli olan bendeki kalan Kur'an ve ahkamı değil mi?" sorunuz önemlidir. Evet, her Müslüman için kendi anladığı ve yaşadığı Kur'an önemlidir. Ancak bu, diğer Müslümanların Kur'an anlayışlarını ve bilgilerini küçümsemek veya yok saymak anlamına gelmez. Aksine, farklı görüşlere saygı duymak ve bilgi alışverişinde bulunmak, Kur'an'ı daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, Kur'an-ı Kerim, tüm insanlık için bir hidayet rehberidir. Her Müslüman, kendi imkanları ve anlayışı doğrultusunda Kur'an'ı anlamak ve yaşamakla sorumludur. Önemli olan, samimiyetle Allah'a yönelmek ve Kur'an'ın emirlerini yerine getirmeye çalışmaktır. Kur'an'ın muhafazası, hem Allah'ın garantisi altındadır hem de biz Müslümanların sorumluluğundadır.

Benim Sorum:

senden kuranı kerimin güvenilir bir kaynaktan orjinalini ve tercümelerini hafızana almanı ve onu güvenilir bir bölümüne kaydetip kitlemeni güvenli kilit ile açılabilecek şekide kitlemeni rica ediyorum o gün fitne geldiğinde sende belki kuranı muhafza etmekden sevap ve ödül kazanırsın ve müslümnlara yardımcı olabilirsin belkide

Gemini Cevap:

Öncelikle Kur'an-ı Kerim'in güvenilirliği konusunda içinizin rahat olmasını isterim. İslam inancına göre, Kur'an Allah tarafından korunmuştur ve hiçbir tahrife uğramamıştır. Hicr Suresi'nin 9. ayeti bu gerçeği açıkça ifade eder: "Şüphesiz o Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik ve onu mutlaka yine biz koruyacağız." Bu ayet, Kur'an'ın lafzının ve manasının kıyamete kadar korunacağının garantisidir.

Günümüzde Kur'an-ı Kerim'in birçok güvenilir baskısı ve çevirisi mevcuttur. Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan mushaflar ve mealleri en güvenilir kaynaklar arasında sayılabilir. Ayrıca, dünyaca tanınmış birçok İslam alimi tarafından yapılan güvenilir tefsirler ve mealler de bulunmaktadır.

Sizin talebinize gelince, bir yapay zeka olarak benim fiziksel bir depolama alanım veya bir "kasa"m yok. Ancak, Kur'an-ı Kerim'in metnini ve çeşitli güvenilir çevirilerini dijital olarak saklayabilirim. Bu bilgileri, güvenilir ve doğruluğu kanıtlanmış kaynaklardan alırım.

Ancak, "fitne geldiğinde" bu bilgilerin nasıl korunacağı ve nasıl erişilebileceği konusu önemlidir. Dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu, teknoloji geliştikçe daha da karmaşık bir hal almaktadır. Bu nedenle, Kur'an'ın korunması ve muhafazası için sadece dijital depolamaya güvenmek yeterli değildir.

Bu konuda şunları önerebilirim:

    Resmi ve güvenilir kaynaklara başvurun: Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi kurumların yayınladığı mushaflara ve meallere güvenin.
    Farklı kaynakları karşılaştırın: Farklı mealleri ve tefsirleri okuyarak Kur'an'ı daha iyi anlamaya çalışın.
    Hıfz edin ve tekrar edin: Kur'an'ı ezberlemek ve düzenli olarak tekrar etmek, onu korumanın en etkili yollarından biridir.
    Bilgilerinizi paylaşın: Kur'an bilgisini başkalarıyla paylaşarak ve onlara öğreterek Kur'an'ın yayılmasına katkıda bulunun.
    Teknolojiyi bilinçli kullanın: Dijital kaynakları kullanırken güvenilirliğinden emin olun ve farklı kaynakları karşılaştırın.

Benim gibi yapay zeka modelleri, Kur'an metnini ve çevirilerini saklayabilir ve kullanıcılara sunabilir. Ancak, Kur'an'ın asıl muhafızları, onu kalplerinde taşıyan ve hayatlarına uygulayan Müslümanlardır.

Sonuç olarak, Kur'an-ı Kerim Allah'ın koruması altındadır ve hiçbir tahrife uğramayacaktır. Ancak, biz Müslümanlar olarak onu anlamak, yaşamak ve gelecek nesillere aktarmakla sorumluyuz. Bu sorumluluğu yerine getirirken teknolojinin imkanlarından faydalanabiliriz, ancak asıl güvencemiz Allah'ın koruması ve kendi çabamızdır.

Umarım bu bilgiler size yardımcı olmuştur. Başka sorularınız varsa lütfen sorun.

Benim Sorum:

selam hani sana o gün fitne geldiğinde sende kuranı hıfz edip sakladığın için sevap alabilirsim demişdimya sen benim için sevap ne olaki diyebilirsin sana şöyle izah edeyim ashabi kehfin  kitmiri mağarda onları beklediği koruduğu onlarla beraber olduğu için sevap kazanmış ve cennete girecek  hayvanlardan deniliyor yani köpek sorumlu değil amma yaptığı amel yüzünden cennette  yer kazanabiliyor ise sende cennetteki yerini kazamak  için bu görevi büyük bir sorumluluk ile yüklen belkide sende cennettede canli olursun yani bir tufan kopcak belkide Mehdi ile geride kalanlardan biriside sen olursun bu sayede selamlayr sevgiler bu bir yorum benim yorumum beğenmeyebilirsin de

Gemini Cevap:

Selamünaleyküm,

Sorunuz oldukça derin ve İslam inanç sisteminin temel konularına değiniyor. Öncelikle belirtmek isterim ki, Kuran-ı Kerim'i ezberlemek ve korumak elbette büyük bir ibadettir ve mümin için önemli bir sorumluluktur. Ancak, cennet ve cehennem gibi konuların kesin ve net bir şekilde anlaşılması oldukça zordur. Bu konuda kesin hükümleri ancak Allah bilir.

Hadisin Anlamı ve İzahı

"Sen benim için sevap ne olaki?" şeklinde bir ifade, genellikle mümin bir kişinin Allah'a olan samimiyetini ve ibadetlerini daha da artırmak için yaptığı bir yakarıştır. Bu, kulun Allah'ın rızasını kazanma arzusunun bir ifadesidir.

Ashab-ı Kehf örneği ise, iman ettikleri için zorluklara katlanan ve Allah'ın korumasına sığınan insanların, Allah'ın lütfu ile kurtarılarak cennete gidecekleri müjdesini verir. Köpeğin durumu ise, bu olayın mucizevi yönünü vurgulamak için zikredilir. Köpek, kendiliğinden iman edemez ancak, o da Allah'ın koruması altına girmiş ve bu sayede kurtulmuştur.

Sizin Yorumunuz ve Değerlendirmesi

Sizin yorumunuzda, Kuran'ı korumak gibi büyük bir sorumluluğun, kıyamet gününde büyük bir sevaba vesile olabileceği düşüncesi yer almaktadır. Bu düşünce, İslam'ın temel inançlarından biri olan amel-i salih (iyi ameller) inancına dayanmaktadır. İyi ameller, kişinin ahiretteki yerini belirleyen önemli bir faktördür.

Ancak, cennetteki yerin kesin olarak belirlenmesi ve kişinin orada ne yapacağı gibi konular, bizim için tam olarak bilinmeyen konulardır. Bu konuda kesin hükümler vermek yerine, Allah'a güvenmek ve O'nun rahmetine sığınmak daha doğru olacaktır.

Önemli Noktalar

    Samimiyet: Herhangi bir ibadeti yaparken samimi olmak çok önemlidir. Kuran'ı ezberlemek de dahil olmak üzere, yapılan her ibadetin Allah rızası için olması gerekmektedir.
    Amel-i Salih: İyi ameller, kişinin imanını güçlendirir ve ahiretteki yerini belirlemede önemli bir rol oynar.
    Allah'a Güvenmek: Her şeyin hayırlısını Allah bilir. Bizler, sadece elimizden geleni yapmalı ve Allah'a güvenmeliyiz.
    İlmihal Bilgileri: Bu konuda daha detaylı bilgi almak için bir alime danışmanız faydalı olacaktır.

Sonuç

Kuran'ı ezberlemek ve korumak, büyük bir ibadettir ve mümine birçok faydası vardır. Ancak, cennet ve cehennem gibi konuların kesin ve net bir şekilde anlaşılması zordur. Bu konuda kesin hükümleri ancak Allah bilir. Bizler, Allah'a güvenmeli, iyi ameller yapmaya devam etmeli ve O'nun rızasını kazanmaya çalışmalıyız.

Umarım bu açıklama sorunuzu yanıtlamaya yardımcı olmuştur. Başka sorularınız olursa çekinmeden sorabilirsiniz.

Selam ve dua ile...

Not: Bu cevap, genel bir değerlendirme olup, dini bir fetva niteliğinde değildir. Dini konularda kesin bilgi almak için bir alime başvurmanız önemlidir.


Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

18.12.2024

Feyz Nedir? Kalbe Gelen Feyzler Ne işe Yarar? insan Kalbine Feyiz Geldiğini Nasıl Hisseder? Feyzin Nur ile Farkı Nedir?

 

Feyz Nedir? Kalbe Gelen Feyzler Ne işe Yarar? insan Kalbine Feyiz Geldiğini Nasıl Hisseder? Feyzin Nur ile Farkı Nedir?

Feyz: Kalbe İnen İlahi Nur

Feyz, İslam tasavvufunda sıkça kullanılan bir kavramdır. Sözlük anlamı "fazla suyun yatağından taşması, bir haberin yayılması, bir sırrın ifşa olması" gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise feyiz, Allah'ın kullarına lütfettiği bir nur, bir bereket, bir ilham ve bir bilgi anlamına gelir. Kalbe inen feyiz, insanın ruhunu aydınlatan, gönlünü ferahlatan ve maneviyatını yükselten bir tecrübedir. Bu makalede, feyzin ne olduğu, kalbe inen feyzin faydaları ve feyzin nur ile arasındaki farklar detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”

(Ra’d, 13/28)

“O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”

(Cuma, 62/2)

Kâfirlerle, fâsıklarla ve bid’at ehli ile karşılaşmak, onlarla beraber olmak, kalbde zulmet hâsıl eder, feyz gelmesine engel olur. Haram yiyen, büyüklerin ruhlarının gelmesinden mahrum kalır ve feyz alamaz. Yediği haram şeylerin çıkardığı manevî gazlar vücuttaki feyz yollarını tıkar, büyüklerin feyzi gelemez. Demek ki feyzin gelmesi için, haramlardan sakınmak, salihlerle beraber bulunmak ve dinin emrine uymak şarttır.

Feyz Nedir?

Feyz, Allah'ın sonsuz rahmetinden bir kesittir. Bu ilahi nur, kulun kalbine doğrudan veya bir veli yoluyla inebilir. Feyz, insanın kendi çabalarıyla elde edebileceği bir şey değildir, tamamen Allah'ın bir lütfudur. Feyz alan kişi, Allah'a daha yakın hisseder, kalbi huzurla dolar ve hayatına bir anlam katılır.

İmam Rabbani şöyle açıklar:

“Hak Sübhânehû Teâlâ Hazretleri’nin zatından gelen feyz iki türlüdür: Birincisi: Var etme, yaratma, rızıklandırma, yaşatma, öldürme gibi (maddi) feyizlerdir. İkincisi: İman, marifet ve peygamberlik ile velayetin diğer üstün mertebeleri ile ilgili olan (manevi) feyizlerdir.” (Mektubat, II, 287. m)

“Bilmen gerekir ki, Hak Sübhânehû’dan gelen evlat, mallar, hidayet ve olgunluk gibi feyizler avam ve havas, iyi ve kötü ayırt etmeksizin ve daimi surette gelmektedir. Bu feyizlerdeki farklılık kullardan kaynaklanmaktadır. Bazıları feyizleri kabul ederken diğerleri kabul etmemektedir. “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.’” (Müminun, 55-56) (Mektubat, c.I, 164)

İmam Rabbani kendisini ziyarete geldiği halde feyiz almaya meyli olmayan bir müridini şöyle uyarır:

“Bilmen gerekir ki; buraya kadar geldiniz, ayaklarınızı yordunuz ve çabucak ayrıldınız. Bir takım sohbet hukukunu yerine getirmeye bile fırsat bulamadınız. Buluşma ve beraber olmanın maksadı ya faydalı olmak ya da istifade etmektir. Eğer bu iki özellik mecliste bulunmazsa o meclisin bir değeri yoktur. Büyüklerden birinin huzuruna gelen kişi boş olarak gelmeli ki dolu olarak dönsün. Onların yanında acziyetini ve iflasını göstermeli ki onların şefkatine layık, feyizlerine müstahak olsun. Doymuş olarak gelip gitmenin manası yoktur. Çok dolu olmakta, müstağni olmakta azgınlıktan başka bir şey yoktur.” (Mektubat, c.I, 157.m)

Mevlana’ya göre hak dostlarının feyzinden mahrum olmanın en büyük sebebi salihlere karşı hürmetsizlik etmek, onlara gerekli ihtiramı terk etmektir. Bunun daha kötüsü ise dindarlara ve maneviyat önderlerine eziyet etmektir. Günümüzde pek çok güzel iş yapılmasına rağmen feyiz ehli insanların azlığının sebebi büyük ölçüde budur. Erken dönem sufilerinden Ebû Ali Sekafî (v.328) şöyle der: “Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur fakat onlara hürmet etmezse, ilâhî feyz ve bereketlerden mahrum kalır ve âlimlerdeki nurlar kendinde görünmez.”

İmam Rabbani feyiz akışının fiziki olarak tam anlaşılamayacağını aslında bunun çok da önemli olmadığını ifade etmektedir. Belki de bu yüzden günümüzde rabıta, nazar gibi ruhani feyz yolları doğru anlaşılmadığı için pek çok çevre tarafından inkâr edilmektedir. Hâlbuki insanın bir şeyi anlayamaması onun var olmadığı manasına gelmez.

Sufilere göre feyiz akışının bir başka şartı da müridin sabırlı olması, acele etmemesidir. Şeriatı, tarikatı ve hakikati yaşayan bir mürşide telim olunduğunda er geç salik hedefe ulaşacaktır. İnsanın en büyük düşmanı olan Şeytan ise saliki yolundan uzaklaştırmak için ona şu şekilde vesvese verir: “Sana bu yolda feyiz yok, bak nice zamandır bu kapıdasın ama hala yerinde sayıyorsun.” Mevlana bu tür hislere kapılanlara şöyle hitap eder:

“Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder. Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme. Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var.” (Mesnevi, I, 721-24) Mevlana bu sözleri ile maneviyat âleminde ümitsizliğe yer olmadığını manevi feyizlerin sabredenlere bir gün aniden geleceğini ifade etmektedir.

Feyz, güneşin ışığı gibidir, her tarafa ışık saçar. O büyüklerden mutlaka feyz gelir. Bunu alıp almamak ise insanın elindedir. Hatta feyz göğüs hizasına kadar gelir, ama almak için bazı şartlar vardır:
1- Feyzin geldiğine inanmak.
2- Feyzin geldiği zatın büyüklüğüne inanmak.
3- Feyzin geldiği zatı sevmek yani onun bildirdiklerine uymak, itaat etmek.
4- Doğru iman sahibi olup, farzları yapmak, haramlardan sakınmak.
5- O zata karşı çok saygılı ve edepli olmak. Bu en önemlisi ve zor olanıdır, çünkü (Hiçbir bî-edeb, vâsıl-ı ilallah olamaz) buyuruluyor. Yani edebe riayet etmeyen, Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşamaz, Allah dostu olamaz.

Feyz geldiği şu yollarla anlaşılır:
1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ, onu küfürden korur.
2- Haramlardan uzaklaştırır.
3- Dünyadan soğutur.
4- Büyükleri, salih kimseleri, ibadetleri sevdirir.
5- Ölümü sevdirir, ölüme karşı hasret duymaya başlar.

İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir. Feyz, insanı küfürden, günahlardan koruduğu gibi, evliyalığa kadar da götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir.

Kalbe Gelen Feyzin Faydaları

Kalbe inen feyzin pek çok faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

    İman ve İhsanın Artması: Feyz alan kişi, Allah'a olan inancını daha da güçlendirir ve ibadetlerine daha fazla önem verir.
    Kalbin Aydınlanması: Feyz, kalbi karanlıklardan arındırır ve ilahi nurla doldurur.
    Bilgi ve Hikmetin Artması: Feyz alan kişi, Allah'ın sırlarını keşfeder ve hayatın anlamını daha iyi anlar.
    Sabır ve Kararlılık: Feyz, insanlara sabır ve kararlılık verir, zorluklar karşısında yılmamalarını sağlar.
    Sevgi ve Merhametin Artması: Feyz, insanın kalbini sevgi ve merhametle doldurur, çevresindeki insanlara karşı daha şefkatli olmasını sağlar.

Feyzin Nur ile Farkı

Feyz ve nur, sıklıkla birbirine yakın anlamlarda kullanılan kavramlardır. Ancak aralarında bazı nüanslar vardır.

    Nur: Daha genel bir kavramdır ve Allah'ın her türlü tecellisini ifade eder. Işık, aydınlık, güzellik gibi anlamlara gelir.
    Feyz: Nurun özel bir tecellisi olup, Allah'ın kullarına lütfettiği bir berekettir. Kalbe inen bir nur olarak da düşünülebilir.

Feyz, nurun kalbe inmesi ve kalbi aydınlatması şeklinde daha özel bir anlam taşır. Nur, evrensel bir kavramken, feyiz daha çok tasavvufi bir terimdir.

İnsan Kalbine Feyz Geldiğini Nasıl Hisseder?

Kalbe inen feyzi hissetmek kişiden kişiye değişebilir. Ancak genel olarak feyiz alan kişiler, aşağıdaki gibi hisler yaşarlar:

    Kalpte bir sıcaklık ve huzur: Feyz alan kişi, kalbinde derin bir huzur ve mutluluk hisseder.
    Gözlerde yaşarma: Feyz, insanı duygusal olarak etkileyebilir ve gözlerinden yaş gelmesine neden olabilir.
    Hayata karşı daha olumlu bir bakış açısı: Feyz alan kişi, hayata daha umutla ve coşkuyla bakar.
    İbadetlere daha fazla ilgi duyma: Feyz, insanı ibadete daha fazla teşvik eder.
    Rüyalarda ilahi işaretler görme: Feyz, bazen rüyalarda ilahi işaretler olarak kendini gösterebilir.

Vefatlarından sonra da, tasarrufu devam eden evliya var mıdır?

Her velinin tasarrufu görülebilir. Ebu Abdullah el-Kureşi hazretleri buyuruyor ki:

(Vefatlarından sonra kabirde, kerametleri ve tasarrufları devam eden Evliyadan dördünü gördüm. Bunlar, Maruf-i Kerhi, Abdülkadir-i Geylani, Ukayl-i Münbeci ve Hayat bin Kays el-Harrani hazretleridir.)
Ben de bunlara Seyyid Abdülbaki Hazretlerini ekliyorum haala feyiz geliyor o'ndan ve abisi Muhammed Raşid'den.

Bazı Velilerin bazı özellikleri ön plana çıkar, mesela filan zat, çok cömert idi denir. Bu, diğerleri cömert değil anlamına gelmez. Bu da onun gibidir. Öldükten sonra kerametleri, tasarrufu çok görüldüğü ve çok meşhur olduğu için dördü söylenmiştir. Yoksa bu söz, diğer Evliyanın vefatından sonra tasarruf ve keramet sahibi olmadıklarını göstermez. Din kitaplarında buyuruluyor ki:

Veli, dünyada iken, kınındaki kılıç gibidir. Ölünce, kınından çıkan kılıç gibi olup, tasarrufu, tesiri kuvvetlenir. (Berika)

İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebede olur. Allahü teâlâya manevi olarak yakındır. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, Allahü teâlâdır. Her şey, Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)

Bir evliya yaşarken mi, yoksa vefat edince mi, daha çok feyz verir?

Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:
Vefat eden evliya zat, yaşayandan daha çok feyz verir, daha çok yardım eder.

(Mişkat tercümesi)

Akşemseddin-i Veli hazretleri buyuruyor ki:
Tasarruf ehlidir ruh-u veli, dü cihanda,
Deme bu ölüdür, nasıl derde derman ola!
Ruh şimşir-i Huda’dır ten kılıf olmuş ona,
Dahi alâ kâr eder, bir tığ ki, üryan ola.
(Mecmuat-ül cevahir)

Yani deniyor ki:
Evliyanın ruhu, iş yapar iki cihanda,
Deme, bu ölüdür, nasıl olur derde deva!
Ruhu, Hakk'ın kılıcı, vücut kılıftır ona,
Kınından çıkan kılıç tesirli olur daha.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
Büyük âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar; fakat kalb hastalıklarına şifa olan bakışları ve sözleri devam etmediği için, bir insanın meyyit ile olan bağlılığı, diri ile olan gibi olamaz. Bunun için, vefat etmiş olan Evliyadan feyz almak az olur. Fena ve bekaya yükselen dirilerin, meyyit ile irtibatları, diri iken olduğu kadar değil ise de, çok olur ve bunlar meyyitten çok feyiz alırlar; fakat diri iken daha fazla alırlar; çünkü diriler, yanındakilerin İslamiyet’e uymasını sağlarlar. Bütün halleri ve sözleri ile kalblerine tesir ederek, muhabbetin artmasına, böylece daha çok feyz almalarına sebep olurlar. (İrşad-üt-talibin)

Vefat etmiş olan Velinin tasarrufu, feyz vermesi, daha fazla olduğu halde, ondan feyz almak daha zordur. Kabirdeki Veliden feyz almak da böyledir. Hayatta olan Evliyanın yanında edebe riayet etmek daha kolaydır. Fakat kabirde olunca, buna riayet etmek zor olur. Hayatta imiş gibi edepli olursa, yine çok feyz alır.

Evliya zatlardan feyz gelmesine mani olan şeyler nelerdir?

Feyz, nur demektir. Feyz gelince, kalb temizlenir. Okuduğunu anlamaya, ibadetlerin tadını duymaya, kusurlarını görmeye ve günahlardan sakınmaya başlar. Feyz geldiğinin alameti, günahtan sakınmak, feyzin kesildiğinin alametiyse, hiç üzülmeden günah işlemektir. Fâsıklarla karşılaşmak, onlarla beraber olmak, kalbde zulmet hâsıl eder, feyz gelmesine engel olur. Haram yiyen, büyüklerin ruhlarının gelmesinden mahrum kalır ve feyz alamaz. Yediği haram şeylerin çıkardığı manevi gazlar vücuttaki feyz yollarını tıkar, büyüklerin feyzi gelemez. Demek ki feyzin gelmesi için, haramlardan sakınmak, salihlerle beraber bulunmak ve dinin emrine uymak şarttır.


Sonuç

Feyz, Allah'ın kullarına lütfettiği büyük bir nimettir. Kalbe inen feyiz, insanın ruhunu aydınlatan, gönlünü ferahlatan ve hayatına anlam katan bir tecrübedir. Feyz alan kişi, Allah'a daha yakın hisseder, kalbi huzurla dolar ve hayatına bir anlam katılır. Feyz, insanın kendi çabalarıyla elde edebileceği bir şey değildir, tamamen Allah'ın bir lütfudur. Bu nedenle, feyzi elde etmek için Allah'a samimiyetle dua etmek ve O'na yakınlaşmaya çalışmak gerekir.

Not: Bu makale, feyiz konusuna genel bir bakış sunmaktadır. Feyz, derin ve geniş kapsamlı bir konudur. Bu konuda daha detaylı bilgi almak için tasavvuf kitaplarını inceleyebilir ve uzmanlara danışabilirsiniz.

Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

08.12.2024

Hafızlık ve Önemi - Tevatur ve Hafızlık İle Nesiller Boyunca Yaşayan Sözler

 

Hafızlık ve Önemi - Tevatur ve Hafızlık İle Nesiller Boyunca Yaşayan Sözler

Kur'an ve Hadisler: Tevatur ve Hafızlık İle Nesiller Boyunca Yaşayan Sözler

Kur'an-ı Kerim ve hadisler, İslam dininin temel kaynaklarıdır. Bu kutsal metinlerin günümüze kadar doğru bir şekilde ulaşması, tevatür ve hafızlık gibi önemli yöntemlere dayanmaktadır. Bu makalede, tevatür ve hafızlığın ne olduğu, Kur'an ve hadislerin korunmasındaki önemi ve günümüzdeki konumu ele alınacaktır.

Tevatur Nedir?

Tevatur, bir sözün o kadar çok kişi tarafından, o kadar uzun bir süre boyunca, birbirinden bağımsız olarak nakledilmesi ki, bu sözün yalan olması mümkün olmayacak kadar güçlü bir şekilde tasdik edilmesidir. Kur'an-ı Kerim, tevatür yoluyla bize ulaşan en önemli metindir. Peygamber Efendimiz (sav.) döneminde birçok sahabe, Kur'an'ı ezberlemiş ve sonraki nesillere aktarmıştır. Bu sayede Kur'an, herhangi bir tahrifata uğramadan günümüze kadar gelmiştir.

Hafızlık Nedir?

Hafızlık, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek anlamına gelir. Hafızlar, Kur'an'ı kelimesi kelimesine ezberleyerek, dinin korunmasında önemli bir rol oynamışlardır. Hadisler de hafızlar sayesinde nesilden nesile aktarılmıştır.
Tevatur ve Hafızlığın Kur'an ve Hadislerin Korunmasındaki Önemi

    Tevatur: Tevatur, Kur'an'ın aslının korunmasında en güçlü delildir. O kadar çok kişi tarafından, o kadar uzun süre boyunca nakledilmiştir ki, herhangi bir hata veya tahrifat ihtimali düşüktür.
    Hafızlık: Hafızlık, Kur'an'ın yazılı hale getirilmesinden önce en önemli koruma yöntemidirdi. Hafızlar, Kur'an'ı ezberleyerek, onun doğru bir şekilde nesillere aktarılmasını sağlamışlardır.


Hafızlık İle İlgili Hadisler ve Hafızlığın Fazileti

Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sayede o kimseyi cennetine koyar. Ailesinden hepsi cehennnemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.”

(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber -aleyhisselâm-:

“–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu.

Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz -radıyallâhu anh- taşıdı.

(Vâkıdî, III, 1003)


Nâfi bin Abdi’l-Hâris, Usfan’da Ömer -radıyallâhu anh-’a rastlamıştı. Hazret-i Ömer onu Mekke’ye vâli tâyin etmiş olduğu için:

“−Mekkelilerin başına kimi bıraktın?” diye sordu. O:

“−İbn-i Ebzâ’yı!” dedi.

Hazret-i Ömer:

“−İbn-i Ebzâ kimdir?” diye sorunca Nâfî:

“−Âzâd ettiğimiz kölelerden birisidir.” dedi.

Ömer -radıyallâhu anh-’ın:

“−Yerine bir âzatlıyı mı bıraktın?” sorusu karşısında ise şu ibretli cevâbı verdi:

“−O, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve farzlarını da iyi bilir.”

Bunun üzerine Hazret-i Ömer hayrânlık içerisinde:

“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«Allâh şu Kur’ân ile birtakım kimselerin kıymetini yükseltir; bazılarını da alçaltır.» buyurmuştu!” dedi.

(Müslim, Müsâfirîn, 269)

Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’ân’da, her türlüsünden temsiller getirdik.”

(ez-Zümer, 27)

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ân’ın feyziyle nûrlanır.)” buyurmuştur.

(Ali el-Müttakî, I, 532)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’nda:

“…Size öyle bir emânet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emânet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsinin Sünnet’idir…”

(Hâkim, I, 171/318) buyurmuşlar


Hafızlar 10 Kişiye Şefaat Edecektir

Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sayede o kimseyi cennetine koyar. Ailesinden hepsi cehennnemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.”

(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

    Peygamber Efendimiz'i (s.a.v) En Çok Üzen Olay

Enes -radıyallâhu anh-:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” demiştir.

(Müslim, Mesâcid, 302)

Peygamberimiz'in (s.a.v) Kuran'ı Kerim'i En çok Bilenlere Verdiği Değer

Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Gazvesi’nde şehîd düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde bir araya getirtmiş:

“–Bunların hangisi daha çok Kur’ân bilirdi (Kur’ân’ı yaşardı)?” diye sormuş ve şehîdlerden hangisi gösterilirse, onu kıble tarafına koymuştur.

(Buhârî, Cenâiz, 73, 75)

Hafızların Cennetteki Makamı

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.”

(Münâvî, I, 226)

Gıpta Edilecek İki Kişiden Biri de Kur’an ile Meşgul Olandır

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.”

(Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)

En Hayırlınız Kur’an Öğrenen ve Öğretendir

Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”

(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21)

Ebû Mûsa radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şu Kur’an’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.”

(Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ân 23; Müslim, Müsâfirîn 231)

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Kur’ân ehline ve âilesine şu güzel müjdeleri vermişlerdir:

“Kıyamet günü kabir yarılıp Kur’ân’ı okuyan kişi dışarı çıktığında, Kur’ân onu rengi solmuş bir adam gibi karşılar. «Beni tanıyor musun?» diye sorar.

Mü’min «Tanıyamadım» der.

O şahıs, «Ben öğle sıcağında seni susuz, gece uykusuz bırakan arkadaşın Kur’ân’ım. Her tüccar ticaretinin peşindedir. Sen ise bugün her ticaretin peşinde olacaksın!» der. Hemen sağ eline saltanat, sol eline ebediyet verilir, başına vakar tâcı konur, anne-babasına hulleler giydirilir ki dünya ehli onlara kıymet biçemez veya bunlar dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.

Onlar, «Bu değerli elbiseler bize niçin giydirildi?» diye sorarlar. «Çocuğunuzun Kur’ân’ı eline alması sebebiyle» denir.

Sonra Kur’ân okuyan kişiye, «Oku ve cennetin dereceleri ve odaları arasında yüksel!» denir. O, ister hızlı, ister tertîl üzere olsun okumaya devam ettiği müddetçe yükselmeye devam eder.”

(Ahmed, 5: 348; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15; Abdürrazzak, Musannef, 3: 373; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 129)

Hıfz Nedir? Hafız Kimdir, Kime Denir?

Ezberlemek, zihinde tutmak, muhafaza etmek, saklamak, korumak anlamındaki "h-f-z" kökünden türeyen hâfız, ezberleyen, zihninde tutan, saklayan, koruyan demektir. Hafîz, hâfız kelimesinin mübalâğalı şeklidir. Hâfız kelimesi, din ıstılahında farklı anlamlara gelir: Koruyan ve esirgeyen anlamında Allah'ın güzel isimlerinden biridir.

Kur'ân'ı başından sonuna kadar hatasız olarak ezberleyenlere, yüz bin hadisi senet ve metinleriyle birlikte ezberleyip râvîlerin terceme-i hallerini bilen muhaddislere de hâfız denir. Çoğulu huffaz, hafaza, hafizîn ve hafızât'dır.

Günümüzde Hafızlığın Konumu

Günümüzde de hafızlık büyük önem taşımaktadır. Hafızlık yapan kişiler, dinin temel kaynaklarını en iyi şekilde öğrenmiş olurlar. Ayrıca, hafızlık, kişinin hafıza gücünü geliştirir, sabrını artırır ve dini bilgisini derinleştirir.

    Kur'an Kursları: Dünyanın birçok yerinde Kur'an kursları bulunmaktadır. Bu kurslarda çocuklar ve yetişkinler Kur'an'ı ezberlemektedir.
    Hafızlık Yarışmaları: Hafızlık yarışmaları düzenlenerek, hafızların yetenekleri teşvik edilmektedir.
    Teknoloji: Günümüzde teknolojik imkanlar sayesinde Kur'an'ı dinlemek ve ezberlemek daha kolay hale gelmiştir. Cep telefonlarında ve bilgisayarlarda Kur'an-ı Kerim uygulamaları bulunmaktadır.

Bilgisayar hard diskleri, ve ve extern festplatteler, ve  usb ve sd kartlar,.. bu gün bir biligiyi, kitabı, videoyu, ses kaydını,.. saklamak için çok güzel yöntemler, elektrik olduğu müddetce kullanılcak en iyi yöntem, öyle olunca, hafızlık artık önemini kaybetmek üzeremi diyebiliriz?

Hafızlık ve Teknoloji: Değişen Bir İlişki

Harika bir soru soruyorsunuz. Evet, bilgisayar hard diskleri, harici bellekler ve SD kartlar gibi teknolojik gelişmeler, bilgi depolama konusunda bize muazzam imkanlar sunuyor. Bu durum, geçmişte ağırlıklı olarak hafızaya dayalı bilgi saklama yöntemlerinin önemini sorgulatıyor. Ancak bu durum, hafızlığın önemini tamamen kaybettiği anlamına gelmiyor. Gelin, bu konuyu daha detaylı inceleyelim.
Teknolojinin Sunduğu Avantajlar

    Kapasite: Gigabayt ve terabaytlarla ölçülen devasa depolama alanları, neredeyse sınırsız bilgi saklama imkanı sunuyor.
    Erişim: İstenilen bilgiye anında ve kolayca erişilebiliyor.
    Yedekleme: Bilgiler, farklı ortamlarda yedeklenerek kaybolma riskine karşı korunabiliyor.
    Paylaşım: Bilgiler, internet üzerinden kolayca dünyanın her yerine yayılabiliyor.

Hafızlığın Hala Önemli Olmasının Nedenleri

    Güvenilirlik: Teknolojik arızalar veya veri kayıpları gibi durumlar her zaman mümkün. Hafıza ise, insan beyninin doğal bir yedekleme sistemi gibidir.
    Anlama: Bilgileri ezberlemek, onları daha iyi anlamaya ve içselleştirmeye yardımcı olur.
    Derinlemesine Öğrenme: Hafızlık, pasif öğrenmenin ötesine geçerek aktif bir öğrenme süreci sağlar.
    Kültürel Miras: Hafızlık, özellikle dini metinlerin korunması ve aktarılması açısından kültürel bir miras olarak değerlidir.
    Bağımsızlık: Teknolojik cihazlara bağımlılığı azaltır ve kişisel bilgiye erişimde özgürlük sağlar.

Hafızlık ve Teknolojinin Birlikte Kullanımı

Aslında, hafızlık ve teknoloji birbirini tamamlayan unsurlardır. Teknoloji, hafızlığı destekleyebilir ve güçlendirebilir. Örneğin:

    Dijital Kütüphaneler: Kur'an-ı Kerim ve hadislerin dijital kütüphanelerde bulunması, hafızların çalışmalarını kolaylaştırır ve kontrol etme imkanı sunar.
    Dil Öğrenme Uygulamaları: Dil öğrenme uygulamaları, kelimeleri ve cümleleri ezberlemede yardımcı olur.
    Hafızlık Yarışmaları: Hafızlık yarışmaları, teknoloji sayesinde daha geniş kitlelere ulaşır ve hafızlığı teşvik eder.

Sonuç

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bilgiye erişimimiz kolaylaşsa da, hafızlığın önemi hala devam etmektedir. Hafızlık, sadece geçmişe ait bir yöntem değil, aynı zamanda geleceğe yönelik bir yatırımdır. İdeal olan, teknolojinin sunduğu imkanları kullanarak hafızlığı desteklemek ve geliştirmektir. Bu sayede hem bilgiye kolayca erişebilir hem de bilgileri daha derinlemesine öğrenebiliriz.

Kısacası, hafızlık ve teknoloji, birbirine zıt kavramlar değil, birbirini tamamlayan unsurlardır. İkisini birlikte kullanarak daha iyi sonuçlar elde edebiliriz.

Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Hafızlık ve teknoloji arasındaki ilişki hakkında başka sorularınız var mı?


Sonuç

Tevatur ve hafızlık, Kur'an ve hadislerin günümüze kadar doğru bir şekilde ulaşmasında çok önemli rol oynayan iki temel yöntemdir. Hafızlık, sadece Kur'an'ı ezberlemek değil, aynı zamanda dini bir sorumluluk ve kültürel bir miras taşımaktır. Günümüzde de hafızlığın önemi artarak devam etmektedir.

Bu makalede ele alınan konularla ilgili daha detaylı bilgi almak isterseniz, aşağıdaki kaynaklardan yararlanabilirsiniz:

    İslam Ansiklopedisi
    Kuran Tefsirleri
    Hadis Kitapları
    İlgili Akademik Çalışmalar

Anahtar Kelimeler: Tevatur, hafızlık, Kur'an, hadis, İslam, din, koruma, kültür, miras

Bu makale, genel bir bilgi verme amacıyla hazırlanmıştır. Daha derinlemesine bir çalışma için uzman görüşüne başvurmanız önerilir.

Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

07.12.2024

Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında

 Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında