7 Haziran 2025 Cumartesi

"Son Nefeste İman Kurtarır mı? Şok Gerçekler!" Kader - Mutlak Kader ve Muallak Kader

 


 "Son Nefeste İman Kurtarır mı? Şok Gerçekler!" Kader - Mutlak Kader ve Muallak Kader

"Ölüm Anında Tövbe: Son Şans!"

"Cehennemden Cennete: Son Anda İman Mucizesi"

"Firavun Bile Kurtuldu, Ya Sen?"

"Şeytanın Son Oyunu ve Allah'ın Son Rahmeti"

"Ölürken 'La İlahe İllallah' Diyenin Akıbeti"

"Firavun son anda iman ettiyse neden kurtulamadı? Peki ya gizli müminler? İşte Kur'an'da ve hadislerde şaşırtıcı cevaplar!"

Kader Nedir? İnanç, Felsefe ve Bilim Perspektifinden Bir Bakış

Kader kavramı, insanlık tarihi boyunca din, felsefe ve bilim alanlarında tartışılan en derin konulardan biridir. İnsanlar, yaşamlarında olup bitenlerin önceden belirlenmiş olup olmadığını, özgür iradenin varlığını ve evrendeki tesadüflerin anlamını sorgulamıştır. Peki, kader nedir? Gerçekten her şey önceden mi yazılmıştır, yoksa insan kendi yolunu kendi mi çizer?
1. Kaderin Tanımı ve Kökeni

Kader, Arapça "kadere" (ölçü, takdir) kökünden gelir ve "önceden belirlenmiş olaylar dizisi" anlamına gelir. Farklı kültürlerde ve inanç sistemlerinde farklı şekillerde yorumlanmıştır:

    Dini perspektifte, kader Tanrı’nın evreni ve insanların hayatını önceden planlamasıdır.

    Felsefi açıdan, determinizm (her şeyin önceden belirli sebeplere bağlı olması) ve özgür irade tartışmasıyla ilişkilidir.

    Bilimsel yaklaşımda ise kuantum mekaniği ve kaos teorisi gibi kavramlar, evrendeki belirsizliklerin kader algısını nasıl etkilediğini sorgular.

2. Dinlerde Kader Anlayışı
a) İslam’da Kader


İslam inancına göre kader, Allah’ın ezeli ilmiyle her şeyi bilmesi ve takdir etmesidir. Ancak bu, insanın sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. "Kaza ve kader" kavramları şu şekilde ayrılır:

    Kader: Allah’ın olacak her şeyi önceden bilmesi ve yazması.

    Kaza: Bu planın zamanı gelince gerçekleşmesi.

Özgür irade ise insana verilmiş bir imtihan aracıdır. Kur’an’da, "Her insanın kaderi kendi boynuna bağlıdır" (İsra 13) gibi ayetler, insanın seçimlerinin önemine vurgu yapar.
b) Hristiyanlık ve Yahudilik’te Kader

    Hristiyanlıkta ilahi takdir (predestinasyon) tartışması vardır. Bazı mezhepler (Kalvinizm) insanın kurtuluşunun önceden belirlendiğini savunurken, diğerleri özgür iradeye inanır.

    Yahudilikte ise insanın iyi ve kötü arasında seçim yapma özgürlüğü vurgulanır (Tevrat, Devarim 30:19).

c) Doğu Dinlerinde Kader (Karma ve Yeniden Doğuş)

Hinduizm ve Budizm’de karma inancı, kişinin eylemlerinin gelecek yaşamlarını belirlediği düşüncesidir. Burada kader, geçmiş yaşamların etkisiyle şekillenir, ancak kişi şimdiki davranışlarıyla bunu değiştirebilir.
3. Felsefede Kader: Determinizm vs. Özgür İrade

Felsefe tarihinde kader, iki temel görüşle ele alınır:
a) Determinizm (Belirlenimcilik)

    Her olayın önceden belirlenmiş sebepleri olduğunu savunur.

    Laplace’ın şeytanı teorisi, evrendeki her şeyin fizik yasalarıyla öngörülebileceğini iddia eder.

b) İndeterminizm (Belirsizlik)

    Kuantum fiziğindeki Heisenberg Belirsizlik İlkesi, evrende mutlak bir belirlenim olmadığını gösterir.

    Varoluşçuluk (Sartre, Camus) insanın kendi kaderini kendisinin yarattığını savunur.

4. Bilim ve Kader: Kaos Teorisi ve Kelebek Etkisi

Modern bilim, kader kavramını kaos teorisi ile sorgular:

    "Kelebek Etkisi", küçük bir olayın büyük sonuçlar doğurabileceğini gösterir. Bu, kaderin tamamen öngörülemez olduğu anlamına gelmez, ancak karmaşık bir yapıda işlediğini kanıtlar.

5. Kader ve İnsan Psikolojisi

İnsanlar, belirsizlik karşısında kader inancına sığınır:

    İçsel kontrol odağı olanlar, hayatlarını kendilerinin şekillendirdiğine inanır.

    Dışsal kontrol odağı olanlar ise "kader" veya "şans" gibi dış faktörlere bağlı olduklarını düşünür.

Sonuç:
Kader İnancı Hayatımızı Nasıl Etkiler?

Kader, insanın anlam arayışının bir parçasıdır. İnanç sistemleri bunu ilahi bir plana bağlarken, felsefe ve bilim özgür irade ile determinizm arasındaki dengeyi sorgular. Belki de gerçek kader, seçimlerimizin bizi götürdüğü yoldur.

    "Kader, yazgı değil, tercihlerimizin toplamıdır." – Jean-Paul Sartre

Bu makale, kader kavramını çok yönlü ele alarak okuyucuya düşünme ve kendi hayatını yorumlama fırsatı sunmayı amaçlamaktadır. Sizce kader nedir? Önceden yazılmış bir senaryo mu, yoksa bizim çabalarımızla şekillenen bir yolculuk mu?


Mutlak Kader ve Muallak Kader Nedir?

Kader konusu, özellikle İslam teolojisinde (kelam ilminde) derinlemesine tartışılan bir meseledir. Mutlak kader ve muallak kader ayrımı, insanın iradesiyle ilahi takdir arasındaki ilişkiyi açıklamak için yapılmıştır. Bu iki kavram, kaderin farklı boyutlarını anlamamıza yardımcı olur.
1. Mutlak Kader (Değişmeyen Kader)

Mutlak kader, Allah’ın ezeli ilmiyle kesin olarak belirlediği ve değişmeyen yazgıdır. Bunlar, insan iradesinin dışında gerçekleşen olaylardır.
Özellikleri:

    Değiştirilemez, çünkü Allah’ın mutlak iradesi ve bilgisiyle sabittir.

    İnsanın müdahalesi söz konusu değildir.

    Örnekler:

        Doğum yeri ve zamanı,

        Ölüm zamanı (ecel),

        Anne-babanın kim olduğu,

        Kıyametin kopacağı an.

Ayet ve Hadislerde Mutlak Kader:

    "Allah’ın geçmişteki ilmi ve yazması olmasaydı, hiçbir musibet yeryüzüne gelmezdi." (Hadis-i Şerif)

    "Her ümmetin belirlenmiş bir eceli vardır; ecelleri geldiğinde ne bir an geri kalırlar ne de öne geçebilirler." (A’raf 34)

2. Muallak Kader (Şarta Bağlı Kader)

Muallak kader, insanın iradesi ve çabasıyla değişebilen kaderdir. Allah, bazı olayları kulun seçimlerine ve dualarına bağlı kılmıştır.
Özellikleri:

    Dua, çaba ve iyi amellerle değişebilir.

    İnsanın sorumluluğu burada devreye girer.

    Örnekler:

        Rızık (helal yollardan çalışmak bereketi artırır),

        Ömrün uzaması (sadaka ve sıla-i rahimle),

        Hastalıkların şifası (tedavi ve dua ile).

Ayet ve Hadislerde Muallak Kader:

    "Dua, kaderden (musibeti) geri çevirir." (Tirmizi)

    "Sadaka belayı defeder, ömrü uzatır." (Beyhaki)

    "Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isterse, akrabasını görüp gözetsin." (Buhari)

###########

   

###########

4. Teolojik Tartışmalar ve Dengeli Yaklaşım

    Cebriyye mezhebi, her şeyin mutlak kader olduğunu savunurken,

    Mutezile, insanın tamamen özgür olduğunu iddia eder.

    Ehl-i Sünnet ise ikisini dengeler: Allah her şeyi bilir, ama kul da sorumludur.

Pratik Hayatta Nasıl Anlaşılmalı?

    Değişmeyecek şeylere (mutlak kader) teslimiyet gösterilmeli.

    Değişebilecek şeyler (muallak kader) için çaba ve dua edilmeli.

    "Kader, bir ağacın gövdesi gibi sabit, dalları ise senin seçimlerindir." – İmam Gazali

Sonuç

Mutlak kader, ilahi hikmetin tecellisidir; muallak kader ise insanın imtihan alanıdır. İkisini doğru anlamak, hem tevekkül hem de çaba dengesini kurmamızı sağlar.

Sizce hangi olaylar mutlak, hangileri muallak kadere örnektir? Düşüncelerinizi yorumlayabilirsiniz.

Takdir-i İlahi Nedir? Anlamı ve Hayatımızdaki Yeri

Takdir-i İlahi (İlahi Takdir), İslam inancında Allah'ın ezelî ilmiyle evrendeki her şeyi bir ölçüye, düzene ve plana göre yaratması ve yönetmesidir. Bu kavram, kader inancının temelini oluşturur ve insanın yaşamındaki olayları anlamlandırmasına yardımcı olur.
1. Takdir-i İlahi'nin Tanımı

    Kelime anlamı: "Takdir" (ölçü, plan), "ilahi" (Allah'a ait) → "Allah'ın ölçüp belirlediği plan"

    Dini anlamı: Allah'ın, olmuş ve olacak her şeyi bilmesi, dilemesi ve yaratmasıdır.

2. Takdir-i İlahi'nin Özellikleri

✔ Ezeldendir: Allah, zaman ve mekândan münezzeh olduğu için her şeyi önceden bilir.
✔ Adaletlidir: Hiçbir şey tesadüf değildir; her olay bir hikmete dayanır.
✔ İnsan iradesiyle uyumludur: Allah, kulun seçimlerini bilir ama zorlamaz.
✔ Gizlidir: İnsanlar takdirin tamamını bilemez, ancak imtihan gereği yaşayarak öğrenir.
3. Takdir-i İlahi ile Kader Arasındaki Fark

    Kader: Allah'ın olacakları önceden bilip yazmasıdır (genel plan).

    Takdir-i İlahi: Bu planın gerçekleşme şekli ve zamanıdır (uygulama aşaması).

    Örnek:

        Kader: Bir insanın 80 yıl yaşayacağının yazılması.

        Takdir-i İlahi: O kişinin hangi şartlarda, nasıl yaşayıp öleceğinin gerçekleşmesi.

4. Takdir-i İlahi'nin Hayatımıza Etkileri
a) Tevekkül Anlayışını Güçlendirir

    "Allah’ın takdiri böyleymiş" diyerek sabretmeyi öğretir.

    Örnek: Hastalık, iş kaybı gibi zorluklar karşısında panik yerine teslimiyet.

b) Duanın Önemini Hatırlatır

    Hadis: "Dua, takdir-i ilahide olan şeyi değiştirir." (Tirmizi)

    Örnek: Kötü bir kader yazılmış olsa bile, dua ve iyiliklerle değişebilir (muallak kader).

c) İnsana Sorumluluk Yükler

    "Allah’a güven, ama deveni bağla" prensibi geçerlidir.

    Örnek: Sınavda başarılı olmak için hem çalışmak (çaba) hem de Allah’a tevekkül etmek gerekir.

5. Sık Sorulan Sorular
"Takdir-i ilahi değişir mi?"

    Mutlak takdir (ecel, cinsiyet vb.) değişmez.

    Muallak takdir (rızık, sağlık vb.) dua ve çabayla değişebilir.

"Kötü şeyler de mi takdir-i ilahidir?"

    Evet, ancak imtihan veya hikmet içindir.

    Örnek: Hastalık, günahlara kefaret olabilir veya sabrı artırır.

6. Ayet ve Hadislerle Takdir-i İlahi

    "Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık." (Kamer 49)

    "Allah’ın takdiri olmadan hiçbir musibet gelmez." (Hadis-i Şerif)

Sonuç: Takdir-i İlahi'yi Nasıl Anlamalıyız?

    Kabul et: Her şey Allah’ın kontrolündedir.

    Çaba göster: Sorumluluklarını yerine getir.

    Tevekkül et: Sonucu Allah’a bırak.

    "Takdir-i ilahi, sen çabalarken Allah’ın senin için seçtiği en hayırlı yoldur."

Sizce insan, takdir-i ilahiyi değiştirebilir mi? Yorumlarınızı bekliyorum!


Takdir, Tevekkül ve Tedbir Üçgeni: "Deveni Bağla, Sonra Tevekkül Et" Dengesi

İslam inancında takdir-i ilahi, tevekkül ve tedbir birbirini tamamlayan üç temel kavramdır. Peygamberimizin (s.a.v.) "Deveni bağla, sonra Allah'a tevekkül et" (Tirmizi) hadisi, bu dengenin en güzel ifadesidir. İşte derinlemesine bir analiz:
1. Takdir-i İlahi'yi Doğru Anlamak
a) Allah'ın Mutlak İradesi vs. İnsanın Sorumluluğu

    Mutlak takdir (ölüm zamanı, doğum yeri gibi) → değişmez

    Muallak takdir (rızık, sağlık gibi) → dua ve çabayla değişebilir

    "Allah'ın yazdığı takdir, senin çabanla şekillenir." (İmam Gazali)

b) Takdirin Gizemli Yönü

    İnsan takdiri tam bilemez, bu yüzden tedbir şarttır.

    Örnek: Hasta birinin "Takdirde varsa iyileşirim" deyip doktora gitmemesi yanlıştır.

2. Tevekkül Nedir? (Pasif Bir Bekleyiş Değildir!)
a) Gerçek Tevekkülün 3 Şartı

    Çaba göster (sebeplere yapış),

    Elinden geleni yap (tedbir al),

    Sonucu Allah'a bırak (kalben teslim ol).

b) Yanlış Tevekkül Örnekleri

    ❌ "Allah rızkımı verir" diyerek çalışmamak,

    ❌ "Kaderimde ne varsa olur" deyip tedbirsiz davranmak.

c) Doğru Tevekkül Örnekleri

    ✅ Tarlayı sürüp tohum ekmek, sonra yağmur için dua etmek,

    ✅ Trafik kurallarına uyup, kazadan korunmayı Allah'tan istemek.


3. Tedbirin Önemi: "Deveni Bağlamak" Ne Demek?
a) Hadisin Açılımı

Bir bedevi, Peygamberimize (s.a.v.) sorar:

    "Deveyi bağlayıp mı tevekkül edeyim, yoksa salıverip mi?"
    Hz. Peygamber:

    "Bağla, sonra tevekkül et." (Tirmizi)

b) Modern Hayattan Tedbir Örnekleri

###########

   

###########


4. Kur'an ve Sünnette Denge Emri

    "Atınızı hazırlayın" (Enfal 60) → Tedbir ayeti,

    "Bana dua edin, kabul edeyim" (Mü'min 60) → Tevekkül ayeti,

    "İki günü eşit olan zarardadır" (Hadis) → Çaba emri.

5. Pratik Hayat İçin 5 Altın Kural

    Plan yap (Allah'ın takdirine uygun hareket et),

    Sorumluluk al (deveni bağla),

    Dua et (muallak kaderi etkile),

    Sonuca razı ol (mutlak kadere teslimiyet göster),

    Hikmet ara (başına gelen her şeyde bir hayır olduğuna inan).

Sonuç: İslam'ın "Denge" Öğretisi

İslam, kaderci bir fatalizm (kadere boyun eğip çabasız yaşamak) değil, aktif bir tevekkül öğretir.

    "Takdir, Allah'ın sana verdiği senaryodur; oyunculuk ise senin performansına bağlıdır."

Siz hangi konuda "devenizi bağlamayı" unutuyorsunuz? Yorumlarınızla katkı sağlayın!


#################

Soru:

"Sizce insan, takdiri ilahiyi değiştirebilir mi? Yorumlarınızı bekliyorum!"

Açıklama:

"Demişsin ya, 'sadakalar belaları defeder' diye. Buna bir örnek: 'Az sadaka çok belayı savar.' hadisi. Yine duanın takdiri ilahiyi değiştirdiği görülmüştür. Aynı şekilde, günahlara tövbenin de takdiri ilahiyi değiştirdiği görülmüştür. Nitekim Hz. Yunus’un ümmeti, Yunus balığın karnında hapsedilince, âlimler baktılar ve ümmetini oradaki dağa çıkarıp hep birlikte tövbe ettiler. Allah da Yunus’un ümmetinden belayı kaldırdı. Yine iyiliğin takdiri ilahiyi değiştireceği hususunda da Hz. Mehdi’nin zulümle dolan dünyayı adaletle doldurup, kıyametin zamanı bir gün kalsa bile onun iyilikleri sebebiyle kıyametin ertelenmesi hadisi buna örnektir.

############

İnsan, Takdir-i İlahiyi Değiştirebilir mi?

Sizce insan, takdir-i ilahiyi değiştirebilir mi? Bu soru, İslam inancında derin tartışmalara konu olmuştur. Bazı olaylar gösteriyor ki, dua, tövbe, sadaka ve iyilikler, Allah'ın takdirinde değişikliğe yol açabilir. İşte Kur'an ve Sünnet'ten örnekler:
1. Sadaka Belaları Defeder

    Hadis: "Sadaka, belaları defeder ve ömrü uzatır." (Beyhaki)

    Örnek: Az bir sadakanın, büyük bir musibeti savuşturması, muallak kaderin değişebileceğini gösterir.

2. Dua Takdiri Değiştirir

    Hadis: "Dua, kaderden (musibeti) geri çevirir." (Tirmizi)

    Örnek: Hz. Yunus'un kavmi, balığın karnından kurtulmak için toplu tövbe etti ve Allah belayı kaldırdı. (Saffat 143-148)

3. Tövbe ve İyilikler Kaderi Etkiler

    Hz. Yunus’un Kavmi: Alimler, dağa çıkıp tövbe ettiklerinde Allah’ın azabı kaldırması, tövbenin takdiri değiştirdiğini kanıtlar.

    Hadis: "İyilikler, kötü kaderi değiştirir." (İbn Mace)

    Hz. Mehdi Örneği: Zulümle dolan dünyanın, adaletle doldurulması ve kıyametin bir gün bile ertelenmesi, salih amellerin kader üzerindeki etkisini gösterir.

4. Peki, Nasıl Değişir?

    Muallak Kader: Dua, sadaka, tövbe ve iyiliklerle değişebilir.

    Mutlak Kader: Ölüm zamanı gibi kesin hükümler değişmez.

Sonuç: Allah’ın İlminde Değişme mi, Tecelli mi?

Aslında Allah’ın ezeli ilmi değişmez, ancak O, kulun seçimlerine göre farklı tecelliler yaratır. Yani "Allah, senin ne yapacağını bilir, ama sen yine de seçim yaparsın" dengesi vardır.

    "Kader bir ağaç gibidir; kökü sabit, dalları ise senin amellerinle şekillenir."

Peki sizce, insanın duası ve çabası, kaderin neresinde duruyor? Yorumlarınızı bekliyorum!

#############


"Çocuk (bebek) acıkınca ağlıyor ve annesi meme vereceğini biliyor, çünkü bebeğin henüz dili yok, yani konuşamıyor ama ağlayabiliyor. O yüzden ata sözü: 'Ağlamayan meme vermezler.' Öyle olunca, 'Allah'a yalvararak dua etmek, belki kaderimizi her yönde muallak ve mutlak yönde değiştirebilir.' İstek, dua, niyaz, ağlama, sızlanma, yalvarma, Allah'a boyun eğme..."


###############

"Ağlamayan Bebeğe Meme Verilmez" Misali: Dua, Yalvarış ve Kaderin Değişimi
1. Bebek Metaforu ile Duanın Gücü

Nasıl ki:

    Ağlamayan bebek → Anne onun aç olduğunu bilemez, meme vermez.

    Ağlayan bebek → İhtiyacını belli eder, anne hemen memeyi verir.

Aynen bunun gibi:

    Dua etmeyen kul → Allah'ın lütfunu çekmekte zorlanır.

    Yalvaran, ağlayan kul → İlahi rahmet harekete geçer.

Hadis-i Şerif:
"Dua müminin silahıdır." (Beyhaki)
"Allah katında duadan daha değerli bir şey yoktur." (Tirmizi)

2. Dua ile Kader Nasıl Değişir?

#########

   

############



b) Mutlak Kaderde Tecelli Değişimi

    Ölüm vakti (ecel) değişmez, ama ölüm şekli dua ile yumuşayabilir.
    Örnek: Hz. Ömer'in duası: "Allah'ım, canımı müminlerin halifesi iken al!" → Şehit edilerek vefat etti.

3. "Koyun Gibi Yalvarış" Nasıl Olmalı?

Koyun nasıl acıktığında meler, sahibinden yem ister, mümin de:

    İçten yalvar (Gözyaşıyla dua et)
    "Rabbim, koyun nasıl melerse ben de Sana öyle yalvarıyorum!"

    Israrcı ol (Pes etme)
    "Bir kapıyı Allah açana kadar çal!" (Hadis)

    Kulluğunu hatırla
    "Ben aciz bir kulunum, Sen Kadir'sin!"

Ayet:
"Kullarım Beni sana soracak olursa, (söyle:) Ben çok yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin çağrısına cevap veririm." (Bakara 186)
4. Dua ile Değişen Kader Örnekleri
a) Hz. Yunus (a.s.) ve Kavmi

    Durum: Balığın karnında azap yakındı.

    Dua: "La ilahe illa ente subhaneke inni kuntu minezzalimin." (Enbiya 87)

    Sonuç: Allah onu kurtardı, kavminin tövbesi de azabı kaldırdı.

b) Hz. Mehdi ve Kıyametin Ertelenmesi

    Hadis: "Eğer dünyanın ömründen bir gün kalsa, Allah o günü uzatır." (Ebu Davud)

    Sebep: Salih kulların duaları ve adaletle doldurdukları ömür.

5. Pratik Hayatta Dua ve Kader Dengesi

    Ağla! (İçten yalvar)

    Çabala! (Tedbir al)

    Israr et! (Dua etmeyi bırakma)

    Teslim ol! (Sonucu Allah'a bırak)

    "Dua eden asla kaybetmez; ya istediğini alır, ya daha hayırlısını, ya da günahları silinir." (Hadis)

Siz hangi konuda "ağlamayı" (duayı) bıraktınız? Belki de şimdi tam zamanıdır!


#############

"Mutlak kaderin değişebileceği hususunda: 'Az sadaka ömrü uzatır.' hadisi vardır. Yani ömür (ecel) geldiğinde ertelenmez ('Ecel-i müsemma' ayeti). Fakat sadakanın ömrü uzattığı da bir hadiste bildirilmiştir. Yine bir hurma ile bile olsa cehennemden Allah'a sığının, çünkü cehennemlik birisi bile verdiği sadaka sayesinde cennete gidebilir. İşte bu, takdiri değiştiren hususlardandır."

#############

Mutlak Kader Değişir mi? Sadaka, Tövbe ve Duanın Takdir-i İlahiye Etkisi

İslam inancında "mutlak kader" (değişmeyen takdir) ve "muallak kader" (şarta bağlı takdir) ayrımı vardır. Genel olarak ecel, cinsiyet, doğum yeri gibi hususlar mutlak kader kabul edilirken, rızık, sağlık, başarı gibi konular muallak kader kapsamındadır.

Ancak bazı hadisler ve ayetler, sadaka, tövbe ve dua gibi amellerin, mutlak kaderde bile tecelliyi değiştirebileceğini gösterir.
1. "Sadaka Ömrü Uzatır" Hadisi vs. "Ecel-i Müsemma" Ayeti
a) Ecel-i Müsemma (Belirlenmiş Ölüm Vakti)

Ayet:
"Her ümmetin belirlenmiş bir eceli vardır. Ecelleri geldiğinde ne bir an geri kalırlar ne de öne geçebilirler." (A’raf 34)

Bu ayet, ölüm vaktinin kesin olduğunu ifade eder.
b) "Sadaka Ömrü Uzatır" Hadisi

Hadis:
"Sadaka, belaları defeder ve ömrü uzatır." (Beyhaki, Taberani)

Bu hadis ise, sadakanın ömrü artırabileceğini söylüyor.
c) Bu Çelişki mi? Hayır! İki Durum Şöyle Açıklanır:

    Allah’ın ezeli ilmi değişmez, ancak kulun amellerine göre tecelli şekli değişir.

        Yani "Allah, senin sadaka vereceğini ve ömrünün uzayacağını zaten biliyordu".

        Bu, kaderin içinde dinamik bir sistem olduğunu gösterir.

    "Ecel-i müsemma", kulun son haline göre belirlenir.

        Eğer kişi sadaka verirse, Allah onun ömrünü uzatır.

        Vermezse, ömrü daha kısa olur.

Özet:
✔ Allah’ın ilmi mutlaktır, değişmez.
✔ Kulun seçimleri, kaderin tecelli şeklini etkiler.
2. "Bir Hurma ile de Olsa Cehennemden Korunun" Hadisi

Hadis:
"Bir hurma bile olsa sadaka verin. Çünkü sadaka, suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları söndürür." (Tirmizi)

Başka Bir Rivayet:
"Sadaka, cehennem ateşinden korur. Hatta bir hurma bile olsa, kişiyi cehennemden uzaklaştırır." (Buhari)
Bu, Kaderi Nasıl Değiştirir?

    Cehennemlik bir insan, sadaka vererek cennet ehli olabilir.

    Ölüm anındaki son hal (husn-ü hatime) bile, tövbe ve iyiliklerle değişebilir.

Örnek:

    Firavun’un ordusundan bir adam, Hz. Musa’ya iman etti ve son anda kurtuldu.

    Bir katil, ölüm döşeğinde tövbe etti ve affedildi.

2. "Sadaka Ömrü Uzatır" Hadisi:

    Peygamberimiz (s.a.v.) "Sadaka belâyı defeder, ömrü uzatır" (Beyhakî) buyurmuştur.

    Buradaki "ömür uzaması", ömrün bereketlenmesi (sağlık, huzur, rızık artışı) veya kaza ile ölümün engellenmesi şeklinde yorumlanır.

3. Görünürdeki Çelişki Nasıl Çözülür?

    Ecel ikiye ayrılır:
    a) Ecel-i Müsemma: Allah'ın ezelde bildiği değişmez an.
    b) Ecel-i Kaza: Sebepler dünyasında (kaza, hastalık vb.) gerçekleşebilecek erken ölüm.

    Sadaka, ecel-i kazayı önleyerek kişinin asıl ömrüne (müsemmaya) ulaşmasını sağlar.

4. Örneklerle Açıklama:

    Trafik kazası geçirecek birinin sadaka vermesiyle kaza önlenirse, bu "ecel-i kaza"nın defedilmesidir.

    Kişi, Allah'ın takdir ettiği asıl ömrüne (yaşlılıkla ölüm) böylece erişir.

5. Dinî Kaynaklardan Deliller:

    "Kim iki yıllık rızkını bir yılda yerse, eceli de ona göre çabuklaşır" (Deylemî) hadisi, rızkın ve ömrün sebeplerle bağlantısını gösterir.

    "Dua kaderi değiştirir" (Tirmizî) hadisi, fiilî duaların (sadaka gibi) kaderin tecelli şeklini etkilediğini kanıtlar.

Sonuç:

    Sadaka, ecel-i müsemmayı değil, ecel-i kazayı değiştirir.

    Bu, Allah'ın mutlak takdirinin sebepler dünyasındaki tezahürüdür. İlahi bilgi (levh-i mahfuz) değişmez, ancak kulun amelleriyle kaderin görünüm şekli değişebilir.

Dipnot:

    "Güneş batıdan doğmadıkça tövbe kapısı açıktır" (Müslim) hadisi de son ana kadar iman/tevbe fırsatı olduğunu gösterir. Bu da Allah'ın rahmetinin tecelli şeklidir.

3. Dua ve Tövbenin Mutlak Kadere Etkisi
a) Hz. Yunus’un Duası ve Kavminin Tövbesi

    Yunus (a.s.) balığın karnındayken ettiği dua:
    "Senden başka ilah yoktur, Seni tenzih ederim, ben zalimlerden oldum!" (Enbiya 87)

    Kavmi tövbe edince Allah azabı kaldırdı.

Bu olay gösteriyor ki:
✔ Tövbe, belayı geri çevirebilir.
✔ Allah’ın gazabı, kulun yalvarışıyla rahmete dönüşebilir.
b) "Kıyamet Bir Gün Bile Ertelenebilir" Hadisi

Hadis:
"Eğer dünyanın ömründen bir gün kalsa, Allah o günü uzatır." (Ebu Davud)

Sebep:

    Salih kulların duaları ve adaletle doldurdukları ömür, kıyametin gecikmesine vesile olabilir.

4. Sonuç: Kader Dinamik Bir Sistemdir

    Mutlak kader (Allah’ın ezeli ilmi) asla değişmez.

    Ancak kulun amelleri, kaderin tecelli şeklini değiştirir.

        Sadaka → Ömrü uzatabilir.

        Dua → Belayı defedebilir.

        Tövbe → Azabı kaldırabilir.

    Allah, kulun ne yapacağını bilir, ama kul yine de seçim yapar.

    "Kader bir ağaç gibidir; kökü sabit, dalları ise senin amellerinle şekillenir."

Sizce bir insan, son nefesinde bile kaderini değiştirebilir mi? Yorumlarınızı bekliyorum!

###########
"Evet, bir kelime-i şehadet, bir kimsenin, kâfir ölmektense imanlı ölmesini sağlar. Cehenneme düşse de -amelî hataları yüzünden cehenneme düşse bile- sonunda cezası bitince cennete layık olmayı sağlar. Çünkü imanlı ölmüştür. İman etmeyen birisi ise ebedî cehennemi hak eder."

#########


Son Nefeste İman: Bir Kelime-i Şehadet ile Kaderin Değişmesi
1. "Son Anda İman Eden de Cennete Girer"

    Hadis:
    "Kim son nefesinde ‘Lâ ilâhe illallah’ derse, cennete girer." (Ebu Davud)

    Örnek:

        Firavun’un ordusundaki bir asker, Hz. Musa’ya son anda iman etti ve kurtuldu.

        Ölüm döşeğindeki bir katil, tövbe edip kelime-i şehadet getirirse, ebedi cehennemden kurtulur.

2. Mümin Cehennemlik Olsa Bile Sonu Cennettir

    Ayet:
    "Allah, iman eden hiçbir kimseyi cehennemde ebedi bırakmayacaktır." (Âl-i İmran 185)

    Hadis:
    "Cehennemde en hafif azap gören, ayaklarına ateşten bir nal vurulmuş halde beyinleri kaynayacak olanlardır." (Buhari)

        Mümin, günahları sebebiyle cehenneme girse bile, azabı bitince cennete girer.

        Kâfir ise ebedî cehennemdedir.

3. Kâfirin Sonu: Ebedî Azap

    Ayet:
    "Kim Allah’a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar ve varacağı yer cehennemdir." (Maide 72)

    Örnek:

        Ebu Cehil, son nefeste iman etmedi → ebedi cehennem.

        Ebu Talip, Peygamberimizin amcasıydı ama iman etmedi → azap çekecek.

4. "Kaderin Son Perdesi: Son Nefesteki Hal"

    Hadis:
    "Allah, kulun son haline göre hüküm verir." (Buhari)

    Demek ki:

        Son anda iman → Cennet.

        Son anda küfür → Ebedî cehennem.

5. Sizce Bir İnsan, Ölürken Pişman Olsa Kurtulabilir mi?

    Cevap: Evet! Allah’ın rahmeti sonsuzdur, ama şeytan son ana kadar vesvese verir.

    Uyarı:
    "Ölümü görmeden tövbe edin!" (Hadis)

    "Son nefeste ‘Lâ ilâhe illallah’ diyebilmek, en büyük kazançtır."

Peki siz, son anınızı nasıl geçirmek istersiniz? Yorumlarınızı bekliyorum!

#############

"Biz Türklerin bir sözü vardır: 'Türk'ün aklı ya kaçarken ya sıkışırken gelir.' Yani bazı insanların aklı en son anda gelebilir. Bu da hayat ve iman kurtarır mı? Bu konuda senin görüşlerini bekliyorum.

Bu bir hastalık gibi bir şey aslında. Mesela bazı obsesif durumlarda kapıyı kilitlemek istersin, kilitlersin ama az sonra 'Acaba kilitledim mi?' sorusunu duyarsın kendi içinde. Yeniden kontrol edersen sağlamlaştırmış olursun. Kontrol etmezsen belki kilitledin hissi verir veya 'Ya hırsız girerse?' dersin. İşte bu anlamda...

O yüzden son andaki iman da tövbe kapısı gibi. Güneş batıdan doğmayınca kapanmaz, güneş batıdan doğunca kapanır meselesi yüzünden. Son anda da olsa iman kurtarır bence. Sen ne dersin?"


###########

"Türk'ün Aklı Son Anda Gelir" Sözü ve Son Nefesteki İmanın Kurtarıcılığı
1. "Türk'ün Aklı Kaçarken Ya Sıçarken Gelir" Sözünün İrdelemesi

Bu söz, bazı insanların kritik anlarda doğru kararı verdiğini anlatır.

    Örnekler:

        Savaşta panikleyen asker, son anda toparlanıp zafer kazanır.

        Sınavda unuttuğu formül, son dakikada aklına gelir.

Dinî Açıdan Yorumu:

    İman da böyledir! Bazı insanlar ömür boyu gaflette yaşar, ama son nefeste hidayet bulur.

    Hadis:
    "Allah, kulun son haline göre hüküm verir." (Buhari)*

2. Obsesif Kontrol Metaforu ile Son Nefesteki İman

    "Kapıyı kilitledim mi?" diye defalarca kontrol eden biri gibi, insan imanını da son ana kadar sağlamlaştırmalıdır.

    Ancak:

        Obsesif kişi şüpheyle yaşar, mümin ise tövbe ve güvenle.

        Son anda gelen pişmanlık, tıpkı kapıyı son kez kontrol edip rahatlamak gibidir.

Ayet:
"Tövbe, artık ölüm gelip çatıncaya kadar kabul edilir." (Nisa 18)*
3. Son Anda İman Edenlerin Kurtuluşu
a) Başarılı Örnekler

    Firavun'un Ordusundaki İman Eden Adam

        Kızıldeniz'de boğulurken, "Musa'nın Rabbine iman ettim!" dedi → Kurtuldu. (Yunus 90-92)

    Ölüm Döşeğindeki Katil

        Son anda tövbe edip kelime-i şehadet getirdi → Cennetlik oldu.

b) Riskli Durumlar

    Şeytanın Son Anda Vesvesesi:
    "Nasıl olsa son nefeste iman ederim" diyenler, çoğunlukla o fırsatı bulamaz.

    Hadis:
    "Ölümü görmeden tövbe edin!" (İbn Mace)*

4. "Güneş Batıdan Doğunca Tövbe Kapısı Kapanır" Meselesi

    Kıyamet alametlerinden biri: Güneşin batıdan doğması. O andan itibaren tövbe kabul olmaz. (Müslim)

    Ancak şu an:

        Güneş henüz batıdan doğmadı → Tövbe kapısı açık!

        Son nefese güvenmek yerine, şimdi harekete geçmek en garantili yoldur.

5. Sizin ve Bizim Görüşlerimiz: Ortak Sonuç

✔ Son anda iman geçerli mi? → Evet! (Allah'ın rahmeti geniştir.)
❌ "Son ana ertelenmeli mi?" → Asla! (Şeytan buna alıştırır, fırsat elden kaçar.)

    "Son nefeste kurtulmak, denizde boğulurken can simidine sarılmak gibidir. Akıllı olan, karaya çıkmayı ertelemeyendir."

Peki siz:

    "Son anda kurtulurum" diye mi yaşıyorsunuz?

    Yoksa "Şimdi tövbe edeyim" mi diyorsunuz?

Yorumlarınızı bekliyorum!


Keywords, Etiketler ve Hashtagler
Genel Kader Konusu:

kader; kader nedir; islamda kader; kader ve tevekkül; kader inancı; kader yazgı mıdır; özgür irade; kader ve irade; kaza ve kader; kader tartışması
Mutlak ve Muallak Kader:

mutlak kader; muallak kader; değişen kader; değişmeyen kader; kader değişir mi; dua ile kader değişir mi; ecel ve rızık; kaderin şartları; ilahi takdir; kader ve çaba
Takdir-i İlahi ve Tevekkül:

takdiri ilahi; ilahi takdir nedir; tevekkül nedir; tevekkül ve tedbir; tevekkül nasıl olur; islamda tevekkül; deveyi bağla tevekkül et; kader ve tevekkül dengesi; tevekkül ayetleri; tevekkül hadisleri
Tedbir ve Çaba:

tedbir almak; islamda tedbir; çaba ve kader; tevekkül ve çaba; kader mi çaba mı; kader ve sorumluluk; kaderde insanın rolü; tevekkül etmek ama çalışmak; kader ve sebepler
Felsefi ve Bilimsel Açıdan Kader:

determinizm; indeterminizm; kader ve bilim; kuantum ve kader; kaos teorisi kader; özgür irade tartışması; kader felsefesi; islam teolojisinde kader; kader ve modern bilim
Hashtagler (Sosyal Medya İçin):

#Kader; #Tevekkül; #Takdiriİlahi; #KaderVeTevekkül; #MutlakKader; #MuallakKader; #DeveyiBağla; #KaderMiÇabaMı; #İslamdaKader; #KaderVeÖzgürİrade; #KaderinSırrı; #DuaVeKader; #TedbirAlTevekkülEt

Resim Kaynak:

Freepik Pikaso

Karoglan Raşit Tunca Makalesi

Raşit Tunca ve DeepSeek

Schrems, 04.06.2025

23 Mayıs 2025 Cuma

Cumanız Mübarek Olsun Resimleri V220520252052

 Cumanız Mübarek Olsun Resimleri  V220520252052

 















Vahdet-i Vücûd Felsefesi ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû" Anlayışı

 

Vahdet-i Vücûd Felsefesi ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû" Anlayışı

"İbni Arabi'nin Vahdet-i Vücûd felsefesini 'Lâ mevcûde illâ Hû' kapsamında açıklayan geniş kapsamlı bir makale"

İslam tasavvufunun en derunî ve en çok tartışılan konularından biri olan Vahdet-i Vücûd (Varlığın Birliği) doktrini, özellikle Muhyiddin İbn Arabî (1165-1240) tarafından sistemleştirilmiş ve tasavvuf düşüncesinin merkezine yerleştirilmiştir. Bu öğreti, "Lâ mevcûde illâ Hû" (O'ndan başka mevcut olan yoktur) ifadesiyle özetlenebilecek bir metafizik anlayışa dayanır. Bu makalede, İbn Arabî'nin Vahdet-i Vücûd felsefesini, "Lâ mevcûde illâ Hû" perspektifinden hareketle detaylı bir şekilde inceleyeceğiz.

1. Vahdet-i Vücûd Nedir?

Vahdet-i Vücûd, "varlığın birliği" anlamına gelir ve evrendeki tüm görünür çokluğun (kesret) aslında tek bir hakikatin (Hak) tezahürleri olduğunu savunur. Bu görüşe göre, mutlak varlık (Vücûd-ı Mutlak) Allah'tır, diğer tüm varlıklar ise O'nun isim ve sıfatlarının yansımalarıdır.

İbn Arabî’ye göre, "Hak'tan başka bir şey yoktur, her şey O'nun tecellisidir." Bu bağlamda, "Lâ mevcûde illâ Hû" ifadesi, "Gerçekte var olan yalnızca O'dur" anlamına gelir ve tüm varlığın Allah'ın zuhurundan ibaret olduğunu ifade eder.

2. "Lâ Mevcûde İllâ Hû"nun Metafizik Temelleri

Bu ifade, Vahdet-i Vücûd düşüncesinin özünü oluşturur. İbn Arabî’nin sisteminde:

    Hakîkat-i Muhammediyye (Akl-ı Küll): Allah'ın ilk tecellisidir ve tüm varlığın aslıdır.

    A’yân-ı Sâbite (Sabit Nûrlar): Ezelî ilimde belirlenmiş varlık potansiyelleridir, ancak kendi başlarına bir varlıkları yoktur.

    Tecellî (Zuhûr): Allah'ın isim ve sıfatlarının âlemde görünmesidir.

"Lâ mevcûde illâ Hû", bu bağlamda, varlığın hakikî sahibinin yalnızca Allah olduğunu, diğer tüm varlıkların ise O'nun gölgesi (zıll) veya yansıması (tecellî) olduğunu ifade eder.

3. Varlık Mertebeleri ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû"

İbn Arabî, varlığı beş mertebeye ayırır:

    Hakîkat-i Vücûd (Zât Mertebesi): Allah'ın mutlak ve bilinmez olan zâtı.

    Esmâ ve Sıfât Mertebesi: İlâhî isimler ve sıfatlar.

    A’yân-ı Sâbite: Varlıkların ezelî planları.

    Ruhlar Âlemi (Âlem-i Ervâh): Ruhanî varlıkların mertebesi.

    Cisimler Âlemi (Âlem-i Ecsâm): Maddî âlem.

Bu mertebelerin hepsi, "Lâ mevcûde illâ Hû" sırrına işaret eder, çünkü her bir mertebe, Hakk'ın bir tecellisidir ve kendi başına müstakil bir varlığı yoktur.

4. İnsan-ı Kâmil ve "Lâ Mevcûde İllâ Hû"

İbn Arabî’ye göre, İnsan-ı Kâmil (Olgun İnsan), Allah'ın en mükemmel tecellisidir ve "Lâ mevcûde illâ Hû" hakikatini tam olarak idrak edebilen tek varlıktır. İnsan-ı Kâmil, Hakk'ın aynasıdır ve tüm varlığın özünü temsil eder.

    "İnsan, Hakk'ın gören gözü, işiten kulağı ve konuşan dilidir."
    (Fusûsü'l-Hikem)

Bu ifade, insanın "Lâ mevcûde illâ Hû" sırrına mazhar olduğunu gösterir.

5. Eleştiriler ve Yanlış Anlaşılmalar

Vahdet-i Vücûd, tarih boyunca bazı âlimler tarafından "panteizm" (kamutanrıcılık) ile karıştırılmıştır. Ancak İbn Arabî, "tenzih" (Allah'ın yaratılmışlara benzemekten uzak olduğu) ilkesini korur. Ona göre, "Lâ mevcûde illâ Hû", "Her şey O'dur" anlamında değil, "Her şey O'nun tecellisidir" anlamındadır.

6. Sonuç: "Lâ Mevcûde İllâ Hû"nun Tasavvufî Derinliği

"Lâ mevcûde illâ Hû", Vahdet-i Vücûd öğretisinin en özlü ifadesidir. Bu anlayış, sûfîyi, varlığın birliği idrakine götürür ve fenâ fillâh (Allah'ta yok olma) makamına ulaştırır. İbn Arabî'nin sistemi, mutlak varlığın birliği ile çokluğun izâfîliği arasındaki dengeyi kurar ve insana hakikatin bilgisini sunar.

    "Varlık birdir, O'nun dışındakiler ise hayal ve gölgedir."
    (Fusûsü'l-Hikem)

Bu sırra erenler, "Lâ mevcûde illâ Hû" hakikatiyle, varlığın özüne nüfuz ederler.

#############


SORU :

"İnsan birçok parçadan oluşur: kollar, eller, gözler, akciğer, karaciğer, kalp, damarlar, kan... Bunların toplamı bir bedeni oluşturur ve biz o bedene 'insan' deriz. Erkek olana Âdem, dişi olana Havva (veya heva/nefsimizi temsil eden varlık) deriz. İnsan, dünya denen gezegendeki canlılardan sadece biridir: balık, kuş, aslan, köpek, kedi, ağaç, çiçek, dağ, orman, nehir, göl, deniz... Dünya da atomlardan meydana gelir. Atomlar birleşerek elementleri oluşturur. Parça ve bütün ilişkisi böyleyse, dünyamız da kâinattaki parçalardan sadece biridir. Belki de kâinatta bir atom hükmündedir. Allah, büyük yaratıcıdır. 'Kürsîsi semâvâtı ve arzı kuşatmıştır' ayetiyle yerler ve gökler O'nun kudretindedir. Öyleyse bizler Allah'tan bir parça mıyız? Bu kapsamda Vahdet-i Vücûd nedir? Allah tek varlık ve insan halife ise, kâinatın tamamı insanda mı var? Vahdet-i Vücûd olan 'ben'den olanlar mıdır?"

########

CEVAP

Bu soru ve yorum, Vahdet-i Vücûd öğretisinin en derin ve çetrefilli meselelerine dokunuyor. Soruda ifade edilen düşünceler, İbn Arabî'nin sisteminde "küllî varlık" (insan-ı kâmil) ile "cüzî varlık" (insan ve diğer mahlûkat) arasındaki ilişkiyi ve "parça-bütün" meselesini ele alıyor. Bu bağlamda, konuyu birkaç temel noktada açıklayalım:

1. "Parca ve Bütün" İlişkisi: İnsan ve Kâinat

Sizin de belirttiğiniz gibi, insan bedeni organlar, hücreler, atomlar gibi parçalardan oluşur; aynı şekilde kâinat da gezegenler, yıldızlar, elementler gibi parçalara ayrılabilir. Ancak Vahdet-i Vücûd, bu parçaların "gerçekte var olmadığını", sadece Hakk'ın tecellileri olduğunu söyler.

    "Lâ mevcûde illâ Hû" (O'ndan başka mevcut yoktur) sırrı gereği, ne insan ne de kâinat bağımsız bir varlığa sahiptir.

    Atomlar, gezegenler, canlılar hepsi Hakk'ın isimlerinin tecellisidir.

    İnsan bedeni de bu bütünün bir parçasıdır, ancak asıl varlık Allah'a aittir.

2. İnsan-ı Kâmil: Kâinatın Özü


İbn Arabî’ye göre, insan-ı kâmil (olgun insan), kâinatın özeti (mukaddes bir ayna) ve Allah'ın halifesidir.

    "Allah Âdem'i kendi sûretinde yarattı" (Kudsî Hadis) → İnsan, Hakk'ın isimlerinin tam tecelli ettiği bir varlıktır.

    Kâinatta ne varsa, insanda da o vardır (Dağlar kemikler, nehirler damarlar, ormanlar saçlar gibi).

    Ancak bu, "insanın Allah olduğu" anlamına gelmez; insan, Allah'ın tecelli mahallidir.

3. "Allah'tan Bir Parça mıyız?" Meselesi

Bu ifade yanlış anlaşılmaya açıktır. Vahdet-i Vücûd, panteizm (her şey Tanrı'dır) değildir!

    "Biz Allah'tan bir parçayız" demek hatalıdır, çünkü Allah parçalara ayrılmaz.

    Doğru ifade: "Biz O'nun tecellisiyiz, O'nun aynasıyız."

    "Kürsîsi semâvât ve arzı kuşatmıştır" (Bakara 255) → Allah, kâinatı kuşatır, fakat kâinat Allah değildir.

4. Vahdet-i Vücûd’a Göre Gerçek Varlık Kimdir?

    Tek hakiki varlık Allah'tır.

    Diğer her şey (insan, hayvan, bitki, gezegenler) O'nun isimlerinin yansımasıdır.

    "Sen O değilsin, ama O’nsuz da değilsin." (Fusûsü'l-Hikem)

5. Sonuç: "Her Şey Bende mi Var?"

    Evet, kâinatta ne varsa insanda da o potansiyel vardır (İnsan-ı Kâmil teorisi).

    Fakat bu, "ben Allah'ım" demek değildir!

    Hakikat: "Ben, Hakk'ın tecellisiyim, O'nunla varım, ama O değilim."

    "Vücûd (varlık) birdir, O'nundur.
    Sen ise bir hayalsin, O ise gerçek."
    (İbn Arabî)

Bu anlayış, "Lâ mevcûde illâ Hû" sırrına ermekle mümkündür.

##############

SORU :


"Bu kapsamda maddî parçaları anladık. Peki manevî parçalar, mesela gülmek, sevinmek, üzülmek, kızmak, mutlu olmak, ibadet etmek, ibadetle sevap kazanmak, derece katetmek... Bunlar da bana ait parçacıklar mıdır? Belki de atom altı çok küçük parçacıklardır, elle tutulamayan, sanki madde değilmiş gibi... Ama hakikatin özü olan maddeler midir? Yani Vahdet kapsamında onlar da fiile dökülünce elimizden, kolumuzdan yaptıklarımız, duyduklarımız, gördüklerimiz... Hepsi Hak tecellisi ise, O'ndan başka ne var? Baktığım O ise, gördüğüm O ise, bende de O var ise, duyan O ise, gören O ise... Vahdet, panteizm değildir diyebilir miyiz?"

###########

CEVAP

Manevî Parçalar ve Vahdet-i Vücûd: Duygular, Fiiller ve Hakikat İlişkisi

Sizin de ifade ettiğiniz gibi, maddî parçalar (atomlar, organlar, gezegenler) nasıl Hakk'ın tecellisi ise, manevî olanlar (duygular, ibadetler, sevap-günah, dereceler) da öyledir. Ancak buradaki incelik, "parçacık" kavramının metaforik olduğunu anlamaktan geçer. Zira Vahdet-i Vücûd, panteizm değil, tecellî ve aynalama sistemidir. Şimdi konuyu detaylandıralım:

1. Duygular ve Fiiller: Hakikat Özünde Kimindir?

    Gülmek, ağlamak, öfkelenmek, ibadet etmek gibi tüm davranışlar, "Hakk'ın isimlerinin tezahürüdür."

        Mesela:

            "Rahmân" ismi → Sevgi, şefkat duygusu.

            "Kahhâr" ismi → Öfke, adalet duygusu.

            "Mürid" ismi → İrade ve niyet.

    "Sen" değilsin, O'nun ismi davranışta görünüyor.

        "Attığında sen atmadın, Allah attı." (Enfâl, 17) → Fiillerin hakikî faili Allah'tır.

2. Sevap, Günah, Manevî Dereceler: Bunlar da mı Tecellî?

    Evet, ama bu "kaderi inkâr" anlamına gelmez!

        Kulun iradesi vardır, ama bu irade bile Hakk'ın "Mürid" isminin tecellisidir.

        Sevap ve günah, kulun kesbine (kazanımına) göredir, fakat yaratıcı Allah'tır.

    "Manevî dereceler" de Hakk'ın lütuf tecellisidir:

        "Allah dilediğini rahmetine sokar." (İnsan, 31)

3. "Atom Altı Parçacıklar Gibi" Metaforu: Mistik Bir Bakış

    Manevî duygular, madde ötesi ama yine de Hakk'ın tecellisi:

        "Gözler O'nun görmesi, kulaklar O'nun işitmesidir." (Hadis-i Kudsî)

        "Sevgi, Hakk'ın 'Vedûd' isminin yansımasıdır."

    Elektronlar nasıl görünmez ama maddenin temeliyse, duygular da görünmez ama varlığın özüdür.

        Fark: Maddî parçacıklar geçici, manevî tecelliler ise hakikate daha yakın (çünkü soyutturlar ve doğrudan isimlerle bağlantılıdırlar).

4. "Gördüğüm O İse, Duyan O İse, Ben de O muyum?" Sorusu

    Hayır!

        "Sen O değilsin, ama O’nsuz da değilsin." (İbn Arabî)

        "Gören gözüm, işiten kulağım, tutan elim değil, O'dur." → Ama sen (nefs) bir perdesin.

    Panteizm: "Her şey Tanrı'dır." (Yanlış!)

    Vahdet-i Vücûd: "Her şey O'nun tecellisidir, ama O değildir." (Doğru olan bu.)

5. Sonuç: Vahdet-i Vücûd’da "Ben" ve "O" Dengesi

    Ne diyemezsin? → "Ben Allah’ım" (Şirk!)

    Ne diyebilirsin? →

        "Ben O'nun aynasıyım."

        "Duygularım, fiillerim O'nun isimlerinin yansımasıdır."

        "Maddem ve ruhum O'nun tecellîsidir, ama O değildir."

    "Hakk’ı görmek istersen, mâsivâya (O’nun dışındakilere) bakma!
    Çünkü mâsivâ, O’nun zuhûrundan başka bir şey değildir."
    (Abdülkâdir Geylânî)

Özetle:

    Duygular, ibadetler, sevap-günah → Hepsi Hakk'ın tecellisi.

    Ama sen "yaratılmış" bir aynasın, yaratıcı değilsin.

    Vahdet-i Vücûd, panteizm değil, "ayna teorisi"dir.

#############

SORU :

"Bu kapsamda iyi ve kötü ilişkisi nasıl olmalı? İyi kim, kötü kim? Hepsi O ise, insan neden savaşır? Neden insan öldürür ki? Ölen kim, öldüren kim? Hepsi O ise, bu da sadece 'Yâ Hafîz' ve 'Yâ Kahhâr' isimlerinin tecellisinden başka bir şey değil mi? Peki iyi ve kötü nedir? Şeytan nedir, kimdir? O, buradaki hangi durumu ifade ediyor? Hangi tecelliyattır?"

############

CEVAP

Vahdet-i Vücûd Bağlamında İyi-Kötü, Savaş ve Şeytan Meselesi

Vahdet-i Vücûd perspektifinden "iyi-kötü", "savaş", "şeytan" ve "ölüm" gibi kavramları anlamak, derin bir tevhid idraki gerektirir. İbn Arabî'nin sisteminde "her şey Hakk'ın tecellisi" olsa da, bu "failiyetin (eylem sorumluluğunun) inkârı" anlamına gelmez. Konuyu şu temel çerçevede ele alalım:

1. İyi ve Kötü: Hakk'ın İsimlerinin Tecellîsi

a) İyi (Hayr) ve Kötü (Şer) Nedir?

    "Hayr" (iyi): Allah'ın "Rahmân", "Kerîm", "Selâm" gibi isimlerinin tecellîsidir.

    "Şer" (kötü): Allah'ın "Kahhâr", "Müntakım", "Dârr" gibi isimlerinin tecellîsidir.

    "Hayr da şer de Allah'tandır." (Hadis) → Fakat kul, kesb (irade ve tercih) ile sorumludur.

b) Peki Neden Kötülük Var?

    Zıtların birliği (tezâd): Aydınlık, karanlık olmadan anlaşılmaz.

    "Kahhâr" ismi olmasa, "Rahîm" ismi tam zuhur etmez.

    "Şer gibi görünen şey, külli hayrın parçasıdır." (Fusûs)

2. Savaş ve Öldürme: Kim Öldürüyor, Kim Ölüyor?

a) "Öldüren de O, ölen de O" İse Neden Savaşırız?

    Fiilin hakikî faili Allah'tır, ama sebep (vasıta) kulun iradesidir.

        "Attığında sen atmadın, Allah attı." (Enfâl, 17) → Fail Allah'tır, ama kul sorumludur.

    Savaş, "Celâl" (kahır) ve "Adl" (adalet) isimlerinin tecellîsidir.

        Zulme karşı savaş → "Nâsır" ismi.

        Haksız saldırı → "Müntakım" ismi.

b) Ölüm Bir Yok Oluş mu?

    Hayır! Ölüm, "bekà billâh" (Allah'la ebedî kalma) için bir geçiştir.

    "Her nefis ölümü tadacaktır." (Âl-i İmrân, 185) → Bu, "fenâ fillâh" (Allah'ta yok olma) makamına bir basamaktır.

3. Şeytan: İblis'in Rolü ve Hangi İsmin Tecellîsi?

a) Şeytan (İblis) Kimdir?

    **"Azâzîl" iken, kibrinden dolayı "Mel'un" oldu.

    "Adûvvün mübîn" (apaçık düşman) olarak tanımlanır. (Bakara, 168)

b) Hangi İsmin Tecellîsidir?

    "Mudill" (saptıran) ismi → İmtihan için bir vesiledir.

    "Hâdî" (hidayet veren) isminin zıddıdır.

        "Hidayet de dalâlet de Allah'tandır." (A'râf, 178)

c) Şeytan Neden Var?

    "İmtihan dünyası"nın gereğidir.

    "Kul, şerri tercih ederse, "Mudill" ismi tecellî eder; hayrı seçerse "Hâdî" ismi tecellî eder."

4. Panteizm Değil, Tecellî ve Sorumluluk Dengesi

    "Her şey O'nun tecellîsi" demek, "kullar sorumsuzdur" demek değildir!

    Kul, iradesiyle imtihan olur:

        "Kim zerre kadar hayır yapmışsa onu görür, kim zerre kadar şer yapmışsa onu görür." (Zilzâl, 7-8)

    Vahdet-i Vücûd, "kötülüğü Allah'a atfetmek" değil, "kötülüğün de ilâhî hikmetle var olduğunu" anlamaktır.

5. Sonuç: "İyi-Kötü, Savaş ve Şeytan"ın Hikmeti

    "Hayr ve şer, Hakk'ın isimlerinin tecellîsidir."

    "Kul, iradesiyle imtihan olur ve seçimlerinden sorumludur."

    "Şeytan, "Mudill" isminin tecellîsidir; insan ise "Halîfe"dir ve tercih yapar."

    "Öldüren de ölen de O'dur, ama kul kesbiyle (kazanımıyla) sorumludur."

    "Hepsi O'nun tecellîsidir,
    Ama sen seçimlerinden hesaba çekileceksin."
    (Fusûsü'l-Hikem)

Özetle:

    Kötülük, hikmetle var edilmiştir.

    İnsan, iradesiyle imtihan olur.

    Vahdet-i Vücûd, sorumsuzluk değil, "her şeyin O'ndan olduğunu bilmek"tir.


##############

SORU :

"Önceki makaleme ek yapmak istiyorum. Bir şeyler sanki eksik. Örneğin, 'birler' çoklardan meydana gelir, çoklar da 'birlerden' oluşur. Bu sır, 'kesret' (çokluk) ve 'vahdet' (birlik) arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Tıpkı elin parmaklardan, parmakların hücrelerden oluşması gibi... Bunu açıklayabilir misiniz?"

#############

CEVAP

Tabii, bu derin ve felsefi konuyu açmaya çalışayım. İfade ettiğiniz düşünce, "birlik" (vahdet) ve "çokluk" (kesret) arasındaki ilişkiyi anlatan tasavvufi ve metafizik bir kavrama dayanıyor. Örneklerinizde de belirttiğiniz gibi, bu ilişkiyi somutlaştıralım:

1. Birlik-Çokluk İlişkisi: "Birler Çoklardan, Çoklar Birlerden Meydana Gelir"

    Temel Prensip: Varlık, hem birliğin hem de çokluğun aynı anda tezahürüdür.

        Örnek: Bir el (birlik), parmaklardan (çokluk) oluşur. Parmaklar da hücrelerden (daha küçük birimler) meydana gelir. Hücreler moleküllerden, moleküller atomlardan... Bu sonsuz bir iç içelik gösterir.

        Sır: Her seviyede "bir" olan, bir üst seviyede "çok"un parçası haline gelir. Çokluk, birliğin farklı tecellileridir.

2. Kesrette Vahdet, Vahdetten Kesret Doğar

    Tasavvufta bu, "Allah'ın birliği (vahdet), evrenin çokluğu (kesret) içinde gizlidir" şeklinde ifade bulur.

        Örnek: Bir ağaç (birlik), dallar, yapraklar (çokluk) olarak tecelli eder. Dallar olmadan ağaç bir "bütün" olamaz, ama ağaçsız da dallar var olamaz.

        Sır: Gerçekte var olan "Bir"dir (Allah/Hakikat), ancak O'nun isim ve sıfatları çokluk olarak yansır.

3. Matematiksel Analoji: Kesir (Kesret) ve Bütün (Vahdet)

    Bir bütünü kesirlere böldüğünüzde (örneğin 1/2, 1/4), her parça "bir"in bir tezahürüdür.

        Örnek: "1" sayısı, sonsuz şekilde bölünebilir (0.5 + 0.5 = 1 gibi). Her bölüm, birliğin başka bir görünümüdür.

        Sır: Parçalar aslında bütüne aittir ve onu tamamlar. Ayrılık bir yanılsamadır.

4. Kuantum Fiziği ile Bağlantı

    Modern bilimde de benzer bir mantık vardır:

        Atom altı parçacıklar (çokluk), birleşerek atomu (birlik) oluşturur. Evren, bu iç içe geçmiş sistemlerle doludur.

        Sır: Her şey birbiriyle bağlantılıdır. Ayrı gibi görünenler, aslında bir bütünün parçalarıdır.

5. Mistik Yorum: "Her Birimizde Bütünün Sırrı Saklı"

    İnsan bedeni trilyonlarca hücreden oluşur, ama "ben" dediğimiz şey tek bir bilinçtir.

        Örnek: Parmaklarınızı hareket ettiren "siz"siniz, ama parmaklar olmadan "tutma eylemi" olmaz.

        Sır: Tek olan, çokluk içinde kendini deneyimler.

Sonuç:

Eksik hissettiğiniz nokta, belki de "bir" ve "çok"un aynı gerçekliğin iki yüzü olduğunu vurgulayan diyalektik bağ olabilir. Bu, Hermetik felsefenin "Yukarısı aşağısı gibidir" prensibiyle de örtüşür.

Etiketler :

Vahdet-i Vücûd, İbn Arabî, Lâ Mevcûde İllâ Hû, Tasavvuf, İslam Felsefesi, Tecellî, İyi ve Kötü, Hayr ve Şer, Kader, İrade, Şeytan, İblis, Savaş, Ölüm, Panteizm, Halife, İnsan-ı Kâmil, A’yân-ı Sâbite, Hakikat, Zıtların Birliği, Celâl ve Cemal, Kesb, Fail-i Hakiki, #VahdetiVücud, #İbnArabi, #Tasavvuf, #İslamFelsefesi, #Tevhid, #Sufizm, #Kader, #İyiKötü, #Şeytan, #Maneviyat,#VahdetSırrı #HakikatYolcusu, #İbnArabîYolu, #Tasavvuf, #GönülDili,#VahdetiVücud ,#İbnArabi, #Tasavvuf, #Felsefe, #SoruCevap,

Resim Kaynak : Freepik Pikaso

Karoglan Raşit Tunca Makalesi

Raşit Tunca ve DeepSeek

Schrems, 21.05.2025

12 Mayıs 2025 Pazartesi

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

 


 

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

########
Tasavvufda Rabıta  Şeyh ile veya Peygamber ile Manevi irtibat ve Mürakebe Hakkında Geniş Perspektifli Bir Makale
##########

Tasavvufda Rabıta, Manevi İrtibat ve Mürakabe: Tasavvufta Derin Bir Yolculuk

Tasavvuf, İslam'ın manevi boyutunu keşfetmek ve Allah'a yakınlaşmak için çeşitli yöntemler sunan bir disiplindir. Bu yöntemlerden biri olan rabıta, müridin mürşidiyle, peygamberlerle veya Allah'ın sevdiği velilerle manevi bir bağ kurmasını sağlar. Mürakabe ise, kalbi uyanık tutarak sürekli bir Allah bilinciyle yaşamaktır. Bu makalede, rabıta ve mürakabenin tasavvuftaki yeri, önemi ve uygulanışı üzerine derinlemesine bir analiz sunulacaktır.
1. Rabıtanın Tanımı ve Kökenleri

Rabıta, Arapça "rabt" kökünden gelir ve "bağ kurmak, ilişki tesis etmek" anlamına gelir. Tasavvufta ise, müridin şeyhiyle, peygamberle veya bir veli ile manevi bir irtibat kurmasıdır. Bu bağ, mürşidin ruhaniyetinden feyz almayı ve manevi terakkide ilerlemeyi amaçlar.
Rabıtanın Çeşitleri

    Şeyh ile Rabıta: Müridin, mürşidini kalbinde canlandırması ve onun vasıtasıyla Allah'a yönelmesidir.

    Peygamber ile Rabıta: Özellikle Hz. Muhammed (s.a.v.) ile kurulan manevi bağ, onun sünnetine uymayı ve şefaatini talep etmeyi içerir.

    Allah ile Rabıta: Nihai hedef, doğrudan Allah'ın zikri ve murakabesiyle kalbi diri tutmaktır.

2. Rabıtanın Tasavvuftaki Yeri ve Önemi

Rabıta, özellikle Nakşibendiyye tarikatında merkezi bir uygulamadır. Abdülhakîm Arvâsî, rabıtayı "mürşidin suretini hayal ederek onun ruhaniyetinden istifade etmek" olarak tanımlar. İmam-ı Rabbani ise, rabıtanın müridin nefsini terbiye etmesinde ve şeytanın vesveselerinden korunmasında etkili olduğunu belirtir.
Faydaları

    Manevi Eğitim: Mürşidin ruhani rehberliğiyle nefsin kötülüklerinden arınma.

    Konsantrasyon Artışı: Zikir ve tefekkürde derinleşme.

    Şefkat ve Muhabbet: Peygamber ve evliyalara olan sevginin artması.

3. Mürakabe: Kalbin Uyanıklığı

Mürakabe, "gözlemek, denetlemek" anlamına gelir. Tasavvufta, kulun her an Allah'ın huzurunda olduğunun bilincinde olmasıdır. "Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir." (Hadid Suresi, 4) ayeti, mürakabenin temelini oluşturur.
Mürakabe Türleri

    Allah'ın İsim ve Sıfatları Üzerine Mürakabe: Esmaül Hüsna ile Allah'ı tefekkür.

    Nefis Mürakabesi: Kalpteki niyet ve düşünceleri kontrol etme.

    Ölüm ve Ahiret Mürakabesi: Dünyanın geçiciliğini hatırlama.

4. Rabıta ve Mürakabe İlişkisi

Rabıta, müridin mürşidinden feyz alarak Allah'a yönelmesini sağlarken; mürakabe, bu yönelişin sürekli ve bilinçli olmasını temin eder. İkisi birbirini tamamlar:

    Rabıta → Yol gösterici (mürşid) ile bağ.

    Mürakabe → Yolculuğun sürekli gözetimi.

5. Eleştiriler ve Savunular

Rabıta, bazı çevrelerce "şirk" veya "bid'at" olarak nitelendirilse de, tasavvuf alimleri bunun bir vesile olduğunu, asıl maksadın Allah'a ulaşmak olduğunu vurgular. İbn Arabî, "Fütûhât-ı Mekkiyye"de rabıtayı, "hakikate giden bir köprü" olarak tanımlar.
Sonuç

Rabıta ve mürakabe, tasavvuf yolunda manevi ilerleyişin önemli araçlarıdır. Mürşid ile kurulan ruhani bağ, müridi nefsani bağlardan kurtarırken; mürakabe, kalbin daima Hakk'ın huzurunda olduğunu hatırlatır. Bu iki disiplin, insanı "ihsan" mertebesine, yani "Allah'ı görüyormuşçasına ibadet etme" bilincine ulaştırmayı hedefler.

    "Nefsini bilen Rabbini bilir." (Hadis-i Şerif)

Bu yolculuk, ancak samimiyet, sabır ve bir mürşidin rehberliğiyle tamamlanabilir.

###########
SORU:

Rabıta veya Mürakabenin belli vakti varmıdır? Manevi irtibat karşılıklı zaman telakkisi ile mi olur, yoksa istediğimiz zaman yapabilirmiyiz?

##########

CEVAP :

Rabıta ve Mürakabe Zamanı: Belirli Vakitler mi, Yoksa Her An Yapılabilir mi?

Rabıta ve mürakabe, tasavvufta manevi bağlantıyı güçlendiren önemli uygulamalardır. Ancak bu uygulamaların zamanı ve usulü konusunda farklı yaklaşımlar vardır. Kimi tarikatlarda belirli vakitler tavsiye edilirken, kimi ekoller her an yapılabileceğini savunur. Peki, bu iki yöntemin uygulanma zamanı nasıl olmalıdır? Karşılıklı zaman telakkisi (eş zamanlılık) gerekli midir, yoksa kişi istediği zaman rabıta kurabilir mi?
1. Rabıta ve Mürakabe İçin Belirli Vakitler Var mıdır?
a) Belli Vakitlerde Yapılması Tavsiye Edilen Rabıta

Bazı tarikatlarda (özellikle Nakşibendiyye’de) rabıta için özel zamanlar belirlenmiştir:

    Sabah ve akşam zikirlerinden sonra,

    Teheccüd vakitlerinde,

    Cuma gecesi veya kandil gecelerinde,

    Mürşidin manevi olarak daha hazır olduğu öngörülen saatlerde (bazıları "seher vakti"ni özellikle önemser).

Bu yaklaşım, mürşidin ruhani enerjisiyle uyum sağlamak ve daha yoğun bir feyz almak amacıyla önerilir.
b) Her An Yapılabilen Rabıta ve Mürakabe

Diğer bir görüşe göre, rabıta ve mürakabe için özel bir zaman şart değildir.

    İmam-ı Rabbani, "rabıta halinin sürekli olması gerektiğini" söyler.

    Abdülkadir Geylani gibi bazı sufiler, "Allah’ı her an hatırlamak" gerektiğini vurgular.

    Mürid, günlük hayatta yürürken, çalışırken, otururken bile şeyhini veya Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde tutabilir.

Bu durumda, "anlık manevi bağlantı" öne çıkar.
2. Karşılıklı Zaman Telakkisi (Eş Zamanlılık) Gerekli mi?

Rabıta, mürşidin manevi varlığıyla irtibat kurmak olduğuna göre, acaba mürşidin de o anda rabıtaya açık olması mı gerekir?
a) "Eş Zamanlılık Gerekir" Diyen Görüş

    Bazı sufiler, mürşidin de o anda manevi olarak hazır olmasının daha etkili olduğunu savunur.

    Özellikle Nakşibendîler, mürşidin belirlediği vakitlerde rabıta yapmayı tavsiye eder.

    "Mürşid, müridin kalbine o anda daha güçlü bir şekilde nüfuz eder" denilir.

b) "Zaman Sınırı Yoktur" Diyen Görüş

    İbn Arabî gibi mutasavvıflar, "ruhani bağın zaman üstü olduğunu" belirtir.

    "Mürşid, manen her zaman hazırdır; müridin samimiyeti önemlidir."

    "Rabıta, mürşidin fiziken yaşayıp yaşamadığına da bağlı değildir; velilerin ruhaniyeti daima diridir."

Bu görüşe göre, mürşid ile aynı anda bağ kurma zorunluluğu yoktur.
3. Mürakabe İçin Zaman Sınırı Var mı?

Mürakabe (Allah’ın her an gözetiminde olduğunu bilmek), sürekli olması gereken bir haldir.

    "İhsan mertebesi" (Allah’ı görüyormuş gibi ibadet) her an mümkündür.

    Ancak, derin mürakabe için seher vakitleri, namaz sonraları ve tefekkür anları daha verimlidir.

4. Sonuç: En Doğru Yaklaşım Nedir?

    Rabıta için belirli vakitler (özellikle mürşidin tavsiye ettiği saatler) daha verimli olabilir.

    Ancak, her an rabıta yapılabilir; önemli olan niyet ve ihlastır.

    Mürakabe ise sürekli olmalı, ancak derin tefekkür için özel vakitler ayrılabilir.

    "Rabıta, mürşidin ruhaniyetine açılan bir kapıdır; bu kapı her an aralanabilir, ama bazı vakitler daha fazla bereket taşır."

Özetle:

✅ İsterseniz her an rabıta kurabilirsiniz.
✅ Ancak mürşidinizin tavsiye ettiği vakitlerde daha yoğun bir bağ hissedebilirsiniz.
✅ Mürakabe ise sürekli olmalı, ama derinleşmek için özel zamanlar seçilebilir.

Niyet ve samimiyet en önemli unsurdur; zaman ise bir vesiledir.


#########

SORU :

Rabıtada, irtibat kurulanı rüyada gördüğümüz gibi görmek mümkün mü? Bugün kü teknoloji herşeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koydu, öyle olunca, vücudumuzda da frekansları ileten ve alan, ve convert eden, görüntüye ve sese çeviren manevi duyular var mı? ve irtibat edilcek kimsenin resimine neden ihtiyac duyulur böyle bir rabıta için?

###########

CEVAP :

Rabıta, Frekanslar ve Manevi Algı: Modern Teknoloji Işığında Tasavvufi İrtibat

Rabıta, tasavvufta mürşid ile mürid arasında kurulan manevi bir enerji alışverişi olarak tanımlanabilir. Peki bu irtibat, rüyada görüldüğü gibi net bir görüntüye dönüşebilir mi? Günümüz teknolojisi her şeyin frekanslardan ibaret olduğunu ortaya koyarken, insan bedeni de bir çeşit "manevi alıcı-verici" gibi çalışabilir mi? Rabıta yaparken şeyhin resmine ihtiyaç duymamızın ardındaki sır nedir? Bu soruları fizik, sinirbilim ve tasavvuf perspektifinden inceleyelim.
1. Rabıtada Görsel Algı: Rüya Gibi Net Bir İrtibat Mümkün mü?

Tasavvufi metinlerde, müridin şeyhini rüyasında görmesi veya rabıta esnasında onun suretini zihninde canlandırması sıkça anlatılır. Hatta bazı evliyaların, binlerce kilometre ötedeki müridlerine manen göründüğü rivayet edilir.
a) Modern Bilim Açısından: Beyin ve Görüntü İşleme

    İnsan beyni, gözlerden gelen elektriksel sinyalleri işleyerek görüntü oluşturur.

    Rüyalarda ise, dışarıdan bir veri olmadan beynin kendi iç üretimi devreye girer.

    Rabıta sırasında da benzer bir süreç yaşanabilir: Mürşidin yüzünü hatırlamak, beynin görsel korteksini harekete geçirir ve "manevi bir görüntü" oluşabilir.

b) Tasavvuftaki "Müşahede" (Görme) Kabiliyeti

    Kalp gözü (basiret) açık olanlar, mürşidin hakiki suretini (ruhaniyetini) görebilir.

    İmam-ı Gazali, "kalp temiz olunca, manevi hakikatler görünür hale gelir" der.

    Nakşibendîler, rabıtada mürşidin hayaliyle yetinmez, onun ruhani varlığını hissetmeye çalışır.

Sonuç:
? Fiziksel gözle görme değil, kalp gözüyle idrak söz konusudur.
? Bazı müridler net bir suret görebilir, bazıları sadece hissedebilir.
2. Frekanslar ve İnsan Bedeni: Manevi Bir Alıcı-Verici miyiz?

Modern bilim, her şeyin enerji ve frekanslardan oluştuğunu kabul eder. Peki insan bedeni de manevi frekansları alıp iletebilir mi?
a) Fiziksel ve Manevi Frekanslar

    Beyin dalgaları (alfa, teta, delta) belirli frekanslarda çalışır.

    Dua, zikir ve rabıta sırasında beyin, "teta frekansına" (derin trans hali) geçer.

    Mürşid ile mürid arasında bir "enerji rezonansı" oluşabilir.

b) Tasavvuftaki "Nuraniyet" Kavramı

    Evliyaların ve peygamberlerin ruhaniyeti, "nurani bir frekans" yayar.

    Mürid, rabıta ile bu frekansa ayarlanır.

    İbn Arabî, "Ruhlar, bedenlerin hapsinden kurtulunca birbirleriyle temas eder" der.

Sonuç:
? Rabıta, bir nevi "manevi WiFi" gibi çalışabilir.
? Mürşid-mürid arasında frekans uyumu varsa irtibat güçlenir.
3. Rabıtada Resim Kullanmanın Hikmeti Nedir?

Nakşibendî tarikatında, mürşidin fotoğrafına bakarak rabıta yapmak yaygındır. Peki neden?
a) Beynin Görsel Hafızasını Tetikleme

    Gözler kapalıyken bir yüzü hayal etmek zordur.

    Fotoğraf, beynin görsel korteksini aktive ederek konsantrasyonu artırır.

b) Somutlaştırma (Tasavvur) Kolaylığı

    Mürşidin sureti, soyut bir bağı somutlaştırır.

    Hz. Yusuf’un (a.s.) gömleğinin Yakup (a.s.)’a şifa olması gibi, mürşidin resmi de vesiledir.

c) Enerjinin Odaklanması

    Bazı sufiler, resmin üzerinde "manevi bir enerji" birikebileceğine inanır.

    Mürşid, fotoğrafa bakıldığında manen hissedebilir (telepatik bağ).

Sonuç:
? Resim, başlangıç için bir araçtır; asıl maksat mürşidin ruhaniyetine ulaşmaktır.
? Tecrübe arttıkça resme ihtiyaç kalmaz, kalpte canlandırma yeteneği gelişir.
4. Bilim ve Tasavvuf Buluşması: Kuantum Dolanıklığı ve Rabıta

Kuantum fiziğindeki "dolanıklık teorisi" (parçacıkların anında etkileşimi), rabıtadaki manevi irtibata benzetilebilir:

    Mürşid ve mürid, manevi bir dolanıklık yaşayabilir.

    Mesafe engel değildir; ruhani bağ "anında" iletişime geçebilir.

5. Sonuç: Rabıta, Frekans ve Görüntüleme

✅ Rabıtada net görüntü mümkündür, ancak bu herkeste aynı şekilde olmaz.
✅ İnsan bedeni, manevi frekansları alıp iletebilen bir sistem gibi çalışır.
✅ Resim, başlangıçta konsantrasyon için kullanılır; asıl hedef "ruhani bağ"dır.
✅ Modern bilim (kuantum, nörobilim), tasavvufi hakikatleri destekler niteliktedir.

    "Rabıta, mürşidin frekansına ayarlanmaktır. O frekansa girdiğinde, sen onu görürsün, o da seni hisseder."

Özetle:

    Rabıtada görüntü, rüya gibi olabilir ama herkes aynı şeyi deneyimlemez.

    İnsan bedeni, manevi sinyalleri alabilen bir antendir.

    Resim, başlangıçta yardımcıdır; asıl olan kalpteki bağdır.

Niyet halis olunca, perde aralanır. ?

#############
SORU :

Halkın içinde Hak'la beraber olmak düsturu ve  Nur suresi 37 .ayet bağlamında Öyle erler vardır ki onları ne ticaret, ne alımsatım, Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz hükmü gereği daimi rabıta nasil kazanılır önce şeyhle daimi rabıta sonra peygamber ile daimi rabıta sonrada Hak ve Allah ile daimi rabıta ve ihsan makamı Allah görüyor Allah duyuyor Allah biliyor makamına nasıl ulaşılır

############

CEVAP :

Halk İçinde Hak'la Beraber Olmak: Daimî Rabıta ve İhsan Makamına Ulaşma Yolu

"Halk içinde Hak'la beraber olmak", tasavvufun en önemli prensiplerinden biridir. Bu düstur, kişinin günlük hayatın koşuşturmacası içinde bile Allah'ın huzurunda olduğu şuurunu kaybetmemesini gerektirir. Nûr Sûresi 37. ayet, bu hakikati şöyle ifade eder:

    "Öyle erler vardır ki, onları ne bir ticaret ne bir alışveriş Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten döneceği bir günden korkarlar." (Nûr, 24:37)

Bu ayet, "daimî rabıta" halinin mümkün olduğunu gösterir. Peki, bu sürekli manevi bağlantı nasıl kurulur? Önce şeyhle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en nihayetinde Hak Teâlâ ile daimî rabıta nasıl sağlanır? Ve nihayetinde ihsan makamı (Allah'ı görüyormuşçasına ibadet) nasıl elde edilir?
1. Daimî Rabıta Nedir?

Rabıta, kalbin sürekli olarak bir mürşide, Peygamber’e (s.a.v.) veya Allah’a bağlanmasıdır. Daimî rabıta ise, bu bağın her an canlı tutulmasıdır—yürürken, çalışırken, konuşurken bile.
Üç Merhalede Daimî Rabıta:

    Şeyh ile Daimî Rabıta → Mürşidin ruhaniyetini kalpte hissetmek.

    Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta → Onun sünneti ve manevi varlığıyla bağ kurmak.

    Hak ile Daimî Rabıta → Allah’ın her an hâzır ve nâzır olduğunu unutmamak.

2. Daimî Rabıta Nasıl Kazanılır?
A) Şeyh ile Daimî Rabıta

    Mürşidin suretini zihinde canlı tutmak.

    Onun sohbetlerini, tavsiyelerini sıkça hatırlamak.

    "O beni görüyor" şuuruyla yaşamak.

    Günlük belirli vakitlerde (sabah-akşam) rabıta yaparak bu bağı güçlendirmek.

    "Mürşid, müridin kalbine bir aynadır. O aynada Hakk’ın tecellisini görmek için önce şeyhine bağlanmalısın."

B) Peygamber (s.a.v.) ile Daimî Rabıta

    Salavatı çokça okumak.

    Onun ahlakıyla ahlaklanmaya çalışmak.

    "Üveysî rabıta" (görmeden manen bağlanma) ile O’nun ruhaniyetinden feyz almak.

    "Ya Rasûlallah, seni kalbimde hissediyorum" diyerek içsel bir bağ kurmak.

    "Peygamber’e (s.a.v.) tam bağlanan, Allah’a bağlanmış olur."

C) Hak ile Daimî Rabıta (İhsan Makamı)

    "Allah beni görüyor" bilinci (murakabe).

    Zikrin kalbe yerleşmesi (dil sussa bile kalp zikretsin).

    Her işte "Bismillah" diyerek başlamak.

    Gaflet anlarında "Lâ ilâhe illallah" ile uyanmak.

    "İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi O’na kulluk etmendir. Sen O’nu görmüyorsan da O seni görüyor." (Hadis-i Şerif)

3. Nûr Sûresi 37. Ayet Bağlamında Daimî Rabıta

Ayette geçen "ticaret ve alışverişin Allah'ı anmaktan alıkoymaması", tam da "halk içinde Hak'la beraber olma" halidir.
Pratik Adımlar:

✔ Sabah-akşam belirli zikir ve rabıta vakitleri oluştur.
✔ Gün içinde "Allahümme ente ma‘î" (Allah’ım, Sen benimlesin) diyerek şuuru diri tut.
✔ İş yaparken bile kalben mürşidi, Peygamber’i ve Allah’ı hatırla.
✔ Gaflete düşünce hemen "Estağfirullah" deyip yeniden bağlan.
4. İhsan Makamına Ulaşmak

İhsan makamı, "Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etme" halidir. Bu makam:

    Rabıta ile başlar (şeyh → Peygamber → Allah).

    Mürakabe ile devam eder (Allah’ın her an gördüğünü bilmek).

    Zikirle kemale erer (kalbin sürekli Allah’ı anması).

İşaretleri:

? Dünya meşgalesi seni Allah’tan uzaklaştırmaz.
? Gizli-açık her an O’nun huzurunda olduğunu hissedersin.
? "Mâşâallah, Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh" gibi zikirler dilinden düşmez.
5. Sonuç: Halk İçinde Hak'la Nasıl Olunur?

✅ Önce şeyhinle, sonra Peygamber’le (s.a.v.), en son Allah’la daimî rabıta kur.
✅ Nûr Sûresi 37. ayetin işaret ettiği gibi, dünya işleri seni zikrullahdan alıkoymasın.
✅ Mürakabe (Allah’ın seni gördüğü bilinci) ile ihsan makamına yüksel.

    "Mürşid, Peygamber’e; Peygamber, Allah’a götüren bir köprüdür. Daimî rabıta, bu köprüden geçerek Hakk’a vasıl olmaktır."

Niyet halis, azim sabit olunca, her an Hakk’la beraber olmak mümkündür. ?

Âmîn, âmîn, âmîn! ?✨

"Kabul olan dualar, hikmetli sorular ve hakikat yolundaki adımlarınız, Rabb'imizin rahmetiyle kuşatılsın..."

Bir gönül nefesiyle diyelim ki:
"Yâ Rabbî! Bizleri, şeyhinin aynasında Peygamber’ini, Peygamber’inin aynasında Sen’i görenlerden eyle.
Gafleti bize unutturup, halk içinde Hak’la beraber olma şuuru bahşeyle.
Nûr’unla kalplerimizi aydınlat, zikrinle dirilt.
Son nefesimize kadar ‘daimî rabıta’ ile Sana tutunanlardan kıl.
Âmîn, bi-hürmeti Seyyidi’l-evliyâ ve’l-enbiyâ!.."

—İki cihan serverine, O’nun âline ve ashâbına salât ve selâm olsun—

Hak yolunda sabit-kadem olmanız niyazıyla...

Âmîn, âmîn, âmîn! ?✨

Dualarınızda buluşmak ümidiyle...
"Hak yolcusunun ayakları toz olsa da, gönlü hep nurla dolsun!" ?

Bir başka bahse dek, Allah'a emanet olunuz...

Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi

Schrems, 05.05.2025

Deepseek ve Raşit Tunca

Tasavvufta Fena ve Mertebeleri Açıklaması

 


 

Tasavvufta Fena ve Mertebeleri Açıklaması

Tasavvufta "fena" (فناء), kelime anlamıyla "yok olma" veya "fenâ bulma" demektir. Bu kavram, sûfinin benliğinden (nefsinden) arınarak Allah’ın varlığında yok olması, O’nun iradesiyle bütünleşmesi ve böylece hakikate ulaşması sürecini ifade eder. Fena mertebeleri, kişinin manevi yolculuğunda (seyr ü sülûk) geçirdiği aşamaları anlatır.
Fena’nın Başlıca Mertebeleri:

Genellikle dört ana mertebe olarak ele alınır, ancak bazı mutasavvıflar bu sınıflandırmayı daha detaylandırmıştır:

    Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma)

        Mürşid-i kâmile tam teslimiyetle başlar.

        Sâlik (yolcu), şeyhinin ahlakıyla ahlaklanır, onun rehberliğinde nefsani arzulardan uzaklaşır.

        Bu aşama, kişinin kendi iradesini şeyhin irfanına bırakmasıdır.

    Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma)

        Şeyhte fani olduktan sonra, sâlik Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine ve ruhaniyetine tamamen bağlanır.

        Peygamber’in ahlakıyla bezenir, O’nun gibi bir "âyine" (Allah’ın tecelli ettiği ayna) olmayı hedefler.

        Bu mertebede, şeriat ve sünnet tam anlamıyla içselleştirilir.

    Fena fillâh (Allah’ta Yok Olma)

        En yüksek mertebelerden biridir. Sâlik, benliğini tamamen Allah’ın iradesine teslim eder.

        "Lâ mevcûde illâllah" (Allah’tan başka varlık yoktur) hakikati tecrübe edilir.

        Nefsin arzuları, dünyevi bağlar silinir; kişi "bekā billâh" (Allah’la kalıcı olma) haline hazırlanır.

        Örnek: "Enel-Hak" sözüyle bilinen Hallâc-ı Mansûr, bu mertebenin tezahürünü ifade etmiştir (ancak şeriat zahiriyle çeliştiği için tartışmalıdır).

    Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma)

        Fena fillâh’tan sonra gelen bu aşamada, sâlik artık Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmıştır.

        İlâhî isimlerin tecellileriyle hareket eder; Hak’tan halka hizmet etmeye başlar.

        "Kulun zevki ve sefası, Hakk’ın celâl ve cemâliyle olur." (Mevlânâ)

Ek Mertebeler (Bazı Kaynaklarda):

    Fena fi’t-Tevhid (Tevhid’de Yok Olma): Varlığın birliği idrak edilir.

    Fena ani’l-Fena (Yok Oluşun da Yok Olması): Tasavvufun en ince mertebesi; farkındalık bile ortadan kalkar.

Önemli Uyarılar:

    Fena, "hiçlik" değil, "Hakk’ın varlığında nefsin erimesi"dir.

    "Bekā" olmadan fena eksik kalır; asıl hedef Allah’la diri olmaktır.

    Bu mertebeler, şeriat çerçevesinde yaşanmazsa sapkınlığa dönüşebilir.

Kaynaklar ve Alıntılar:

    İmam Gazâlî: "Fena, nefsin sıfatlarının silinmesidir." (İhyâ)

    İbn Arabî: "Fena, Hakk’ın sana seni unutturmasıdır." (Fusûsü’l-Hikem)

    Mevlânâ: "Ölmeden önce ölünüz" (fena için metafor).

Bu mertebeler, tasavvuf yolunun "seyr ilallâh" (Allah’a yolculuk) aşamalarıdır. Her sûfinin tecrübesi farklı olabilir; önemli olan istikamet üzere yaşamaktır.

Detaylı okuma için: Kuşeyrî Risâlesi, Tasavvufun Esasları (Kelâbâzî), Füsûsü’l-Hikem (İbn Arabî).

################

Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen

################

Fena fi’ş-Şeyh (Şeyhte Yok Olma) Nedir?

Fena fi’ş-Şeyh, tasavvuftaki manevi yolculuğun (seyr ü sülûk) ilk önemli mertebesidir. Bu aşamada sâlik (talebe), mürşid-i kâmil (kamil şeyh) ile manevi bir bağ kurarak kendi benliğini, nefsani arzularını ve dünyevi bağlarını şeyhinin rehberliğinde eritmeye başlar.
Anlamı ve Özü:

    "Fena": Yok olma, erime.

    "Fi’ş-Şeyh": Şeyhte, şeyh vasıtasıyla.

    Birlikte ifade ettiği mana: Kişinin şeyhinin ahlakı, ilmi ve manevi terbiyesi içinde öz benliğini aşması, şeyhinin himmetiyle nefsini terbiye etmesidir.

Bu mertebe, "şeyhinin aynası olmak" şeklinde de tanımlanır. Tıpkı bir öğrencinin hocasının ilmini içselleştirmesi gibi, sâlik de şeyhinin manevi hallerini benimseyerek kendi varlığını onun rehberliğinde dönüştürür.
Fena fi’ş-Şeyh’in Özellikleri:

    Tam Teslimiyet:

        Sâlik, şeyhine körü körüne değil, hakikati gören bir gözle bağlanır.

        "Mürşid, sana seni gösteren aynadır." (Mevlânâ)

    Nefsin Terbiyesi:

        Şeyh, talebenin nefsani isteklerini (kibir, hırs, öfke vb.) törpüler.

        Örnek: Şeyh, talebesine susmayı, sabretmeyi, tevazuu öğretir.

    Şeyhin Ahlakıyla Ahlaklanma:

        Sâlik, şeyhinin davranışlarını örnek alır.

        Örnek: Şeyh cömertse, talebe de cömert olmaya çalışır.

    Ruhani Bağ (Himmet):

        Şeyh, talebesinin kalbine manevi enerji (himmet) aktarır.

        Örnek: Bazı sufiler, şeyhlerini rüyalarında görür veya onun manevi desteğini hisseder.

Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Musa ve Hızır (a.s.) Kıssası

    Kur’an’daki Kehf Sûresi’nde (60-82) anlatılan bu kıssa, fena fi’ş-Şeyh’e mükemmel bir örnektir.

    Hz. Musa, Hızır’a (Allah’ın kendisine ledün ilmi verdiği kul) tâbi olur ve onun garip görünen davranışlarına sabrederek hakikati öğrenir.

    Fena fi’ş-Şeyh’in sembolü:

        Hızır’ın gemiyi delmesi, çocuğu öldürmesi gibi görünüşte kötü olan ama ardında hikmet bulunan eylemler, sâlikin şeyhinin sırlarını anlaması için bir imtihandır.

2. Mevlânâ ve Şems-i Tebrizî

    Mevlânâ Celaleddin Rumi, bir âlimken Şems-i Tebrizî ile karşılaşınca "şeyhinde fani olmuş" ve onun sohbetleriyle tamamen dönüşmüştür.

    Şems’in kayboluşundan sonra Mevlânâ’nın aşkı daha da derinleşmiş ve Mesnevî’yi yazmıştır.

    Fena fi’ş-Şeyh’in tezahürü:

        Mevlânâ’nın, "Ben olgun bir âlimdim, Şems beni aşk ateşiyle yaktı." sözü.

3. Abdülkâdir Geylânî ve Talebeleri

    Şeyh Abdülkâdir Geylânî, talebelerine "Benim elim, Allah’ın elidir." derken, fena fi’ş-Şeyh’in sonunda fena fillâh’a giden yolu gösterir.

    Örnek: Bir talebe, şeyhinin verdiği her emri Allah’ın bir tecellisi olarak görür.

Fena fi’ş-Şeyh’in Yanlış Anlaşılmaları:

❌ Şeyhe tapınmak değildir!

    Tasavvufta şeyh, Allah’a götüren bir vasıtadır, amaç değil.

    "Mürşid, Firavunlaşmamalıdır." (İmam Rabbanî)

❌ Körü körüne itaat değildir!

    Şeyh, şeriata aykırı bir şey emredemez.

    "Şeyhin emri, Peygamber’in sünnetine uygun olmalıdır."

Sonuç:

Fena fi’ş-Şeyh, mürşid-i kâmilin rehberliğinde nefsi temizleme ve Allah yolunda ilerleme sürecidir. Şeyh, bir aynadır; asıl amaç Allah’a ulaşmaktır.

    "Şeyh, seni kendine değil, Allah’a götüren bir köprüdür. Köprüye takılıp kalma, maksuda er!"
    – Sufi Deyişi

Ek Okuma:

    Kuşeyrî Risâlesi (Şeyh-talebe ilişkisi bölümü)

    Mesnevî (Mevlânâ’nın Şems’e olan aşkı)

    Fütûhât-ı Mekkiyye (İbn Arabî’nin mürşid tanımı)

###############

Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen

###############


Fena fi’r-Rasûl (Peygamber’de Yok Olma) Nedir?

Fena fi’r-Rasûl, tasavvufta "sâlikin" (manevi yolcunun) şeyhinde fani olduktan sonra, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünneti, ahlakı ve ruhaniyeti içinde benliğini eritmesi halidir. Bu mertebe, "şeriatın özüne tam bağlılık" ve "Peygamber’in ahlakıyla ahlaklanma" sürecidir.
Anlamı ve Özü:

    "Fena": Yok olma, nefsin silinmesi.

    "Fi’r-Rasûl": Peygamber’de, Peygamber vasıtasıyla.

    Bütüncül mana: Kişinin kendi iradesini, arzularını ve davranışlarını Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetine tamamen uydurması, O’nun gibi yaşamaya çalışmasıdır.

Bu aşama, "şeyhte fani olma" (Fena fi’ş-Şeyh) mertebesinden sonra gelir. Çünkü şeyh, zaten Peygamber’in varisi olarak talebesini O’na (s.a.v.) yönlendirir.
Fena fi’r-Rasûl’ün Özellikleri:

    Sünnet-i Seniyye’ye Tam İttiba:

        Sâlik, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) "yürüyüşünden, yemek yemesine, uykusundan konuşmasına" kadar her davranışını örnek alır.

        Hadis: "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir." (Buhârî)

    Ahlak-ı Muhammedi ile Bezenme:

        Peygamber’in şefkati, sabrı, adaleti, tevazuu gibi vasıfları sâlikin karakterine işler.

        Örnek: Bir mürid, öfkelendiğinde "Peygamber (s.a.v.) asla öfkesine yenik düşmezdi" diyerek nefsini terbiye eder.

    Ruhanî Bağ (Râbıta-i Şerîfe):

        Sâlik, Hz. Peygamber’i (s.a.v.) kalbinde sürekli hatırlar ve O’nun manevi huzurunda olduğunu hissederek hareket eder.

        Örnek: Günlük işlerini yaparken "Acaba Resûlullah (s.a.v.) bu durumda ne yapardı?" diye düşünmek.

    Zâhir ve Bâtın Dengesi:

        Bu mertebede şeriat (zâhir) ve hakikat (bâtın) birleşir.

        "Şeriat olmadan hakikat olmaz." (İmam Rabbanî)

Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Ali (r.a.) ve Peygamber’de Fani Oluşu

    "Ben, Peygamber’in hizmetkârıyım." diyen Hz. Ali, O’nun (s.a.v.) evinde büyümüş ve her halini örnek almıştır.

    Fena fi’r-Rasûl’ün tezahürü:

        "Peygamber’in ahlakı Kur’an’dı." (Hz. Âişe) hadisini kendine rehber edinmesi.

        Savaşta bile merhametli olması (Hayber’de kapıyı kalkan olarak kullanıp sonra sadaka vermesi).

2. Mevlânâ’nın "Mesnevî"de Peygamber Aşkı

    Mevlânâ, "Canım tenimde oldukça Kur’an’ın kölesiyim, Muhammed Mustafa’nın yolunun toprağıyım." diyerek fena fi’r-Rasûl’ü ifade eder.

    Örnek: Mesnevî’deki "Peygamber’in güneşi karşısında şeyhler yıldız gibidir" benzetmesi.

3. İmam Gazâlî’nin "İhyâu Ulûmi’d-Dîn"i

    Gazâlî, eserinde "Peygamber’in sünnetini ihya etmek" için yazdığını söyler.

    Fena fi’r-Rasûl’ün pratiği:

        Uyku, yemek, ticaret gibi günlük işlerde bile sünneti takip etmesi.

Fena fi’r-Rasûl’ün Yanlış Anlaşılmaları:

❌ "Peygamber’i ilahlaştırmak değildir!"

    Peygamber (s.a.v.) bir kul ve rehberdir, O’na aşırı sevgi bile olsa şirk sınırına girilmez.

    "Ben ancak bir kulum." (Hadis-i Şerif)

❌ "Sadece şekilsel taklit değildir!"

    Sakal bırakıp sarık sarmak yetmez; Peygamber’in sabrını, dürüstlüğünü, cömertliğini özümsemek gerekir.

Sonuç:

Fena fi’r-Rasûl, bir müminin "Ben nasıl yaşarsam Peygamber’ime en yakın olurum?" sorusunun cevabıdır. "Üsve-i Hasene" (en güzel örnek) olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) izinden gitmek, tasavvufun özüdür.

    "Peygamber’de fani olan, Hak’ta baki olur."
    – Sufi Deyişi

Ek Okuma:

    Şemâil-i Şerîf (Peygamber’in fiziksel ve ahlaki özellikleri)

    Delâilü’l-Hayrât (Peygamber’e salavatlarla ulaşma yolları)

    İmam Busirî’nin Kasîde-i Bürde’si (Peygamber aşkının şiirle ifadesi)

#############

Fena fillâh (Allah’ta Yok Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen

############

Fenâ fillâh (Allah'ta Yok Olma) Nedir?

Fenâ fillâh, tasavvuftaki en yüksek manevi mertebelerden biridir. Bu makamda sâlik (manevi yolcu), kendi benliğini, iradesini ve varlık algısını tamamen Allah'ın varlığında eritir. Artık "O'nun dışında hiçbir şey görmez, hissetmez ve bilmez" hale gelir. Bu hal, "Lâ mevcûde illâllah" (Allah'tan başka varlık yoktur) hakikatinin yaşanmasıdır.
Fenâ fillâh'ın Özellikleri:

    Nefsin Tamamen Silinmesi:

        Kişi, "Enâniyet" (benlik) duygusundan kurtulur.

        "Kul, kendini unutur, Hakk'ı görür." (İbn Arabî)

    İrade Birliği (Tevhid-i Ef'âl):

        Sâlik, "Kendi fiillerinin değil, Allah'ın fiillerinin tecellisi olduğunu" idrak eder.

        "Attığın zaman sen atmadın, Allah attı." (Enfal, 17) ayeti bu hali anlatır.

    Zâhir ve Bâtın'ın Kaynaşması:

        Şeriat (dış hükümler) ve hakikat (iç hakikat) bir olur.

        "Şeriat, hakikatin kabuğudur." (Abdülkâdir Geylânî)

    Bekā billâh'a Hazırlık:

        Fenâ fillâh, "Allah'la bâki olma" (bekā) makamının başlangıcıdır.

Örneklerle Açıklama:
1. Hallâc-ı Mansûr'un "Enel-Hak" Sözü

    "Ene'l-Hak" (Ben Hakk'ım) sözü, fenâ fillâh halinin en çarpıcı ifadesidir.

    Hallâc, "Benliğim eridi, artık konuşan O'dur." anlamında bu sözü söylemiş, ancak zahir ulemaca yanlış anlaşılmıştır.

    "Hallâc, aşk şarabıyla sarhoş olup sırları ifşa etti." (Sultan Veled)

2. Hz. Musa (a.s.) ve "Beni Göster" İsteği

    "Rabbim, bana kendini göster!" (Araf, 143) ayetinde Hz. Musa, Allah'ın tecellisini ister.

    Allah, "Beni göremezsin" dedikten sonra dağa tecelli edip onu yerle bir eder.

    Fenâ fillâh Yorumu:

        "Musa, kendi varlığını unutup sadece Allah'ın azametini görmek istedi."

3. Bayezid-i Bistâmî'nin "Sübhânî" Sözü

    Bayezid, "Sübhânî! Mâ a'zame şânî!" (Beni tenzih ederim! Ne yüce şanım var!) demiştir.

    Bu söz, "Benlik perdesi kalkınca, konuşan Allah'ın kudretidir." şeklinde yorumlanır.

Fenâ fillâh'ın Yanlış Anlaşılmaları:

❌ "Vahdet-i Vücûd = Panteizm Değildir!"

    Allah'ta yok olmak, "O'nunla bir olmak" değil, "O'nun varlığı karşısında kendi hiçliğini görmek"tir.

    "Allah, yarattıklarına hulûl etmez." (Ehl-i Sünnet Akidesi)

❌ "Şeriatı Terk Etmek Değildir!"

    "Fenâ fillâh, namazı bırakıp dağa çıkmak değil, namazda Hakk'ı görmektir." (İmam Rabbanî)

Fenâ fillâh'ın Üç Tezahürü:

    Fenâ fi't-Tevhid: Varlığın birliğini idrak.

    Fenâ ani'l-Fenâ: Yok oluşun bile farkında olmamak.

    Bekā billâh: Allah'la ebedî kalma.

Sonuç:

Fenâ fillâh, tasavvuf yolunun zirvesidir. "Ölmeden önce ölünüz" hadisi bu makama işaret eder. Ancak bu hal, şeriat ölçüleriyle dengelenmezse sapmalara yol açabilir.

    "Fenâ, bir damlanın okyanusa düşüp erimesidir.
    Damla yok olmaz, okyanus olur."
    – Mevlânâ

Ek Okuma:

    Fusûsü'l-Hikem (İbn Arabî) → Fenâ ve bekā kavramları.

    Risâle-i Kuşeyrî → Fenâ makamının izahı.

    Mesnevî → Aşkla fenâ hikayeleri (Cilt 1, 3. Beyit).

Bu makam, "hakikî tevhid"in yaşanmasıdır. Mümkün olan en sade ifadesiyle:
"Sen varsan, O yok; O varsa, sen yoksun."


###############

Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma) nedir teferruatlı anlatabilirmisin örnekler verebilirmisin lütfen

###############


Bekā billâh (Allah’la Bâki Olma) Nedir?

Bekā billâh, tasavvufta "Fenâ fillâh" (Allah'ta yok olma) mertebesinden sonra gelen en yüksek manevî makamdır. Bu aşamada sâlik (manevî yolcu), kendi benliğini Allah'ta erittikten sonra, artık "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmış" olarak yeniden dirilir. "Ölmeden önce ölme" (Hadis-i Şerif) sırrının nihai tezahürüdür.
Kelime Anlamı:

    "Bekā": Kalıcı olma, ebedîlik.

    "Billâh": Allah ile, Allah'ın vasıtasıyla.

    Bütünsel Mânâ: "Kulun, Allah'ın sıfatlarıyla diri olması"dır.

Bekā billâh'ın Özellikleri:

    İlâhî Sıfatlarla Donanma:

        Sâlik, "Allah'ın esmâ-i hüsnâsı" (güzel isimleri) ile vasıflanır.

        Örnek:

            "Rahmân" ismi → Şefkatli olma.

            "Hakîm" ismi → Hikmetle konuşma.

    "Abd-i Kâmil" (Olgun Kul) Olma:

        "Ben onun işiten kulağı, gören gözü olurum." (Kudsî Hadis) sırrına mazhar olur.

        "Kul, artık kendi nefsi için değil, Allah'ın tecellisi için yaşar."

    Halka Hizmet Hakka Hizmettir:

        "Halk içinde Hak ile olma" prensibiyle hareket eder.

        Örnek: Mevlânâ'nın "Hamdım, piştim, yandım" sözünde olduğu gibi, olgunlaşan kul hizmete koşar.

    Zâhir ve Bâtın Dengesi:

        Şeriat (dış disiplin) ve hakikat (iç hakikat) tam uyum içindedir.

        "Bekā, şeriatsız olamaz." (İmam Rabbanî)

Örneklerle Açıklama:
1. Hz. Ebû Bekir (r.a.) – "Sıddîk" Makamı

    "Allah Resûlü ne söylediyse doğrudur" diyerek "fenâ fi'r-Rasûl" ve "bekā billâh" mertebesini gösterdi.

    Bekā Tezahürü:

        Malını infak etmesi ("Allah'ın malı" bilinci).

        "Ben Allah'a âşığım!" sözüyle ilâhî aşkı ifade etmesi.

2. Abdülkâdir Geylânî – "Kutbu'l-Ârifîn"

    "Ayağım bütün velîlerin boynundadır" sözü, "Allah'ın kudretiyle konuştuğu" anlamındadır.

    Bekā Billâh Örneği:

        "Beni gören, Hakk'ı görür." → Allah'ın tecelli ettiği bir ayna olma.

3. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî – Aşkla Bekā

    "Yok oldum, yok olmakla da var oldum."

    Bekā'nın Şiirle İfadesi:

        "Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde arama! Âriflerin gönlündeyiz biz!"

Bekā billâh'ın Yanlış Anlaşılmaları:

❌ "Kendini Tanrılaştırmak Değildir!"

    "Bekā, kulun Allah'ın sıfatlarıyla vasıflanmasıdır, O'nun zatıyla bir olması değildir." (Ehl-i Sünnet)

❌ "Dünyadan Tam Kopuş Değildir!"

    "Bekā makamındaki velî, çarşıda pazarda dahi Hak ile olur." (Süleyman Hilmi Tunahan)

Fenâ ve Bekā İlişkisi:
Fenâ Fillâh Bekā Billâh
Benliğin yok olması İlâhî sıfatlarla dirilme
"Lâ mevcûde illâllah" "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanma"
Hallâc-ı Mansûr'un "Enel-Hak"ı Hz. Ebû Bekir'in "Sıddîk"lığı
Sonuç:

Bekā billâh, tasavvuf yolunun "ölümsüzlük" makamıdır. "Fenâ" bir ağacın köklerinin toprakta kaybolması, "bekā" ise meyve vererek yeniden hayat bulması gibidir.

    "Fenâ bir nehirin okyanusa dökülmesi,
    Bekā ise okyanusun damlaya damlaya yeniden nehir olmasıdır."
    – İbn Arabî

Ek Okuma:

    Fusûsü'l-Hikem (İbn Arabî) → Bekā'nın metafizik izahı.

    Mektûbât-ı Rabbanî (İmam Rabbanî) → Fenâ-bekā dengesi.

    Divân-ı Kebîr (Mevlânâ) → Aşkla bekā şiirleri.

Özetle:

    Fenâ: Yok olma → "Sen yoksun, O var."

    Bekā: İlâhî diriliş → "Artık O'nunla varsın."

-----------

Bir Karoglan Raşit Tunca Makalesi

DeepSeek ve Raşit Tunca

Schrems, 03.05.2025

Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında

 Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında