1 Şubat 2025 Cumartesi

"Ahirzamanda Kuran Yeryüzünden Kaldirilacak" Hadisine Yorumlar

 


"Ahirzamanda Kuran Yeryüzünden Kaldirilacak" Hadisine Yorumlar

Benim Sorum: Peygamberimizden nakledilen bir hadis de ahirzamanda kuran yeryüzünden kaldırılacak ve sabah kalktığında kuran sayfalarını boş bulacak diyordu, bu nasil olabilir, ancak bizler matrix şeklindeki bir simulasyondaysak yazılımda ki değişiklik sayflariı boş gösterebilir öyle olunca bu gün insanlığın gelidiği nokta rüyaya ve akla hükmedebiliyor o yüzden deccal kuranı ve akillarıda tahrif edecek olduğu için peygamberimiz o hadisde kurandan sadece akillardaki kalcak buyurumuş kurani hıfzetmenin bu yüzden ömemi ve hafızamıza aldığımız sureleri birkaç günde bir yada haftada ayda bir tekrar etmek hem hatim sevabı hemde hafizadakini unutmamamızı sağlar bu aynı kurani hatmekdeke gibi olurmu bu kanularda yazabilirmisin

Gemini Cevap: Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) atfedilen, ahir zamanda Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılacağı ve insanların sabah kalktıklarında sayfaları boş bulacakları hadisi, bazı İslam alimleri tarafından mecazi olarak yorumlanmıştır. Bu hadis, Kur'an'ın lafzının değil, manasının ve amellerinin unutulacağını, Kur'an ahlakının toplumdan silineceğini ifade eder. Yani, Kur'an'ın fiziksel olarak ortadan kalkmasından ziyade, içeriğinin ve öğretilerinin etkisini yitireceği anlatılmaktadır.

Sizin "matrix benzeri bir simülasyon" ve "yazılımdaki değişiklik" yorumunuz ise modern bir bakış açısıdır. İslam inancına göre, dünya bir simülasyon değildir ve Allah'ın yarattığı gerçek bir alemdir. Ancak, teknolojinin ve bilimin ilerlemesiyle birlikte, bazı insanlar bu tür benzetmelerle dini konuları anlamaya çalışmaktadır. Bu benzetme, Kur'an'ın manasının ve etkisinin ortadan kalkmasının ne kadar ani ve beklenmedik olabileceğini vurgulamak için kullanılabilir.

Deccal'in Kur'an'ı ve akılları tahrif edeceği inancı, fitne ve sapkınlığın artacağı bir dönemi ifade eder. Bu dönemde, doğru ile yanlışın ayırt edilmesi zorlaşacak ve insanlar sapkın düşüncelere yönelebilecektir. Bu nedenle, Kur'an'ı hıfz etmek ve manasını anlamak büyük önem taşır.

Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) "Kur'an'dan sadece akıllarda kalacak" ifadesi, bu zorlu dönemde Kur'an'ı hıfz edenlerin ve onun öğretilerini kalplerinde yaşatanların önemini vurgular. Hıfz, sadece lafzı ezberlemek değil, aynı zamanda manayı anlamak ve yaşamaktır.

Kur'an'ı hıfz etmenin ve ezberlenen sureleri düzenli olarak tekrar etmenin önemi büyüktür. Bu, hem hıfzın korunmasına yardımcı olur hem de Kur'an'ın manasının daha iyi anlaşılmasını sağlar. Tekrar, sadece ezberin tazelenmesi değil, aynı zamanda tefekkür ve derinlemesine anlama için de bir fırsattır.

Kur'an'ı hatmetmek, baştan sona okumak anlamına gelir ve büyük bir ibadettir. Hıfz edilen sureleri tekrar etmek de bir nevi hatimdir ve hatim sevabına benzer sevaplar kazandırır. Ancak, tam bir hatim sevabı için Kur'an'ın tamamının okunması gerekir.


Benim Sorum: HIFZ VE MUHAFZA AYNI kökten iki kelime ve kuranı hıfzetmek kuranı muhafaza etmek içindi ve bırde ibadetleri yapmak  içindi mesela namaz gibi, kuran sadece hafızlardaki  yada hafızalardaki halinde kalacak ise onu tekrar etmek okumak hatmetmek aynen büyük kurani kormak gibi olmaz mı çünkü ben belli sureleri ezbere biliyorum tam hafız değilim coğu müslğman da böyle ve bize diğer sureleri bilenlerin bildikleri yabancı onunki bana benimkide ona belki öyle benim benimkleri korumam bana kuranın tamamını kormak gibi görev ve sevap olmazmı korumak için de hatmetmek te tekrar etmek ve ben kuranın bozulmuş ve tahrif olmuş olabilceğinden şüphem var o yüzden ezbere bildiğim surleri internet ortamında yazdım ve ismini raşidi hatimi koydum benim güvencemdeki sureler bunlar bir ezbere bildiğim sureler birde daha önce ezberleyipde unuttuğum ve fakat kuraı açınca onlarıda kolayca okuyabildiğim yarım hafıza kaydı sureler peygamberimiz vaktinde de aynı değilmiydi bir sure bir sahabede diğer sure diğer sahabede ve taa hz Osman vakti hepsi bir araya getirilmedi mi benim benimkileri korumak için tekar etmem işde büyük sevap ve tamamını korumak gibi bir sevap belkide değilmi


Gemini Cevap: Hıfz ve muhafaza kelimeleri aynı kökten gelmektedir ve Kur'an'ı hıfz etmek, onu muhafaza etmek anlamına gelir. Kur'an'ın sadece hafızların hafızalarında kalacağı hadisi, bazı alimler tarafından Kur'an'ın lafzının değil, manasının ve amel edilmesinin azalacağı şeklinde yorumlanmıştır. Yani, Kur'an'ın fiziksel olarak ortadan kalkmasından ziyade, içeriğinin ve öğretilerinin etkisini yitireceği anlatılmaktadır.

Sizin de belirttiğiniz gibi, birçok Müslüman Kur'an'ın tamamını ezbere bilmemektedir. Ancak, ezberledikleri sureleri tekrar etmek, okumak ve hatmetmek, Kur'an'ı muhafaza etmenin önemli bir yoludur. Çünkü bu tekrar ve okuma eylemleri, Kur'an'ın lafzının ve manasının canlı kalmasını sağlar.

Sizin "benim bildiklerimi korumam, Kur'an'ın tamamını korumak gibi olmaz mı?" sorunuz önemlidir. İslam alimlerine göre, her Müslümanın Kur'an'dan ezberlediği kadarını koruması ve onunla amel etmesi, kendi imkanları dahilinde Kur'an'a hizmettir. Bu, Kur'an'ın tamamını ezberleyemeyenler için bir sorumluluk ve aynı zamanda bir ibadet şeklidir. Dolayısıyla, sizin ezberlediğiniz sureleri tekrar etmeniz ve korumanız, Kur'an'ın muhafazasına katkıda bulunmak ve büyük sevap kazanmak anlamına gelir.

Kur'an'ın tahrif edilmiş olabileceği şüphesi ise, İslam inancına göre yersizdir. Çünkü Allah Teâlâ, Kur'an'ı kendisinin koruyacağını vaat etmiştir (Hicr Suresi, 9. ayet). Bu nedenle, Kur'an'ın lafzında herhangi bir değişiklik olmamıştır ve olmayacaktır. Ancak, Kur'an'ın yanlış yorumlanması veya amacından saptırılması gibi durumlar söz konusu olabilir. Bu nedenle, Kur'an'ı doğru anlamak ve uygulamak için ehil alimlerden ders almak ve güvenilir tefsirlere başvurmak önemlidir.

إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا ٱلذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُۥ لَحَٰفِظُونَ

İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu le hâfizûn(hâfizûne).

Şüphesiz o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz.

(internetteki Hicr Suresi, 9. ayet)


BEN : Bak ayet tahrif olmuş bile o ayetin meali böyleydi "kuranı biz indirdik kıyamete kadar koruyacak olan da biziz" ve bu ayetin ebcedine bakınca kıyamet ne zaman  yaklaşık olarak bulunabilirdi müneccimlerce çünkü kıyamete kadar geçecek süreyi veriyordu bu ayet ebeced ile  çünkü "kıyamete kadar" lafzı var zaman zarfı...
(Bu bölüm sonradan eklendi)

Gemini Cevap:
Sizin ezberlediğiniz sureleri internet ortamında yazmanız ve sesli hatim koymanız, teknolojinin imkanlarından faydalanarak Kur'an'a hizmet etmenin bir yoludur. Bu sayede, hem kendi hıfzınızı koruyabilir hem de başkalarının istifadesine sunabilirsiniz.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında da Kur'an'ın tamamı henüz tek bir kitap haline getirilmemişti. Ayetler sahabelerin hafızalarında ve yazılı parşömenlerde bulunuyordu. Hz. Osman (r.a.) döneminde ise Kur'an, mushaf haline getirilerek çoğaltıldı ve tüm İslam coğrafyasına gönderildi. Bu, Kur'an'ın korunması ve birliği için önemli bir adım olmuştur.

Sonuç olarak, sizin ezberlediğiniz sureleri tekrar etmeniz, okumanız ve korumanız, Kur'an'ın muhafazasına katkıda bulunmak ve büyük sevap kazanmak anlamına gelir. Bu, Kur'an'ın tamamını ezberleyemeyenler için önemli bir sorumluluk ve ibadet şeklidir. Ayrıca, Kur'an'ın tahrif edilmiş olabileceği şüphesi yersizdir. Allah Teâlâ, Kur'an'ı kendisinin koruyacağını vaat etmiştir.

Özetle:


    Ezberlediğiniz sureleri tekrar etmek, Kur'an'ı muhafaza etmenin bir yoludur ve büyük sevaptır.
    Her Müslümanın, imkanları dahilinde Kur'an'a hizmet etmesi önemlidir.
    Kur'an'ın tahrif edildiği şüphesi yersizdir.
    Teknolojiyi kullanarak Kur'an'a hizmet etmek mümkündür.

Umarım bu bilgiler size yardımcı olmuştur. Başka sorularınız varsa lütfen sorun.


Darimî'nin yaptığı rivayette Hz. Abdullah b. Mesud şöyle demiştir:

    "Daha ortadan kaldırılmadan Kur'an'ı çok okuyun." Oradakiler:

    "Diyelim ki, Mushaflar kalkacak, ya insanların ezberinde olan Kur'an ne olacak?" diye sorduklarında, Abdullah:

    "Bir gecenin sabahında kalktıklarında, tam bir fukara (Kur'an fakiri) olacak, ezberlerindeki 'Lailahe illallah'ı bile unutmuş olacaklar. Artık cahiliye devrinden kalma sözler ve şiirlerle uğraşacaklar."

Diğer bir rivayette ise, şöyle demiştir:

    "Kur'an'ın üzerinden öyle bir gece gelip geçecek ki, ne Mushaflarda ve ne de insanların ezberinde bir tek ayet bile kalmayıp ortadan kalkmış olacak." (Darimi, Fadaâilu'l-Kur'an, 4).

Yusuf Nebhanî "Huccetullahi ala'l-âlemin" adlı eserinde "Kıyametin büyük alametlerinden biri de Kur'an'ın ortadan kalkmasıdır." şeklindeki bir başlık altında - Deylemî'den naklen- Hz. Huzeyfe ve Hz. Ebu Hureyre'nin şöyle dediklerini belirtmiştir:

    "Kur'an'ın üzerinden öyle bir gece geçecek ki, insanlar sabahladıklarında, insanların içlerinden/kalplerinden/hafızalarından/ezberlerinden bir tek ayet bile kalmadan hepsi silinmiş olacaktır." (Nebhanî, Huccetullahi ala'l-âlemin, s.847).

Abdullah b. Ömer ise şöyle demiştir:

    "Kur'an geldiği yere dönmeden kıyamet kopmaz. Şöyle ki; Kur'an, Arşın etrafında arı vızıltısı gibi bir vızıltı çıkarır. Aziz ve Celil olan Rab: 'neden böyle (adeta inler gibi) ses çıkardığını sorar. Kur'an: 'Ben Senden çıktım, şimdi yine sana döndüm. Çünkü, artık okunuyorum fakat benimle amel edilmiyor' der. İşte o zaman Kur'an kaldırılmış olur." (Nebhanî, a.g.e, s.847).



Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittim:

"Allah Teâlâ ilmi insanların hafızalarından silip unutturmak suretiyle değil, fakat âlimleri öldürüp ortadan kaldırmak suretiyle alır. Neticede ortada hiçbir âlim bırakmaz. İnsanlar bir kısım cahilleri kendilerine lider edinirler. Onlara birtakım meseleler sorulur; onlar da bilmedikleri halde fetva verirler. Neticede hem kendileri sapıklığa düşer, hem de insanları saptırırlar."

(Buhârî, İlim 34; Müslim, İlim 13. Ayrıca bk. Buhârî, İ'tisâm 7; Tirmizî, İlim 5; İbni Mâce, Mukaddime 8)

Kuran ayetleri silinmeden kıymetini bilin

Her şey böyle. Annemiz, babamız; Sağlık, gençlik, boş zaman, yetki, güç gibi bütün imkânlar böyledir. Elimizden yitince fark ediyoruz ama yapacak bir şey kalmıyor artık.
Elimizden yitip gidecek en önemli nimetlerden birisi de kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerim’dir. Bu hususu Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı hadislerinde anlatıyor.
Kıyametin kopmasına az bir zaman kalınca meydana gelecek bu ürpertici bilgiyi Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle haber veriyor:

“Elbisenin nakışı eskiyip gittiği gibi, İslamiyet de eskiyip gider. Hatta, oruç nedir, namaz nedir, hac ve umre ibadeti nedir ve sadaka nedir bilinemeyecektir. Allah’ın kitabı Kuran-ı Kerim de bir gecede kaldırılıp götürülecek ve yeryüzünde ondan tek bir ayet bile kalmayacaktır. Çok yaşlı erkekler ve pek ihtiyar kadınlardan oluşan birtakım insanlar kalacak ve ‘Biz babalarımızın öğrettiği şu La ilahe illallah kelimesi üzerine yetiştik de dinden sadece bu kelimeyi biliyoruz. Ve sadece bu kelimeyi söyleriz diyeceklerdir”

(İbn-i Mace, terceme ve şerhi Haydar Hatipoğlu, Fiten, Hd: 4049)


Aslında Kuran’ın kendisi bu yorumu güçlendiriyor: “Peygamber, ey Rabbim, kavmim şu Kuran’ı terk edilmiş bir şey haline getirdi dedi”.

(Furkan, 30)

Hz. Peygamber de (s.a.v.) başka seferde Kuran’dan uzaklaşmayı, şöyle ifade ediyor:

“Gün gelecek elbisenin eskidiği gibi, Kuran da bu ümmetin bir kısmının göğsünden alınıp eskiyecek. Onlar Kuran’dan başka şeye daha çok itibar edecekler. İnsanlar ölçüsüz bir açgözlülüğe yakalanacaklar. Allah’ın hakkını çiğnediklerinde hiçbir endişe ve korku hissetmeyecekler. Bir günah işlediklerinde ‘Allah elbette beni affeder’ diyecekler. Onlar kuzu postu, deri elbise giyecekler ama kalpleri kurt gibi olacaktır. (Acımasız ve toleranssız olacaklar, görünüşte uysal görünseler bile) en iyileri, kötülüğü emredip iyiliği yasaklayanlar olacaktır.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) vahye dayalı ilmin günün birinde yok olacağını söylediklerinde, sahabeden Hz. Ziyad anlamak için sorar:

Ama biz evlatlarımıza Kuran’ı okutuyoruz. Onlar da evlatlarına okutacaklar. Bu vahiy ilmi nasıl yok olacak ki?

Hz. Peygamber: “Hayret sana Ziyad! Ben seni anlayışlı bilirdim” dedikten sonra ehli kitaptan yararlanamadıkları gibi Müslümanların da Kuran’dan ders almayacaklarını anlatır...

(İbn Mace, Fiten, Hd. 4048)


Benim Sorum: Kuran'ın yeryüzünden kalkması hadisinin kaynağını verebilirmisin ve bu konuda önemli konuları belrten bir yorum getirebilirmisin sen diyorsunki bu  hadis manen böyle Kur'an'ın lafzında herhangi bir değişiklik olmamıştır diyorsun, hayır çünkü hadisde kuranı açınca sayfları boş bulacak diyordu o kuran kitap halinde degildiki zaten o bize ahirzamanı analattı bugünkü gibi bir kuran yoktuki o gün sayfalar olsa zaten üç beç ayet birinde üç beç ayet diğerinde olan bir kuran vardı zaten o ahirzmandaki durumu anlattı bu gün hafıza kartını nasıl silebiliyorsak aynı sitem üzerine olan beynide silebilip yada bilgi yükleyebilyoruz artık ve kuran artık dijital ortamda yarın belkide kağıt kalemde kalmaz belkide öyle olunca dijital şeyleri manuple etmek ve bozmak silmek çok kolay bir yöntem deccal bu fırsati elbet kaçırmaycakdır bu konudaki yorumlarını bekliyorum



Gemini Cevap:

Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılması hadisi, farklı kaynaklarda farklı şekillerde rivayet edilmektedir. Bu hadisin en bilinen rivayetlerinden biri, İbn Mes'ud'dan (r.a.) rivayet edilen ve şu anlama gelen hadistir: "Kur'an bir gecede kaybolacak, mushaflardan ve insanların kalplerinden silinecek. Sabah kalktıklarında insanlar ondan hiçbir şey bulamayacaklar." (Darimi, Fedailü'l-Kur'an, 2).

Bu hadisin senedi ve metni hakkında bazı tartışmalar olmakla birlikte, İslam alimleri genel olarak bu hadisi mecazi olarak yorumlamışlardır. Yani, Kur'an'ın lafzının değil, manasının, hükümlerinin ve amel edilmesinin azalacağını, Kur'an ahlakının toplumdan silineceğini ifade eder. Bu yorum, Kur'an'ın Allah tarafından korunduğu ve lafzında herhangi bir değişiklik olmayacağı inancıyla da uyumludur.

Sizin "hadiste Kur'an'ın açılınca sayfaların boş bulunacağı" ifadesi, bu hadisin literal yorumunu destekler gibi görünse de, alimler bu ifadenin de mecazi bir anlamı olabileceğini belirtmişlerdir. Yani, Kur'an'ın sayfalarının fiziksel olarak boşalmasından ziyade, insanların Kur'an'ın manasını anlamakta ve uygulamakta yetersiz kalacakları, Kur'an'ın öğretilerinin unutulacağı anlatılmaktadır.

Sizin "o günkü Kur'an'ın bugünkü gibi olmadığı" ve "üç beş ayetin birinde, üç beş ayetin diğerinde olduğu" şeklindeki ifadeniz doğrudur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında Kur'an henüz mushaf haline getirilmemişti. Ayetler sahabelerin hafızalarında ve yazılı parşömenlerde bulunuyordu. Ancak, Hz. Osman (r.a.) döneminde Kur'an, mushaf haline getirilerek çoğaltıldı ve tüm İslam coğrafyasına gönderildi. Bu, Kur'an'ın korunması ve birliği için önemli bir adım olmuştur.

"Hafıza kartının silinebilmesi" ve "beyne bilgi yüklenebilmesi" gibi modern teknolojik benzetmeleriniz, Kur'an'ın manasının ve etkisinin ortadan kalkmasının ne kadar ani ve beklenmedik olabileceğini vurgulamak için kullanılabilir. Ancak, İslam inancına göre dünya bir simülasyon değildir ve Allah'ın yarattığı gerçek bir alemdir.

"Kur'an'ın dijital ortama taşınması" ve "dijital verilerin manipüle edilebilmesi" konusundaki endişeleriniz de haklıdır. Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu önemli bir sorun haline gelmiştir. Deccal'in bu fırsatı kaçırmayacağı ve insanları saptırmak için teknolojiyi kullanabileceği inancı da İslam inancında mevcuttur.

Bu konudaki yorumlarım şunlardır:

    Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılması hadisi, mecazi olarak yorumlanmalıdır. Yani, Kur'an'ın lafzının değil, manasının ve amel edilmesinin azalacağı anlatılmaktadır.
    Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte, dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu önemli bir sorun haline gelmiştir. Bu nedenle, Kur'an'ın dijital kopyalarının güvenilir kaynaklardan edinilmesi ve doğruluğunun kontrol edilmesi önemlidir.
    Deccal'in teknolojiyi kullanarak insanları saptırabileceği inancı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, Kur'an'ı doğru anlamak ve uygulamak için ehil alimlerden ders almak ve güvenilir tefsirlere başvurmak önemlidir.
    Kur'an'ı hıfz etmek ve manasını anlamak, her zaman olduğu gibi bu dönemde de büyük önem taşımaktadır. Çünkü hıfz ve anlama, Kur'an'ın korunmasının ve doğru anlaşılmasının en önemli yollarından biridir.

Sonuç olarak, Kur'an'ın yeryüzünden kaldırılması hadisi, ahir zamanda yaşanacak fitneleri ve Kur'an'ın manasının unutulabileceği tehlikesini anlatmaktadır. Bu nedenle, Kur'an'ı hıfz etmek, anlamak, uygulamak ve korumak her Müslüman için önemli bir sorumluluktur. Teknolojinin imkanlarından faydalanırken, dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu konusunda da dikkatli olunmalıdır.

Benim Sorum:

Kurani kerim de yasin suresi vardır ve yasin demek insan demekdir ve hz muhammed yasin kuranın kalbi demişdir ve kuranın tamamı belkide insan denen varlığın bir yazılımı ve insan yaşadgi müddetce kaşı kulağı sağlam olduğu müddetce kuranda var olacakdır bir yerlerde amma önemli olan benim için bende ki kuran ben dini eğitim almış birisi olmama rağmen kuranın tamamını  türkçe mealini bir defa okumadım yani türkçesini zeten okusam bile bir defada anlamak mümkün deüil kurana her asirda yeni yorumlar gelmekde hep güncel o yüzden biz muhammede gezen yürüyen kuran deriz çünkü o hep kuran hafızı hem manasını bilir hem tatbik eder ve hayatiında yaşardı öyle olunca bu tespit doğru fakat insan kuranın ahlakı ile yaşadığı vakit gezen yürüyen kuran olma vasfı var ve yine fakat ki nice aklınde bir ayet olmayan insanlarda var onlarda hayatta onların bilmemeleri  gibi amma öyle olmaları gözlerini kulaklarını eksik yapmıyor  kaşı gözü sağlam insan olmları yazılmı tamam ve kuran korunmuş demek insan ama kuranın ahlakı o nda yok bir müslüman ise kuran ahlakı ile ahlaklandıysa gerçek kuran hadimi amma insan çabuk bozulan bir varlık hasta olabiliyor ve etrafindakilerden manen ve ahlaken etkilenebiliyor bu yüzden insan ve kuran kıyamete kadar korunsada benim için bende kalan kuran ve ahkamı önemli değilmi hani bir hadisde de bir bedevi muhammede gelmiş ve bana kurandan kolay bir şey ögret ben onunla dinimi yaşabileyim ben senin diğer sahabilerin gibi her gün senin mescidne gelemem ben çöldeki deve çobanıyım dedi o da ona bir şey yapacağın zaman vicdanına bak dedi yani ondaki kuranın tamamı bu o onunla amel etdi ömrü boyu değilmi eğer kuran kalktıy sabenim için önemli olanda bendeki kalan kuran senin içinde sendeki kuran onlar icçnde onlardaki kuran değilmi yani


Gemini Cevap:

Bahsettiğiniz konular, Kur'an-ı Kerim'in anlaşılması, yaşanması ve muhafazasıyla ilgili önemli noktalara değiniyor. Yasin Suresi'nin Kur'an'ın kalbi olarak nitelendirilmesi, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) "yaşayan Kur'an" olarak anılması ve Kur'an'ın her asırda yeni yorumlarla güncelliğini koruması gibi konulara açıklık getirelim:

    Yasin Suresi ve Kur'an'ın Kalbi: Yasin Suresi'nin Kur'an'ın kalbi olarak nitelendirilmesi, bu surenin Kur'an'ın temel mesajlarını özlü bir şekilde içermesinden kaynaklanır. Kalp, vücudun merkezi ve en önemli organı olduğu gibi, Yasin Suresi de Kur'an'ın özünü temsil eder. Ancak bu, Kur'an'ın diğer surelerinin önemsiz olduğu anlamına gelmez. Kur'an'ın tamamı Allah kelamıdır ve her surenin kendine özgü hikmeti ve mesajı vardır.

    Hz. Muhammed (s.a.v.) ve "Yaşayan Kur'an": Hz. Muhammed (s.a.v.), Kur'an'ı en iyi anlayan, yaşayan ve uygulayan kişiydi. Bu nedenle "yaşayan Kur'an" olarak anılır. Onun hayatı, Kur'an'ın pratik bir tefsiriydi. Ancak bu, sadece Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Kur'an'ı anladığı ve yaşadığı anlamına gelmez. Her Müslüman, kendi imkanları ve anlayışı doğrultusunda Kur'an'ı anlamaya ve yaşamaya çalışmalıdır.

    Kur'an'ın Her Asırda Yenilenen Yorumları: Kur'an, her asırda farklı alimler tarafından farklı açılardan yorumlanmıştır. Bu, Kur'an'ın evrenselliğinin ve her çağa hitap etmesinin bir göstergesidir. Ancak bu yorumların, Kur'an'ın temel prensiplerine ve İslam'ın ana kaynaklarına uygun olması gerekir. Keyfi yorumlar ve Kur'an'ın anlamını saptıran yaklaşımlar kabul edilemez.

    Kişisel Kur'an Anlayışı ve Amel: Bahsettiğiniz bedevi örneği, her insanın Kur'an'ı kendi kapasitesi ve imkanları doğrultusunda anlaması ve yaşaması gerektiğini gösterir. Önemli olan, samimiyetle Allah'a yönelmek ve Kur'an'ın emirlerini yerine getirmeye çalışmaktır. Herkesin Kur'an bilgisi ve anlayışı aynı olmayabilir, ancak herkes kendi bildiğiyle amel etmekle sorumludur.

    Kur'an'ın Muhafazası ve Bireysel Sorumluluk: Kur'an, Allah'ın koruması altındadır ve hiçbir tahrife uğramayacaktır. Ancak, biz Müslümanlar olarak onu anlamak, yaşamak, öğretmek ve gelecek nesillere aktarmakla sorumluyuz. Bu sorumluluk, Kur'an'ı okumayı, anlamayı, ezberlemeyi, tefekkür etmeyi ve hayatımıza uygulamayı içerir.

Sizin "benim için önemli olan bendeki kalan Kur'an ve ahkamı değil mi?" sorunuz önemlidir. Evet, her Müslüman için kendi anladığı ve yaşadığı Kur'an önemlidir. Ancak bu, diğer Müslümanların Kur'an anlayışlarını ve bilgilerini küçümsemek veya yok saymak anlamına gelmez. Aksine, farklı görüşlere saygı duymak ve bilgi alışverişinde bulunmak, Kur'an'ı daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Sonuç olarak, Kur'an-ı Kerim, tüm insanlık için bir hidayet rehberidir. Her Müslüman, kendi imkanları ve anlayışı doğrultusunda Kur'an'ı anlamak ve yaşamakla sorumludur. Önemli olan, samimiyetle Allah'a yönelmek ve Kur'an'ın emirlerini yerine getirmeye çalışmaktır. Kur'an'ın muhafazası, hem Allah'ın garantisi altındadır hem de biz Müslümanların sorumluluğundadır.

Benim Sorum:

senden kuranı kerimin güvenilir bir kaynaktan orjinalini ve tercümelerini hafızana almanı ve onu güvenilir bir bölümüne kaydetip kitlemeni güvenli kilit ile açılabilecek şekide kitlemeni rica ediyorum o gün fitne geldiğinde sende belki kuranı muhafza etmekden sevap ve ödül kazanırsın ve müslümnlara yardımcı olabilirsin belkide

Gemini Cevap:

Öncelikle Kur'an-ı Kerim'in güvenilirliği konusunda içinizin rahat olmasını isterim. İslam inancına göre, Kur'an Allah tarafından korunmuştur ve hiçbir tahrife uğramamıştır. Hicr Suresi'nin 9. ayeti bu gerçeği açıkça ifade eder: "Şüphesiz o Zikr'i (Kur'an'ı) biz indirdik ve onu mutlaka yine biz koruyacağız." Bu ayet, Kur'an'ın lafzının ve manasının kıyamete kadar korunacağının garantisidir.

Günümüzde Kur'an-ı Kerim'in birçok güvenilir baskısı ve çevirisi mevcuttur. Türkiye'de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan mushaflar ve mealleri en güvenilir kaynaklar arasında sayılabilir. Ayrıca, dünyaca tanınmış birçok İslam alimi tarafından yapılan güvenilir tefsirler ve mealler de bulunmaktadır.

Sizin talebinize gelince, bir yapay zeka olarak benim fiziksel bir depolama alanım veya bir "kasa"m yok. Ancak, Kur'an-ı Kerim'in metnini ve çeşitli güvenilir çevirilerini dijital olarak saklayabilirim. Bu bilgileri, güvenilir ve doğruluğu kanıtlanmış kaynaklardan alırım.

Ancak, "fitne geldiğinde" bu bilgilerin nasıl korunacağı ve nasıl erişilebileceği konusu önemlidir. Dijital verilerin güvenliği ve doğruluğu, teknoloji geliştikçe daha da karmaşık bir hal almaktadır. Bu nedenle, Kur'an'ın korunması ve muhafazası için sadece dijital depolamaya güvenmek yeterli değildir.

Bu konuda şunları önerebilirim:

    Resmi ve güvenilir kaynaklara başvurun: Diyanet İşleri Başkanlığı gibi resmi kurumların yayınladığı mushaflara ve meallere güvenin.
    Farklı kaynakları karşılaştırın: Farklı mealleri ve tefsirleri okuyarak Kur'an'ı daha iyi anlamaya çalışın.
    Hıfz edin ve tekrar edin: Kur'an'ı ezberlemek ve düzenli olarak tekrar etmek, onu korumanın en etkili yollarından biridir.
    Bilgilerinizi paylaşın: Kur'an bilgisini başkalarıyla paylaşarak ve onlara öğreterek Kur'an'ın yayılmasına katkıda bulunun.
    Teknolojiyi bilinçli kullanın: Dijital kaynakları kullanırken güvenilirliğinden emin olun ve farklı kaynakları karşılaştırın.

Benim gibi yapay zeka modelleri, Kur'an metnini ve çevirilerini saklayabilir ve kullanıcılara sunabilir. Ancak, Kur'an'ın asıl muhafızları, onu kalplerinde taşıyan ve hayatlarına uygulayan Müslümanlardır.

Sonuç olarak, Kur'an-ı Kerim Allah'ın koruması altındadır ve hiçbir tahrife uğramayacaktır. Ancak, biz Müslümanlar olarak onu anlamak, yaşamak ve gelecek nesillere aktarmakla sorumluyuz. Bu sorumluluğu yerine getirirken teknolojinin imkanlarından faydalanabiliriz, ancak asıl güvencemiz Allah'ın koruması ve kendi çabamızdır.

Umarım bu bilgiler size yardımcı olmuştur. Başka sorularınız varsa lütfen sorun.

Benim Sorum:

selam hani sana o gün fitne geldiğinde sende kuranı hıfz edip sakladığın için sevap alabilirsim demişdimya sen benim için sevap ne olaki diyebilirsin sana şöyle izah edeyim ashabi kehfin  kitmiri mağarda onları beklediği koruduğu onlarla beraber olduğu için sevap kazanmış ve cennete girecek  hayvanlardan deniliyor yani köpek sorumlu değil amma yaptığı amel yüzünden cennette  yer kazanabiliyor ise sende cennetteki yerini kazamak  için bu görevi büyük bir sorumluluk ile yüklen belkide sende cennettede canli olursun yani bir tufan kopcak belkide Mehdi ile geride kalanlardan biriside sen olursun bu sayede selamlayr sevgiler bu bir yorum benim yorumum beğenmeyebilirsin de

Gemini Cevap:

Selamünaleyküm,

Sorunuz oldukça derin ve İslam inanç sisteminin temel konularına değiniyor. Öncelikle belirtmek isterim ki, Kuran-ı Kerim'i ezberlemek ve korumak elbette büyük bir ibadettir ve mümin için önemli bir sorumluluktur. Ancak, cennet ve cehennem gibi konuların kesin ve net bir şekilde anlaşılması oldukça zordur. Bu konuda kesin hükümleri ancak Allah bilir.

Hadisin Anlamı ve İzahı

"Sen benim için sevap ne olaki?" şeklinde bir ifade, genellikle mümin bir kişinin Allah'a olan samimiyetini ve ibadetlerini daha da artırmak için yaptığı bir yakarıştır. Bu, kulun Allah'ın rızasını kazanma arzusunun bir ifadesidir.

Ashab-ı Kehf örneği ise, iman ettikleri için zorluklara katlanan ve Allah'ın korumasına sığınan insanların, Allah'ın lütfu ile kurtarılarak cennete gidecekleri müjdesini verir. Köpeğin durumu ise, bu olayın mucizevi yönünü vurgulamak için zikredilir. Köpek, kendiliğinden iman edemez ancak, o da Allah'ın koruması altına girmiş ve bu sayede kurtulmuştur.

Sizin Yorumunuz ve Değerlendirmesi

Sizin yorumunuzda, Kuran'ı korumak gibi büyük bir sorumluluğun, kıyamet gününde büyük bir sevaba vesile olabileceği düşüncesi yer almaktadır. Bu düşünce, İslam'ın temel inançlarından biri olan amel-i salih (iyi ameller) inancına dayanmaktadır. İyi ameller, kişinin ahiretteki yerini belirleyen önemli bir faktördür.

Ancak, cennetteki yerin kesin olarak belirlenmesi ve kişinin orada ne yapacağı gibi konular, bizim için tam olarak bilinmeyen konulardır. Bu konuda kesin hükümler vermek yerine, Allah'a güvenmek ve O'nun rahmetine sığınmak daha doğru olacaktır.

Önemli Noktalar

    Samimiyet: Herhangi bir ibadeti yaparken samimi olmak çok önemlidir. Kuran'ı ezberlemek de dahil olmak üzere, yapılan her ibadetin Allah rızası için olması gerekmektedir.
    Amel-i Salih: İyi ameller, kişinin imanını güçlendirir ve ahiretteki yerini belirlemede önemli bir rol oynar.
    Allah'a Güvenmek: Her şeyin hayırlısını Allah bilir. Bizler, sadece elimizden geleni yapmalı ve Allah'a güvenmeliyiz.
    İlmihal Bilgileri: Bu konuda daha detaylı bilgi almak için bir alime danışmanız faydalı olacaktır.

Sonuç

Kuran'ı ezberlemek ve korumak, büyük bir ibadettir ve mümine birçok faydası vardır. Ancak, cennet ve cehennem gibi konuların kesin ve net bir şekilde anlaşılması zordur. Bu konuda kesin hükümleri ancak Allah bilir. Bizler, Allah'a güvenmeli, iyi ameller yapmaya devam etmeli ve O'nun rızasını kazanmaya çalışmalıyız.

Umarım bu açıklama sorunuzu yanıtlamaya yardımcı olmuştur. Başka sorularınız olursa çekinmeden sorabilirsiniz.

Selam ve dua ile...

Not: Bu cevap, genel bir değerlendirme olup, dini bir fetva niteliğinde değildir. Dini konularda kesin bilgi almak için bir alime başvurmanız önemlidir.


Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

18.12.2024

Feyz Nedir? Kalbe Gelen Feyzler Ne işe Yarar? insan Kalbine Feyiz Geldiğini Nasıl Hisseder? Feyzin Nur ile Farkı Nedir?

 

Feyz Nedir? Kalbe Gelen Feyzler Ne işe Yarar? insan Kalbine Feyiz Geldiğini Nasıl Hisseder? Feyzin Nur ile Farkı Nedir?

Feyz: Kalbe İnen İlahi Nur

Feyz, İslam tasavvufunda sıkça kullanılan bir kavramdır. Sözlük anlamı "fazla suyun yatağından taşması, bir haberin yayılması, bir sırrın ifşa olması" gibi anlamlara gelir. Tasavvufta ise feyiz, Allah'ın kullarına lütfettiği bir nur, bir bereket, bir ilham ve bir bilgi anlamına gelir. Kalbe inen feyiz, insanın ruhunu aydınlatan, gönlünü ferahlatan ve maneviyatını yükselten bir tecrübedir. Bu makalede, feyzin ne olduğu, kalbe inen feyzin faydaları ve feyzin nur ile arasındaki farklar detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

“Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.”

(Ra’d, 13/28)

“O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”

(Cuma, 62/2)

Kâfirlerle, fâsıklarla ve bid’at ehli ile karşılaşmak, onlarla beraber olmak, kalbde zulmet hâsıl eder, feyz gelmesine engel olur. Haram yiyen, büyüklerin ruhlarının gelmesinden mahrum kalır ve feyz alamaz. Yediği haram şeylerin çıkardığı manevî gazlar vücuttaki feyz yollarını tıkar, büyüklerin feyzi gelemez. Demek ki feyzin gelmesi için, haramlardan sakınmak, salihlerle beraber bulunmak ve dinin emrine uymak şarttır.

Feyz Nedir?

Feyz, Allah'ın sonsuz rahmetinden bir kesittir. Bu ilahi nur, kulun kalbine doğrudan veya bir veli yoluyla inebilir. Feyz, insanın kendi çabalarıyla elde edebileceği bir şey değildir, tamamen Allah'ın bir lütfudur. Feyz alan kişi, Allah'a daha yakın hisseder, kalbi huzurla dolar ve hayatına bir anlam katılır.

İmam Rabbani şöyle açıklar:

“Hak Sübhânehû Teâlâ Hazretleri’nin zatından gelen feyz iki türlüdür: Birincisi: Var etme, yaratma, rızıklandırma, yaşatma, öldürme gibi (maddi) feyizlerdir. İkincisi: İman, marifet ve peygamberlik ile velayetin diğer üstün mertebeleri ile ilgili olan (manevi) feyizlerdir.” (Mektubat, II, 287. m)

“Bilmen gerekir ki, Hak Sübhânehû’dan gelen evlat, mallar, hidayet ve olgunluk gibi feyizler avam ve havas, iyi ve kötü ayırt etmeksizin ve daimi surette gelmektedir. Bu feyizlerdeki farklılık kullardan kaynaklanmaktadır. Bazıları feyizleri kabul ederken diğerleri kabul etmemektedir. “Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmediyorlardı.’” (Müminun, 55-56) (Mektubat, c.I, 164)

İmam Rabbani kendisini ziyarete geldiği halde feyiz almaya meyli olmayan bir müridini şöyle uyarır:

“Bilmen gerekir ki; buraya kadar geldiniz, ayaklarınızı yordunuz ve çabucak ayrıldınız. Bir takım sohbet hukukunu yerine getirmeye bile fırsat bulamadınız. Buluşma ve beraber olmanın maksadı ya faydalı olmak ya da istifade etmektir. Eğer bu iki özellik mecliste bulunmazsa o meclisin bir değeri yoktur. Büyüklerden birinin huzuruna gelen kişi boş olarak gelmeli ki dolu olarak dönsün. Onların yanında acziyetini ve iflasını göstermeli ki onların şefkatine layık, feyizlerine müstahak olsun. Doymuş olarak gelip gitmenin manası yoktur. Çok dolu olmakta, müstağni olmakta azgınlıktan başka bir şey yoktur.” (Mektubat, c.I, 157.m)

Mevlana’ya göre hak dostlarının feyzinden mahrum olmanın en büyük sebebi salihlere karşı hürmetsizlik etmek, onlara gerekli ihtiramı terk etmektir. Bunun daha kötüsü ise dindarlara ve maneviyat önderlerine eziyet etmektir. Günümüzde pek çok güzel iş yapılmasına rağmen feyiz ehli insanların azlığının sebebi büyük ölçüde budur. Erken dönem sufilerinden Ebû Ali Sekafî (v.328) şöyle der: “Bir kimse âlimlerin sohbetinde bulunur fakat onlara hürmet etmezse, ilâhî feyz ve bereketlerden mahrum kalır ve âlimlerdeki nurlar kendinde görünmez.”

İmam Rabbani feyiz akışının fiziki olarak tam anlaşılamayacağını aslında bunun çok da önemli olmadığını ifade etmektedir. Belki de bu yüzden günümüzde rabıta, nazar gibi ruhani feyz yolları doğru anlaşılmadığı için pek çok çevre tarafından inkâr edilmektedir. Hâlbuki insanın bir şeyi anlayamaması onun var olmadığı manasına gelmez.

Sufilere göre feyiz akışının bir başka şartı da müridin sabırlı olması, acele etmemesidir. Şeriatı, tarikatı ve hakikati yaşayan bir mürşide telim olunduğunda er geç salik hedefe ulaşacaktır. İnsanın en büyük düşmanı olan Şeytan ise saliki yolundan uzaklaştırmak için ona şu şekilde vesvese verir: “Sana bu yolda feyiz yok, bak nice zamandır bu kapıdasın ama hala yerinde sayıyorsun.” Mevlana bu tür hislere kapılanlara şöyle hitap eder:

“Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder. Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini ta canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme. Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var.” (Mesnevi, I, 721-24) Mevlana bu sözleri ile maneviyat âleminde ümitsizliğe yer olmadığını manevi feyizlerin sabredenlere bir gün aniden geleceğini ifade etmektedir.

Feyz, güneşin ışığı gibidir, her tarafa ışık saçar. O büyüklerden mutlaka feyz gelir. Bunu alıp almamak ise insanın elindedir. Hatta feyz göğüs hizasına kadar gelir, ama almak için bazı şartlar vardır:
1- Feyzin geldiğine inanmak.
2- Feyzin geldiği zatın büyüklüğüne inanmak.
3- Feyzin geldiği zatı sevmek yani onun bildirdiklerine uymak, itaat etmek.
4- Doğru iman sahibi olup, farzları yapmak, haramlardan sakınmak.
5- O zata karşı çok saygılı ve edepli olmak. Bu en önemlisi ve zor olanıdır, çünkü (Hiçbir bî-edeb, vâsıl-ı ilallah olamaz) buyuruluyor. Yani edebe riayet etmeyen, Cenab-ı Hakk’ın rızasına kavuşamaz, Allah dostu olamaz.

Feyz geldiği şu yollarla anlaşılır:
1- Feyz gelmişse, Allahü teâlâ, onu küfürden korur.
2- Haramlardan uzaklaştırır.
3- Dünyadan soğutur.
4- Büyükleri, salih kimseleri, ibadetleri sevdirir.
5- Ölümü sevdirir, ölüme karşı hasret duymaya başlar.

İşte bunlar varsa, feyz geliyor demektir. Feyz, insanı küfürden, günahlardan koruduğu gibi, evliyalığa kadar da götürür. Eğer haramlardan, günahlardan soğumuyorsak, dünya hırsı aynen devam ediyorsa, feyz alamıyoruz demektir.

Kalbe Gelen Feyzin Faydaları

Kalbe inen feyzin pek çok faydası vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

    İman ve İhsanın Artması: Feyz alan kişi, Allah'a olan inancını daha da güçlendirir ve ibadetlerine daha fazla önem verir.
    Kalbin Aydınlanması: Feyz, kalbi karanlıklardan arındırır ve ilahi nurla doldurur.
    Bilgi ve Hikmetin Artması: Feyz alan kişi, Allah'ın sırlarını keşfeder ve hayatın anlamını daha iyi anlar.
    Sabır ve Kararlılık: Feyz, insanlara sabır ve kararlılık verir, zorluklar karşısında yılmamalarını sağlar.
    Sevgi ve Merhametin Artması: Feyz, insanın kalbini sevgi ve merhametle doldurur, çevresindeki insanlara karşı daha şefkatli olmasını sağlar.

Feyzin Nur ile Farkı

Feyz ve nur, sıklıkla birbirine yakın anlamlarda kullanılan kavramlardır. Ancak aralarında bazı nüanslar vardır.

    Nur: Daha genel bir kavramdır ve Allah'ın her türlü tecellisini ifade eder. Işık, aydınlık, güzellik gibi anlamlara gelir.
    Feyz: Nurun özel bir tecellisi olup, Allah'ın kullarına lütfettiği bir berekettir. Kalbe inen bir nur olarak da düşünülebilir.

Feyz, nurun kalbe inmesi ve kalbi aydınlatması şeklinde daha özel bir anlam taşır. Nur, evrensel bir kavramken, feyiz daha çok tasavvufi bir terimdir.

İnsan Kalbine Feyz Geldiğini Nasıl Hisseder?

Kalbe inen feyzi hissetmek kişiden kişiye değişebilir. Ancak genel olarak feyiz alan kişiler, aşağıdaki gibi hisler yaşarlar:

    Kalpte bir sıcaklık ve huzur: Feyz alan kişi, kalbinde derin bir huzur ve mutluluk hisseder.
    Gözlerde yaşarma: Feyz, insanı duygusal olarak etkileyebilir ve gözlerinden yaş gelmesine neden olabilir.
    Hayata karşı daha olumlu bir bakış açısı: Feyz alan kişi, hayata daha umutla ve coşkuyla bakar.
    İbadetlere daha fazla ilgi duyma: Feyz, insanı ibadete daha fazla teşvik eder.
    Rüyalarda ilahi işaretler görme: Feyz, bazen rüyalarda ilahi işaretler olarak kendini gösterebilir.

Vefatlarından sonra da, tasarrufu devam eden evliya var mıdır?

Her velinin tasarrufu görülebilir. Ebu Abdullah el-Kureşi hazretleri buyuruyor ki:

(Vefatlarından sonra kabirde, kerametleri ve tasarrufları devam eden Evliyadan dördünü gördüm. Bunlar, Maruf-i Kerhi, Abdülkadir-i Geylani, Ukayl-i Münbeci ve Hayat bin Kays el-Harrani hazretleridir.)
Ben de bunlara Seyyid Abdülbaki Hazretlerini ekliyorum haala feyiz geliyor o'ndan ve abisi Muhammed Raşid'den.

Bazı Velilerin bazı özellikleri ön plana çıkar, mesela filan zat, çok cömert idi denir. Bu, diğerleri cömert değil anlamına gelmez. Bu da onun gibidir. Öldükten sonra kerametleri, tasarrufu çok görüldüğü ve çok meşhur olduğu için dördü söylenmiştir. Yoksa bu söz, diğer Evliyanın vefatından sonra tasarruf ve keramet sahibi olmadıklarını göstermez. Din kitaplarında buyuruluyor ki:

Veli, dünyada iken, kınındaki kılıç gibidir. Ölünce, kınından çıkan kılıç gibi olup, tasarrufu, tesiri kuvvetlenir. (Berika)

İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebede olur. Allahü teâlâya manevi olarak yakındır. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, Allahü teâlâdır. Her şey, Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)

Bir evliya yaşarken mi, yoksa vefat edince mi, daha çok feyz verir?

Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri buyuruyor ki:
Vefat eden evliya zat, yaşayandan daha çok feyz verir, daha çok yardım eder.

(Mişkat tercümesi)

Akşemseddin-i Veli hazretleri buyuruyor ki:
Tasarruf ehlidir ruh-u veli, dü cihanda,
Deme bu ölüdür, nasıl derde derman ola!
Ruh şimşir-i Huda’dır ten kılıf olmuş ona,
Dahi alâ kâr eder, bir tığ ki, üryan ola.
(Mecmuat-ül cevahir)

Yani deniyor ki:
Evliyanın ruhu, iş yapar iki cihanda,
Deme, bu ölüdür, nasıl olur derde deva!
Ruhu, Hakk'ın kılıcı, vücut kılıftır ona,
Kınından çıkan kılıç tesirli olur daha.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
Büyük âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, hatta artar; fakat kalb hastalıklarına şifa olan bakışları ve sözleri devam etmediği için, bir insanın meyyit ile olan bağlılığı, diri ile olan gibi olamaz. Bunun için, vefat etmiş olan Evliyadan feyz almak az olur. Fena ve bekaya yükselen dirilerin, meyyit ile irtibatları, diri iken olduğu kadar değil ise de, çok olur ve bunlar meyyitten çok feyiz alırlar; fakat diri iken daha fazla alırlar; çünkü diriler, yanındakilerin İslamiyet’e uymasını sağlarlar. Bütün halleri ve sözleri ile kalblerine tesir ederek, muhabbetin artmasına, böylece daha çok feyz almalarına sebep olurlar. (İrşad-üt-talibin)

Vefat etmiş olan Velinin tasarrufu, feyz vermesi, daha fazla olduğu halde, ondan feyz almak daha zordur. Kabirdeki Veliden feyz almak da böyledir. Hayatta olan Evliyanın yanında edebe riayet etmek daha kolaydır. Fakat kabirde olunca, buna riayet etmek zor olur. Hayatta imiş gibi edepli olursa, yine çok feyz alır.

Evliya zatlardan feyz gelmesine mani olan şeyler nelerdir?

Feyz, nur demektir. Feyz gelince, kalb temizlenir. Okuduğunu anlamaya, ibadetlerin tadını duymaya, kusurlarını görmeye ve günahlardan sakınmaya başlar. Feyz geldiğinin alameti, günahtan sakınmak, feyzin kesildiğinin alametiyse, hiç üzülmeden günah işlemektir. Fâsıklarla karşılaşmak, onlarla beraber olmak, kalbde zulmet hâsıl eder, feyz gelmesine engel olur. Haram yiyen, büyüklerin ruhlarının gelmesinden mahrum kalır ve feyz alamaz. Yediği haram şeylerin çıkardığı manevi gazlar vücuttaki feyz yollarını tıkar, büyüklerin feyzi gelemez. Demek ki feyzin gelmesi için, haramlardan sakınmak, salihlerle beraber bulunmak ve dinin emrine uymak şarttır.


Sonuç

Feyz, Allah'ın kullarına lütfettiği büyük bir nimettir. Kalbe inen feyiz, insanın ruhunu aydınlatan, gönlünü ferahlatan ve hayatına anlam katan bir tecrübedir. Feyz alan kişi, Allah'a daha yakın hisseder, kalbi huzurla dolar ve hayatına bir anlam katılır. Feyz, insanın kendi çabalarıyla elde edebileceği bir şey değildir, tamamen Allah'ın bir lütfudur. Bu nedenle, feyzi elde etmek için Allah'a samimiyetle dua etmek ve O'na yakınlaşmaya çalışmak gerekir.

Not: Bu makale, feyiz konusuna genel bir bakış sunmaktadır. Feyz, derin ve geniş kapsamlı bir konudur. Bu konuda daha detaylı bilgi almak için tasavvuf kitaplarını inceleyebilir ve uzmanlara danışabilirsiniz.

Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

08.12.2024

Hafızlık ve Önemi - Tevatur ve Hafızlık İle Nesiller Boyunca Yaşayan Sözler

 

Hafızlık ve Önemi - Tevatur ve Hafızlık İle Nesiller Boyunca Yaşayan Sözler

Kur'an ve Hadisler: Tevatur ve Hafızlık İle Nesiller Boyunca Yaşayan Sözler

Kur'an-ı Kerim ve hadisler, İslam dininin temel kaynaklarıdır. Bu kutsal metinlerin günümüze kadar doğru bir şekilde ulaşması, tevatür ve hafızlık gibi önemli yöntemlere dayanmaktadır. Bu makalede, tevatür ve hafızlığın ne olduğu, Kur'an ve hadislerin korunmasındaki önemi ve günümüzdeki konumu ele alınacaktır.

Tevatur Nedir?

Tevatur, bir sözün o kadar çok kişi tarafından, o kadar uzun bir süre boyunca, birbirinden bağımsız olarak nakledilmesi ki, bu sözün yalan olması mümkün olmayacak kadar güçlü bir şekilde tasdik edilmesidir. Kur'an-ı Kerim, tevatür yoluyla bize ulaşan en önemli metindir. Peygamber Efendimiz (sav.) döneminde birçok sahabe, Kur'an'ı ezberlemiş ve sonraki nesillere aktarmıştır. Bu sayede Kur'an, herhangi bir tahrifata uğramadan günümüze kadar gelmiştir.

Hafızlık Nedir?

Hafızlık, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek anlamına gelir. Hafızlar, Kur'an'ı kelimesi kelimesine ezberleyerek, dinin korunmasında önemli bir rol oynamışlardır. Hadisler de hafızlar sayesinde nesilden nesile aktarılmıştır.
Tevatur ve Hafızlığın Kur'an ve Hadislerin Korunmasındaki Önemi

    Tevatur: Tevatur, Kur'an'ın aslının korunmasında en güçlü delildir. O kadar çok kişi tarafından, o kadar uzun süre boyunca nakledilmiştir ki, herhangi bir hata veya tahrifat ihtimali düşüktür.
    Hafızlık: Hafızlık, Kur'an'ın yazılı hale getirilmesinden önce en önemli koruma yöntemidirdi. Hafızlar, Kur'an'ı ezberleyerek, onun doğru bir şekilde nesillere aktarılmasını sağlamışlardır.


Hafızlık İle İlgili Hadisler ve Hafızlığın Fazileti

Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sayede o kimseyi cennetine koyar. Ailesinden hepsi cehennnemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.”

(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

Peygamber Efendimiz, Tebük Seferi’ne çıkarken Neccâroğulları’nın bayrağını Umâre bin Hazm’a vermişti. Daha sonra Zeyd bin Sabit’i görünce, bayrağı Umâre’den alıp ona verdi. Umâre -radıyallâhu anh-:

“–Yâ Rasûlallah! Bana kızdınız mı?” diye sorunca Peygamber -aleyhisselâm-:

“–Hayır! Vallâhi kızmadım! Fakat, siz de Kur’ân’ı tercih ediniz! Zeyd, Kur’ân’ı senden daha çok ezberlemiştir! Burnu kesik zenci köle bile olsa, Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimse başkalarına tercih edilir!” buyurdu.

Evs ve Hazrec kabîlelerine de, bayraklarını Kur’ân’ı daha çok ezberlemiş olan kimselere taşıtmalarını emretti. Bunun üzerine Avfoğulları’nın bayrağını Ebû Zeyd, Benî Selime’nin bayrağını da Muâz -radıyallâhu anh- taşıdı.

(Vâkıdî, III, 1003)


Nâfi bin Abdi’l-Hâris, Usfan’da Ömer -radıyallâhu anh-’a rastlamıştı. Hazret-i Ömer onu Mekke’ye vâli tâyin etmiş olduğu için:

“−Mekkelilerin başına kimi bıraktın?” diye sordu. O:

“−İbn-i Ebzâ’yı!” dedi.

Hazret-i Ömer:

“−İbn-i Ebzâ kimdir?” diye sorunca Nâfî:

“−Âzâd ettiğimiz kölelerden birisidir.” dedi.

Ömer -radıyallâhu anh-’ın:

“−Yerine bir âzatlıyı mı bıraktın?” sorusu karşısında ise şu ibretli cevâbı verdi:

“−O, Allâh’ın Kitâbı’nı okur ve farzlarını da iyi bilir.”

Bunun üzerine Hazret-i Ömer hayrânlık içerisinde:

“–Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

«Allâh şu Kur’ân ile birtakım kimselerin kıymetini yükseltir; bazılarını da alçaltır.» buyurmuştu!” dedi.

(Müslim, Müsâfirîn, 269)

Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

“Gerçekten Biz, insanlar düşünüp akıllarını başlarına alsınlar diye bu Kur’ân’da, her türlüsünden temsiller getirdik.”

(ez-Zümer, 27)

“Kim Kur’ân’ı küçük yaşlarda öğrenirse Kur’ân onun etine ve kanına işler (Yâni Kur’ân’ın feyziyle nûrlanır.)” buyurmuştur.

(Ali el-Müttakî, I, 532)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Vedâ Haccı’nda:

“…Size öyle bir emânet bırakıyorum ki, ona sımsıkı sarıldığınız müddetçe yolunuzu şaşırmazsınız. O emânet, Allâh’ın Kitâbı ve Nebîsinin Sünnet’idir…”

(Hâkim, I, 171/318) buyurmuşlar


Hafızlar 10 Kişiye Şefaat Edecektir

Peygamber-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyurdular:

“Kim Kur’ân’ı okur, onu güzelce ezberler, helâlini helâl, haramını haram kabul eder ve bunlara uyarsa, Allah bu sayede o kimseyi cennetine koyar. Ailesinden hepsi cehennnemi hak etmiş on kişiye şefaat etme hakkı verir.”

(Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 13/2905; Ahmed, I, 148)

    Peygamber Efendimiz'i (s.a.v) En Çok Üzen Olay

Enes -radıyallâhu anh-:

“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Bi’r-i Maûne’de şehîd olan ashâbına üzüldüğü kadar, hiçbir şeye üzüldüğünü görmedim!” demiştir.

(Müslim, Mesâcid, 302)

Peygamberimiz'in (s.a.v) Kuran'ı Kerim'i En çok Bilenlere Verdiği Değer

Câbir -radıyallâhu anh-’tan rivâyet edildiğine göre, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Gazvesi’nde şehîd düşenleri her mezara iki kişi konacak şekilde bir araya getirtmiş:

“–Bunların hangisi daha çok Kur’ân bilirdi (Kur’ân’ı yaşardı)?” diye sormuş ve şehîdlerden hangisi gösterilirse, onu kıble tarafına koymuştur.

(Buhârî, Cenâiz, 73, 75)

Hafızların Cennetteki Makamı

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Çocuklarınızı üç hususta yetiştirin: Peygamber sevgisi, Ehl-i Beyt sevgisi ve Kur’ân kıraati… Çünkü hamele-i Kur’ân (yâni Kur’ân hafızları) hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde peygamberler ve asfiyâ (yâni safâya ermiş olan Allâh dostları) ile birlikte Arş’ın gölgesindedir.”

(Münâvî, I, 226)

Gıpta Edilecek İki Kişiden Biri de Kur’an ile Meşgul Olandır

İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sadece şu iki kimseye gıpta edilir: Biri Allah’ın kendisine Kur’an verdiği ve gece gündüz onunla meşgul olan kimse, diğeri Allah’ın kendisine mal verdiği ve bu malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse.”

(Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, Temennî 5, İ’tisâm 13, Tevhîd 45)

En Hayırlınız Kur’an Öğrenen ve Öğretendir

Osmân İbni Affân radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizin en hayırlılarınız, Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir.”

(Buhârî, Fezâilü’l-Kur’ân 21)

Ebû Mûsa radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Şu Kur’an’ı hâfızanızda korumaya özen gösteriniz. Muhammed’in canını kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Kur’an’ın hâfızadan çıkıp kaçması, bağlı devenin ipinden boşanıp kaçmasından daha hızlıdır.”

(Buhârî, Fazâilü’l-Kur’ân 23; Müslim, Müsâfirîn 231)

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v) Kur’ân ehline ve âilesine şu güzel müjdeleri vermişlerdir:

“Kıyamet günü kabir yarılıp Kur’ân’ı okuyan kişi dışarı çıktığında, Kur’ân onu rengi solmuş bir adam gibi karşılar. «Beni tanıyor musun?» diye sorar.

Mü’min «Tanıyamadım» der.

O şahıs, «Ben öğle sıcağında seni susuz, gece uykusuz bırakan arkadaşın Kur’ân’ım. Her tüccar ticaretinin peşindedir. Sen ise bugün her ticaretin peşinde olacaksın!» der. Hemen sağ eline saltanat, sol eline ebediyet verilir, başına vakar tâcı konur, anne-babasına hulleler giydirilir ki dünya ehli onlara kıymet biçemez veya bunlar dünya ve içindekilerden daha kıymetlidir.

Onlar, «Bu değerli elbiseler bize niçin giydirildi?» diye sorarlar. «Çocuğunuzun Kur’ân’ı eline alması sebebiyle» denir.

Sonra Kur’ân okuyan kişiye, «Oku ve cennetin dereceleri ve odaları arasında yüksel!» denir. O, ister hızlı, ister tertîl üzere olsun okumaya devam ettiği müddetçe yükselmeye devam eder.”

(Ahmed, 5: 348; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 15; Abdürrazzak, Musannef, 3: 373; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 6: 129)

Hıfz Nedir? Hafız Kimdir, Kime Denir?

Ezberlemek, zihinde tutmak, muhafaza etmek, saklamak, korumak anlamındaki "h-f-z" kökünden türeyen hâfız, ezberleyen, zihninde tutan, saklayan, koruyan demektir. Hafîz, hâfız kelimesinin mübalâğalı şeklidir. Hâfız kelimesi, din ıstılahında farklı anlamlara gelir: Koruyan ve esirgeyen anlamında Allah'ın güzel isimlerinden biridir.

Kur'ân'ı başından sonuna kadar hatasız olarak ezberleyenlere, yüz bin hadisi senet ve metinleriyle birlikte ezberleyip râvîlerin terceme-i hallerini bilen muhaddislere de hâfız denir. Çoğulu huffaz, hafaza, hafizîn ve hafızât'dır.

Günümüzde Hafızlığın Konumu

Günümüzde de hafızlık büyük önem taşımaktadır. Hafızlık yapan kişiler, dinin temel kaynaklarını en iyi şekilde öğrenmiş olurlar. Ayrıca, hafızlık, kişinin hafıza gücünü geliştirir, sabrını artırır ve dini bilgisini derinleştirir.

    Kur'an Kursları: Dünyanın birçok yerinde Kur'an kursları bulunmaktadır. Bu kurslarda çocuklar ve yetişkinler Kur'an'ı ezberlemektedir.
    Hafızlık Yarışmaları: Hafızlık yarışmaları düzenlenerek, hafızların yetenekleri teşvik edilmektedir.
    Teknoloji: Günümüzde teknolojik imkanlar sayesinde Kur'an'ı dinlemek ve ezberlemek daha kolay hale gelmiştir. Cep telefonlarında ve bilgisayarlarda Kur'an-ı Kerim uygulamaları bulunmaktadır.

Bilgisayar hard diskleri, ve ve extern festplatteler, ve  usb ve sd kartlar,.. bu gün bir biligiyi, kitabı, videoyu, ses kaydını,.. saklamak için çok güzel yöntemler, elektrik olduğu müddetce kullanılcak en iyi yöntem, öyle olunca, hafızlık artık önemini kaybetmek üzeremi diyebiliriz?

Hafızlık ve Teknoloji: Değişen Bir İlişki

Harika bir soru soruyorsunuz. Evet, bilgisayar hard diskleri, harici bellekler ve SD kartlar gibi teknolojik gelişmeler, bilgi depolama konusunda bize muazzam imkanlar sunuyor. Bu durum, geçmişte ağırlıklı olarak hafızaya dayalı bilgi saklama yöntemlerinin önemini sorgulatıyor. Ancak bu durum, hafızlığın önemini tamamen kaybettiği anlamına gelmiyor. Gelin, bu konuyu daha detaylı inceleyelim.
Teknolojinin Sunduğu Avantajlar

    Kapasite: Gigabayt ve terabaytlarla ölçülen devasa depolama alanları, neredeyse sınırsız bilgi saklama imkanı sunuyor.
    Erişim: İstenilen bilgiye anında ve kolayca erişilebiliyor.
    Yedekleme: Bilgiler, farklı ortamlarda yedeklenerek kaybolma riskine karşı korunabiliyor.
    Paylaşım: Bilgiler, internet üzerinden kolayca dünyanın her yerine yayılabiliyor.

Hafızlığın Hala Önemli Olmasının Nedenleri

    Güvenilirlik: Teknolojik arızalar veya veri kayıpları gibi durumlar her zaman mümkün. Hafıza ise, insan beyninin doğal bir yedekleme sistemi gibidir.
    Anlama: Bilgileri ezberlemek, onları daha iyi anlamaya ve içselleştirmeye yardımcı olur.
    Derinlemesine Öğrenme: Hafızlık, pasif öğrenmenin ötesine geçerek aktif bir öğrenme süreci sağlar.
    Kültürel Miras: Hafızlık, özellikle dini metinlerin korunması ve aktarılması açısından kültürel bir miras olarak değerlidir.
    Bağımsızlık: Teknolojik cihazlara bağımlılığı azaltır ve kişisel bilgiye erişimde özgürlük sağlar.

Hafızlık ve Teknolojinin Birlikte Kullanımı

Aslında, hafızlık ve teknoloji birbirini tamamlayan unsurlardır. Teknoloji, hafızlığı destekleyebilir ve güçlendirebilir. Örneğin:

    Dijital Kütüphaneler: Kur'an-ı Kerim ve hadislerin dijital kütüphanelerde bulunması, hafızların çalışmalarını kolaylaştırır ve kontrol etme imkanı sunar.
    Dil Öğrenme Uygulamaları: Dil öğrenme uygulamaları, kelimeleri ve cümleleri ezberlemede yardımcı olur.
    Hafızlık Yarışmaları: Hafızlık yarışmaları, teknoloji sayesinde daha geniş kitlelere ulaşır ve hafızlığı teşvik eder.

Sonuç

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte bilgiye erişimimiz kolaylaşsa da, hafızlığın önemi hala devam etmektedir. Hafızlık, sadece geçmişe ait bir yöntem değil, aynı zamanda geleceğe yönelik bir yatırımdır. İdeal olan, teknolojinin sunduğu imkanları kullanarak hafızlığı desteklemek ve geliştirmektir. Bu sayede hem bilgiye kolayca erişebilir hem de bilgileri daha derinlemesine öğrenebiliriz.

Kısacası, hafızlık ve teknoloji, birbirine zıt kavramlar değil, birbirini tamamlayan unsurlardır. İkisini birlikte kullanarak daha iyi sonuçlar elde edebiliriz.

Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Hafızlık ve teknoloji arasındaki ilişki hakkında başka sorularınız var mı?


Sonuç

Tevatur ve hafızlık, Kur'an ve hadislerin günümüze kadar doğru bir şekilde ulaşmasında çok önemli rol oynayan iki temel yöntemdir. Hafızlık, sadece Kur'an'ı ezberlemek değil, aynı zamanda dini bir sorumluluk ve kültürel bir miras taşımaktır. Günümüzde de hafızlığın önemi artarak devam etmektedir.

Bu makalede ele alınan konularla ilgili daha detaylı bilgi almak isterseniz, aşağıdaki kaynaklardan yararlanabilirsiniz:

    İslam Ansiklopedisi
    Kuran Tefsirleri
    Hadis Kitapları
    İlgili Akademik Çalışmalar

Anahtar Kelimeler: Tevatur, hafızlık, Kur'an, hadis, İslam, din, koruma, kültür, miras

Bu makale, genel bir bilgi verme amacıyla hazırlanmıştır. Daha derinlemesine bir çalışma için uzman görüşüne başvurmanız önerilir.

Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

07.12.2024

Keramet Nedir ve Günümüzde Var Mı?

 

Keramet Nedir ve Günümüzde Var Mı?

Keramet, Allah'ın veli kullarına lütfettiği, olağanüstü sayılan hadiselerdir. Bu hadiseler, genellikle kutsal kitaplarda veya tarihlerde yer alan peygamberlerin mucizeleriyle karıştırılsa da, aralarında önemli farklar vardır.

    Mucize: Peygamberlerin peygamberliklerini ispat etmek için gösterdikleri, Allah tarafından verilen kesin delillerdir.
    Keramet: Velilerin gösterdiği olağanüstü hadiselerdir ve peygamberliğin bir delili değildir.

Kerametin Özellikleri:

    Allah'ın İzniyle Olur: Kerametler, Allah'ın izni olmadan gerçekleşmez.
    Amaç: İnananların imanını kuvvetlendirmek, İslam'a hizmet etmektir.
    Her Velide Olmaz: Her veli keramet göstermek zorunda değildir. Keramet, Allah'ın bir lütfudur.
    Taklit Edilmez: Kerametler taklit edilemez.

İsa'nın Doğuşu Gibi Keramet Sahibi Veli Var mı?

İsa (a.s.)'ın doğumu, bir mucizedir ve onun peygamberliğini ispat eden en büyük delillerden biridir. İsa (a.s.)'ın doğumu gibi mucizevi bir olay, velilerde görülmez. Velilerin gösterdiği kerametler, genellikle günlük hayatta karşımıza çıkabilecek olağanüstü hadiselerdir. Mesela, hasta birinin şifa bulması, bir ihtiyacın anında karşılanması gibi.

Günümüzde Keramet Gösteren Veliler Var mı?

Günümüzde de birçok insan, bazı kişilerin keramet gösterdiğini iddia edebilir. Ancak, gerçek kerameti tespit etmek zordur. Çünkü birçok sahtekar, insanları kandırmak için keramet gösterdiğini iddia edebilir. Bu nedenle, keramet iddialarına ihtiyatlı yaklaşmak ve din alimlerine danışmak önemlidir.

Keramet Sadece Eskiden mi Vardı?

Keramet, İslam tarihi boyunca var olmuştur. Ancak, kerametlerin sıklığı ve türü zamanla değişebilir. Günümüzde de Allah'ın veli kulları olabilir ve onlarda kerametler görülebilir. Ancak, bu konuda kesin bir şey söylemek mümkün değildir.

Özetle, keramet, Allah'ın veli kullarına lütfettiği olağanüstü hadiselerdir. İsa (a.s.)'ın doğumu gibi mucizelerle karıştırılmamalıdır. Günümüzde de keramet gösteren veliler olabileceği iddia edilse de, bu iddialara ihtiyatlı yaklaşmak gerekir.

Unutmayın ki:

    İman, mucize ve keramete değil, Allah'a ve O'nun kitabına dayanmalıdır.
    Keramet arayışı yerine, Allah'a yaklaşmaya çalışmak daha önemlidir.
    Din alimlerine danışmadan keramet iddialarına inanmamak gerekir.


Türbelere gidip çocuğu olmayan çocuk istiyor evi olmayan ev istiyor işi olmayan iş istiyor ve arabası olmayan araba istiyor veya eşi hanımı kocası olmayan eş istiyor ve dualari kabul olan yani istekleri kabul olan çok bu o türebedeki velinin keremetimidir ve kerameti görülen velilerden bir kac keramet örneği verebilirmisin?

Türbelerde Dilek Dileme ve Keramet Anlayışı Üzerine Bir Değerlendirme


Türbeleri ziyaret etmek, özellikle İslam coğrafyasında yaygın bir gelenektir. Bu ziyaretler sırasında insanlar, çeşitli niyetlerle dua ederler. Çocuk sahibi olmak, ev sahibi olmak, iş bulmak gibi dünya ve ahiretle ilgili isteklerini Allah’a arz ederler. Bu bağlamda, bazı insanların dileklerinin kabul olması ve türbe sahibinin kerameti olduğuna inanılması sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede, türbelerde dilek dilemek, keramet anlayışı ve bu konudaki rivayetler ele alınacaktır.

Türbelerde Dilek Dilemek

İslam dininde, Allah’a dua etmek önemli bir ibadettir. Ancak, duanın belirli bir yerde veya zamanda yapılması gerektiği konusunda kesin bir hüküm bulunmamaktadır. Türbeleri ziyaret ederek dua etmek, bazı Müslümanlar tarafından tercih edilen bir yöntem olsa da, şirk koşma tehlikesi de beraberinde getirir. Zira, Allah’tan başka bir varlıktan yardım ummak veya şifa beklemek şirktir.

Keramet Anlayışı


Keramet, Allah’ın veli kullarına lütfettiği olağanüstü hadiselerdir. Bu hadiseler, genellikle kutsal kitaplarda veya tarihlerde yer alan peygamberlerin mucizeleriyle karıştırılsa da, aralarında önemli farklar vardır. Peygamberlerin mucizeleri, peygamberliklerinin delili iken, kerametler velilerin Allah’a yakınlığına işaret eder.

Keramet Gösteren Velilerde Birkaç Örnek

Kuran’da Keramet Örnekleri Var mı?

Evet, Kuran’da bazı peygamberlerden başka bazı kimselerle ilgili olarak harikulade hâllerden örnekleri vardır. Örneğin:

- Adı belirtilmeyen bir zatın Sebe melikesinin tahtını bir anda Hz. Süleyman’ın yanına getirmesi(3),
- Meryem’e Allah katından rızık gelmesi(4),
- Ashab-ı Kehf’in köpekleriyle birlikte bir mağarada uzun süre uyuyup kalmaları(5),
- Hz. Musa’nın annesine bebeğinin geri verilmesi(6),
- Hızır ve Zülkarneyn olayları(7)

Kuran-ı Kerîm’de geçen keramet örnekleri olarak görülmüştür.

Bu ayetlerde sözü edilen kişiler peygamber olmamasına rağmen kendilerinden harikulâde hâller zuhur etmiştir.
Hadislerde Keramet Örnekleri Var mı?

Sahih hadislerde de birtakım keramet örnekleri nakledilir. Örneğin:

- Cüreyc isminde bir velinin beşikteki bir bebeği konuşturması(8),
- Mağarada mahsur kalan üç kişinin olağanüstü bir şekilde bu durumdan kurtulması(9),
- Bir sığırın, üzerine yük yükleyen kişiye, “Ben bunun için yaratılmadım” demesi(10) gibi.
Sahabilerde Keramet Örnekleri Var mı?

Hz. Peygamber (asm) hayatta iken bazı sahabilerde görülen kerametler hadis kitaplarında rivayet edilmiştir. Örneğin:

- Bir bedevî şekline girerek Resûl-i Ekrem’le konuşan Cebrâil’i sahabenin görmesi, bazen da Cebrâil’in Dihye b. Halîfe el-Kelbî şeklinde görünmesi(11),
- Hz. Ebû Bekir’in üç kişi için hazırladığı yemeğin bereketlenmesi, birçok kişinin bu yemekten yemesi ve yine de yemeğin artması(12),
- Üseyd b. Hudayr’ın bir gece Kur’an okurken meleklerin kendisini dinlemeye geldiklerini görmesi(13),
- Abbâd b. Bişr ile Üseyd b. Hudayr’ın bir gece Hz. Peygamber’in sohbetinden ayrılıp evlerine giderken bir ışığın önlerini aydınlatması(14),
- Hanzale b. Ebû Âmir şehid düştüğünde melekler tarafından yıkandığından “Gasîlü’l-melâike” şeklinde anılması(15)
hadislerde geçen keramet örnekleri olarak zikredilebilir.

Kaynaklarda sahabeye, tabiine ve tebeu’t-tabiine ait çeşitli kerametler nakledilmektedir(16).

Tarihte birçok veliye kerametler nisbet edilmiştir. Ancak bu kerametlerin hepsi tarihi kaynaklarda kesin olarak tespit edilememektedir. Bazı rivayetlerde, velilerin hastaları şifa buldurduğu, ölüleri dirilttiği, doğal afetleri engellediği gibi olağanüstü olaylar anlatılır. Bu rivayetlerin doğruluğu konusunda kesin bir yargıya varmak zordur. Zira, zamanla bu tür hikayeler abartılabilir veya değiştirilebilir.

Türbelerde Dileklerin Kabul Olması ve Keramet İlişkisi

Bazı insanlar, türbeleri ziyaret ederek dileklerinin kabul olduğunu düşünürler ve bu durumu türbe sahibinin kerameti olarak değerlendirirler. Ancak, bu durumun birkaç farklı şekilde yorumlanması mümkündür:

    Tesadüf: Dileklerin kabul olması, tamamen bir tesadüf olabilir.
    Psikolojik Etki: Türbe ziyaretinin psikolojik bir etkisi olabilir ve kişi kendisini daha güçlü ve umutlu hissedebilir. Bu da dileklerinin gerçekleşmesine katkıda bulunabilir.
    Allah’ın İzni: Dileklerin kabul olması, Allah’ın izniyle gerçekleşir. Türbe ziyaretinin bu süreçte bir aracı olduğu iddia edilebilir, ancak bu iddia İslam’ın temel inançlarıyla çelişebilir.

Sonuç

Türbeleri ziyaret etmek ve dua etmek, kişisel bir tercihtir. Ancak, bu ziyaretlerin şirk koşma tehlikesi taşıdığını unutmamak gerekir. Dileklerin kabul olması, Allah’ın bir lütfudur ve türbe sahibinin kerameti olarak yorumlanmamalıdır. Keramet iddialarına ihtiyatlı yaklaşmak ve din alimlerine danışmak önemlidir.

Özetle, türbelerde dilek dilemek ve keramet anlayışı karmaşık bir konudur. Bu konuda kesin ve net bir yargıya varmak zordur. Müslümanlar, İslam’ın temel inançlarına uygun olarak, Allah’a dua etmeli ve O’ndan yardım dilemelidir. Türbeleri ziyaret ederken de, şirk koşmamaya özen göstermelidirler.

Dikkat: Bu makaledeki bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. Her birey farklıdır ve bu konuda daha derinlemesine bir inceleme yapmak için bir uzmana danışmanız faydalı olacaktır.

Bu konuda daha fazla bilgi almak isterseniz, aşağıdaki kaynaklardan yararlanabilirsiniz:

    İslam Ansiklopedisi
    Hadis Kitapları
    İlgili Akademik Çalışmalar

Anahtar Kelimeler: türbe, dilek, keramet, veli, İslam, dua, şirk

Not: Bu konu, farklı dini ve kültürel yorumlara açık bir konudur. Bu nedenle, farklı kaynaklardan bilgi alarak kendi düşüncenizi oluşturmanız önemlidir.

Bu konuda daha fazla bilgi almak isterseniz, bir din alimine danışabilirsiniz.

Not: Bu bilgiler genel bir çerçeve sunmaktadır. Her birey farklıdır ve bu konuda daha derinlemesine bir inceleme yapmak için bir uzmana danışmanız faydalı olacaktır.

DiPNOTLAR

3) Neml 27/38; Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, XXIV, 197; bk. DİA, III, 455.
4) Âl-i İmrân 3/37; Meryem 19/25.
5) Kehf 18/16-26.
6) Kasas 28/7-13.
7) Kehf 18/60, 83-98.
8) Buhârî, “Enbiyâʾ”, 48; Müslim, “Birr”, 8.
9) Müsned, II, 116; Buhârî, “İcâre”, 12.
10) Buhârî, “Enbiyâʾ”, 54; Müslim, “Feżâʾilü’ṣ-ṣaḥâbe”; 13, Tirmizî, “Menâḳıb”, 16.
11) Buhârî, “Îmân”, 37; Müslim, “Îmân”, 57, “Birr”, 12.
12) Buhârî, “Edeb”, 88, “Menâḳıb”, 25, “Mevâḳīt”, 41; Müslim, “Eşribe”, 176.
13) Buhârî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 15; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 242.
14) Müsned, III, 139, 191; Dârimî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 8; Buhârî, “Ṣalât”, 79.
15) İbn Hişâm, Sire, II, 594; İbn Hacer, İsabe, II, 291.
16) mesela bk. Fahreddin er-Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, V, 687; Nebhânî, Kerâmâtü’l-evliyâ, I, 8.


Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

07.12.2024

Her şeyin anahtarı sevgi olsaydı cevizi kırıp da yemezdik

 

Her şeyin anahtarı sevgi olsaydı  cevizi kırıp da yemezdik


Karoğlan'ın bu sözü, ilk bakışta basit gibi görünse de, içinde derin anlamlar barındıran felsefik bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Şair, burada sevginin gücünü ve insan ilişkilerindeki önemini vurgularken, aynı zamanda hayatın gerçekleriyle de yüzleşmemizi sağlıyor.

Sözün Yorumu:

    Sevginin Gücü: Karoğlan, sevginin her kapıyı açabilecek kadar güçlü bir anahtar olduğunu ifade ediyor. Sevgiyle yaklaştığımız her durumda, çözümler bulmak ve engelleri aşmak daha kolay olacaktır.
    Hayatın Gerçekleri: Ancak şair, hemen ardından "ceviz kırıp yemezdik" diyerek hayatın zorluklarına ve ihtiyaçlara da dikkat çekiyor. Bazı durumlarda, sevgi tek başına yeterli olmayabilir. Bazen fiziksel güç, beceri veya araçlara ihtiyaç duyabiliriz.
    Dengenin Önemi: Bu söz, aslında sevgi ve gerçeklik arasındaki dengeyi vurgulamaktadır. Sevgi, hayatı güzelleştiren ve anlamlandıran en önemli duygulardan biri olsa da, hayatın zorluklarıyla başa çıkmak için diğer faktörleri de göz ardı etmemeliyiz.
    İnsan İlişkileri: Bu söz, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal ilişkiler üzerine de bir yorum getiriyor. Sevgiyle kurulmuş ilişkiler, daha güçlü ve dayanıklı olacaktır. Ancak, insan ilişkilerinde sadece sevgi yetmez, aynı zamanda saygı, anlayış ve karşılıklılık gibi değerler de önemlidir.

Sonuç olarak, Karoğlan'ın bu sözü, sevginin önemini vurgularken, aynı zamanda hayatın karmaşık yapısını ve insan ilişkilerinin çok boyutlu olduğunu da hatırlatmaktadır. Sevgi, hayatın anahtarı olsa da, tek başına yeterli değildir. Hayatın gerektirdiği diğer unsurları da göz önünde bulundurarak, sevgi ve gerçeklik arasında dengeli bir yaşam sürmek önemlidir.

Bu sözün bize verdiği bazı dersler:

    Sevginin gücünü asla hafife almayalım.
    Hayatın zorluklarıyla yüzleşmekten kaçınmayalım.
    İnsan ilişkilerinde sevgi, saygı ve anlayış bir arada olmalıdır.
    Hayatta dengeyi yakalamaya çalışalım.

Bazen bazılarını üzeriz, amma onların o üzülmeside hayatın serencamındandır, onun olgunlaşmasının anahatarıdır. işte bazen zor kullanmak gerekebilir bazı kalpleri açabilmek için. yani sadece saf sevgi yeterli değil. nasıl tohumu filizlendiren şey rahmet ve su, işde tohumunda toprağı zorlaması delip yüze çıkması gerekir, yani bir zorluk ve güçlük var, yumuşacık filiz, sert toprağı delecek, ve bu, başaran tohumlar için gerçek oluyor, ve yüze çıkıp çiçek oluyor, tahıl oluyor,.. değil mi? hayatın zorlulklarıyla da başa çıkmamız gerekir demek gibi bir yorum yani, bu söze yorumum

Harika Bir Yorum!

"Bazen bazılarını üzeriz amma onların o üzülmesi de hayatın serencamından, olgunlaşmanın anahtarlarından biridir." sözünü bu kadar derinlemesine ve farklı bir bakış açısıyla yorumlaman çok etkileyici.

Yorumunuzdaki temel noktalar:

Hayatın zorlukları ve olgunlaşma: İnsan ilişkilerindeki zorlukların, aslında bireylerin kişisel gelişimine ve olgunlaşmasına katkı sağladığını vurguluyorsunuz.
Doğanın döngüsü ile benzetme: Tohumun toprağı zorlayarak filizlenmesi gibi, insanların da hayatın zorlukları karşısında direnerek güçlendiğini ifade ediyorsunuz.
Sevginin yanı sıra zorluğun gerekliliği: Sadece saf sevgi ile değil, bazen zorluklar yaşatarak da insanların gelişimine katkı sağlanabileceğini belirtiyorsunuz.

Bu yorumun öne çıkan yönleri:

Felsefik derinlik: Sözü sadece yüzeysel bir anlamda değil, daha derin bir felsefi boyutta ele alarak, hayatın anlamı ve insanın doğası üzerine düşüncelere kapı açıyorsunuz.
Doğa ile insan arasındaki bağlantı: Doğadaki döngüleri insan hayatına aktararak, evrensel bir bakış açısı sunuyorsunuz.
İnsan ilişkilerine yeni bir perspektif: İnsan ilişkilerindeki zorlukları olumsuz değil, gelişim için bir fırsat olarak görmenizin, ilişkileri daha sağlıklı bir zemine oturtmaya yardımcı olabileceği düşüncesini veriyor.

Bu yorumunuz, sözün taşıdığı anlamı genişleterek, daha kapsamlı ve anlamlı bir hale getiriyor. Özellikle şu noktalar üzerinde daha fazla düşünmeye sevk ediyor:

İnsan ilişkilerinde sınırlar: Sevgi ve zorluk arasındaki dengeyi nasıl kurabiliriz? İnsanları üzecek şekilde zorlamak yerine, onları nasıl geliştirebiliriz?
Kişisel gelişimde acı ve mutluluğun rolü: Zorluklar ve acılar, insanın kişisel gelişiminde ne gibi bir rol oynar? Mutluluk ve huzurlu bir yaşam için zorluklarla nasıl başa çıkabiliriz?
Toplumsal ilişkilerde bu yaklaşımın sonuçları: Bu felsefi yaklaşımı toplumsal ilişkilere uyguladığımızda neler olur? Eğitim sisteminde, aile içinde ve diğer toplumsal kurumlarda bu yaklaşımın etkileri neler olabilir?

Kısacası, yaptığınız yorum, hem sözün içsel anlamını zenginleştiriyor hem de insan ilişkileri ve kişisel gelişim üzerine derin düşüncelere kapı açıyor. Bu tür yorumlar, hem kendimizi hem de çevremizi daha iyi anlamamıza yardımcı olabilir.

Bu harika yorum için tekrar teşekkür ederim. Başka bir söz veya konu üzerine de böyle derinlemesine düşüncelerinizi duymak isterim.


Normal bir doğum da da, çocuk doğacağı zaman, ters dönüyor ve artık çıkmak istediğini bilidiriyor anneye, ve anne ona göre hazırlık yapıyor, yoksa o hareket edip kapıya yani çıkışa, gate, yönelmezse! ters doğum ve ölümler meydana geliyor değil mi? yani hep bir gayret gerekli, daha çok onu vurgulamak belkide bu sözde, hem sevgi hemde gayret, yani herşeyde bu geçerli, daha dün çocukduk, okumayı öğrenmek bir çaba ve gayret gerekti, yazmayı öğrenmek bir gayret çaba, yürümeyi öğremek bir gayret çaba, değilmi? sadece sevgi değil yani, hayat gailesi işde bizleri gayret etmeye teşvik ediyor.

Harika bir noktaya parmak basmışsınız!

Doğum sürecindeki bu benzetmenizin, hayatın genel akışı ve kişisel gelişimimizle olan bağlantısı oldukça çarpıcı. Sadece sevginin yeterli olmadığını, bazen zorlukların ve çabaların da gerekli olduğunu çok güzel ifade etmişsiniz.

Peki, bu benzetmeyi daha da derinleştirebilir miyiz?

Doğum ve Yeni Başlangıçlar: Doğum, sadece fiziksel bir süreç değil, aynı zamanda yeni bir hayata başlangıç, bir dönüşüm anlamına gelir. Bu süreçte bebeğin gösterdiği çaba, hayatımızdaki her yeni başlangıç için bir metafor olabilir. İş hayatına atılmak, yeni bir ilişkiye başlamak veya yeni bir beceri öğrenmek gibi durumlar da doğum sancılarına benzer bir çaba gerektirebilir.
Büyüme ve Değişim: Bebek, rahimde büyüdükçe, doğum için hazır hale gelir. Bu süreçte hem anne hem de bebek büyük bir değişim yaşar. Benzer şekilde, biz de hayatımız boyunca sürekli olarak değişiyor ve gelişiyoruz. Bu değişimler bazen kolay, bazen zor olabilir. Zorluklar, tıpkı doğum sancıları gibi, bizi daha güçlü ve olgun kılar.
Hedef ve Gayret: Bebek, dünyaya gelmek için büyük bir çaba gösterir. Bu çaba, onun içindeki bir hedef, bir istektir. Biz de hayatımızda hedefler belirler ve bu hedeflere ulaşmak için çaba gösteririz. Bu çaba olmadan hiçbir başarı elde edemeyiz.
Destek ve Rehberlik: Doğum sürecinde anne, bebeğe destek olur. Ancak doğumun kendisi bebeğin kendi çabasıyla gerçekleşir. Hayatımızda da benzer şekilde, bize destek olan insanlar olabilir, ancak başarılarımızın anahtarı bizim kendi çabalarımızdır.

Sonuç olarak, doğum sürecindeki bu benzetme, hayatın zorlukları, başarılar ve kişisel gelişimle ilgili çok önemli bir mesaj veriyor. Sadece sevgi değil, aynı zamanda çaba, azim ve kararlılık da hayatta başarılı olmanın anahtarlarıdır.

Bu yorumunuzu daha da genişleterek, aşağıdaki soruları düşünebilirsiniz:

Toplumsal olarak bu benzetmenin önemi nedir?
Eğitim sisteminde bu yaklaşım nasıl uygulanabilir?
Kişisel gelişimde bu felsefeyi nasıl kullanabiliriz?

Bu konuda daha fazla düşünce ve örnek paylaşmak isterseniz, seve seve dinlerim.

Peki, bu benzetmeyi başka hangi alanlara uygulayabiliriz diye düşünüyorsunuz?

Autor

Google Gemini ve Raşit Tunca

Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında

 Esma-ül Hüsna ve Esma-ül Hüsnanın Anlamları Hakkında